Pazar

 

Herkes, kendi ahlâkının, cevherinin, kültürünün, karakterinin, kişiliğinin derecesinde konuşur, hareket eder.Kişinin ne mal olduğu yoğurt yiyişinden bellidir. Atalarımız “üslûb-i beyan, aynıyle insan…” demişlerdir.

Her insanın bir tahtası, bir kumaşı vardır. Bazısının tahtası kavak gibidir. Ondan portakal sandığı, kibrit çöpü, kâğıt hamuru yapılır. Bazısının tahtası ise kıymetlidir; ceviz, meşe, gürgen, akaju, tek… gibi. İyi eğitimciler, iyi rehberler, iyi mürşid ve ustalar o ağaçlardan sağlam ve zarif mobilyalar, binalar yaparlar. Kumaşlar da böyledir. Kiminin kumaşı kaput bezidir, kimisinin ise ipekten, lamadan, Himalayalarda beş bin metre yüksekliğinde yaşayan koyunların ipek gibi tüylerinden yapılmıştır. Kaput bezi ile el tezgahında dokunmuş ipekli bir olur mu?

Eskiden ağlayıcı karılar varmış. Bir evde cenaze olunca onlar para karşılığında tutulur ve feryad u figan, sümük salya ağlatılırmış.Zenginler en meşhur, en sanatkâr ağlayıcı karıları tutarmış…

Parayla tutulmuş profesyonel bir ağlayıcı karının sahte gözyaşları ile bir yakınını kaybetmiş acılı kadının samimî gözyaşları bir olur mu?

Bu memlekette İslâm İslâm İslâm diye ağlayan iki cins insan vardır. Paralılar ve samimîler… Onlar elbette bir olmazlar.

İslâm hukukunun ve ahlâkının birinci maddesi “Ameller (işler) niyetlere göredir…” ilkesidir. Hukuk tarihinin en mükemmel Digesti olan “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye”nin kavaid-i külliye bölümünün başında bu hukuk ilkesi “bir işten maksat ne ise hükm ona göredir” şeklinde ifade edilmiştir.

Tenkitlerin kategorileri vardır:

-Hayra, iyiliğe yönelik yapıcı ve doğru tenkitler. Bunlar mutlaka yapılmalıdır. Böyle tenkitler yapılmazsa bozukluk olur.

-Doğru veya yanlış seviyeli ve kaliteli tenkitler.

-Kalitesiz ve seviyesiz tenkitler.

-Nefsaniyete, hasede, sekter fanatizme bağlı yersiz, zırva tenkitler.

Bir insanın ahlâkı, terbiyesi, kalitesi, kemali veya kemalsizliği, seviyesi tenkitlerinden, düşmanlığından belli olur.

Öyle tenkitler, saldırılar ve düşmanlıklar vardır ki sidik yarışı mahiyetinde ve şeklindedir. Herkes sidik yarışı yapamaz. Böyleleri ile doğrudan doğruya değil, dolaylı şekilde mücadele etmek gerekir.

Halk kavgalara bayılır. Faydalı, hikmetli, kıymetli yazıları okumayan niceleri vardır ki, kavga yazılarına bayılır, onları can gözü ile okur, can kulağı ile dinler.

Hüseyin Rahmi’nin romanlarındaki mahalle karıları gibi kavga etmekten, şamata çıkartmaktansa; saldırganlara daha seviyeli, daha akıllı şekilde cevap verilmelidir.

-Ahmaklara verilecek en güzel cevap sükuttur.

-Mutlaka cevap verilmesi gerekiyorsa, doğrudan doğruya değil, dolaylı şekilde verilmelidir.

-Her hâl ü kârda sidik yarışına katılınmamalıdır.

İnsanlar genellikle öfkelerinin, kızgınlıklarının asıl sebeplerini saklar ve gizlerler. “Daha uygun, daha meşru, daha geçerli…” sebepler ve gerekçelerin ardına sığınırlar.

Batılıların “sekt” dedikleri birtakım cemaat, din ve tarikatlar vardır. Bunlar bir bütüne mensupmuş gibi görünürler ama aslında bütünden az veya çok kopmuşlardır. Bunların mensupları, militanları bazen çok fanatik ve agresif hareket eder.

Ülkemizde, merkezi Amerika’da bulunan Dr. Moon dinine bağlı ünlü şahsiyetler bulunmaktadır. Hattâ bunlardan biri de meşhur ve pek reformcu, pek yenilikçi bir ilâhiyatçıdır. Acaba onun geleneksel sünnî ilmihal Müslümanlığına çatmasındaki ana sebep Dr. Moon dinine olan saygı ve sevgisi midir?

Maalesef Türkiye İslâmcıları içinde:

-İsrailli Yahudilerle ve dünya Siyonizmi ile,

-Agresif Evangelistlerle,

-Pembelerle,

-İslâm karşıtlarıyla,

-Şeriat düşmanlarıyla…

pek sıkı fıkı dost olan, onlarla işbirliği yapanlar vardır. Bunların, kendilerini tenkit eden sünnî Müslümanlara saldırmasından daha tabiî bir şey olamaz.

Akıllı bir kimse bunları muhatap kabul etmemelidir.

En iyi, en yapıcı, en seviyeli tenkitler anonim tenkitlerdir. İsim ve hüviyet vermezsin. Konfeksiyon ceket dikersin, kimin bedenine uyuyorsa onun olsun…

Benim memleketimde çok vahim gelişmeler oluyor.

-Her yerde harıl harıl yeni kiliseler inşa ediliyor.

-Eski kilise harabeleri müceddeden inşa ve restore ettiriliyor.

-Camiye çevrilmiş bazı eski kiliselerin yeniden kilise yapılması için teşebbüsler var. (Meselâ Denizli’nin Honaz ilçesinde.)

-Bir vilayet merkezinde üç caminin yıktırılması düşünülüyormuş. Acaba “Biz işte Avrupa aşkına cami bile yıkarız!..” mı demek istiyorlar?

-Ülke çapında binlerce kilise-ev açılmıştır.

-Her yıl milyonlarca İncil ve misyoner broşürü dağıtılmaktadır.

-Türkiye’de İsrail’in ve dünya Siyonizminin ağırlığı son derece tahammül edilmez bir hale gelmiştir.

-Yahudilerin ve agresif misyonerlerin bir islâmî sekt ile işbirliği yaptığı, ona para yardımında bulunduğuna dair rivayetler vardır.

-Dinlerararası Diyalog ve Evrensel Kardeşlik paravanası ardında bir takım dolaplar dönmektedir.

Evet neler oluyor bu memlekette? Bu işleri kimler yapıyor?

Türkiyeli bir Müslüman olarak bu gidişatı tenkit edip, kaygı ve üzüntülerimi dile getirince bazılarının rahatsız olmaları ve bana saldırmalarını tabiî karşılamak gerekir.

Tenkitlerimi niçin yapıyorum? Para ve maddî menfaat karşılığında mı? Hayır… Onüç seneden beri Millî Gazete’deki yazılarımdan hiçbir maaş ve ücret almamışımdır. Bunlar misyon yazılarıdır. Para almam doğru olmaz. Şu hususu da açıkça belirteyim ki, araştırma, röportaj, inceleme, haber gibi gazetecilik türlerinde yazı yazsam onlar için ücret alırım. Bundan tabiî bir şey olamaz. Ama bu yazılar için değil.

Tenkitlerimi ün kazanmak için mi yapıyorum? Bu soruya da hayır cevabını samimiyetle verebilirim. Yaşını başını almış, inzivaya çekilmiş bir vatandaşım. Üne müne ihtiyacım yoktur.İslâm bilgeliği “Şöhret afettir” diyor.

Tenkitlerimi ülkeme, dinime, din kardeşlerime, vatandaşlarıma faydalı olmak için yapmaktayım.

Tenkitlerimin faydalı, yapıcı olduğuna inanıyorum.

Kaybedecek hiçbir şeyim yoktur…

Bana saldıranlar ve onları saldırtanlar kendilerinin sırça saraylarda oturduklarını akıllarından çıkartmasınlar.

Sidik yarışını kabul edecek kadar akılsız ve tecrübesiz değilim.

Olumlu tenkitlere devam…

Halkı, Müslümanları uyarmaya devam…

Elden geldiği kadar emr-i marufa, nehy-i münkere devam…

Çare ve çözüm aramaya devam…

Mecburen ve zarureten “bazılarının” öfke ve düşmanlıklarına katlanmaya devam… Halk gerçekleri bilse ne iyi olurdu. Lakin her gerçeği yazamıyoruz, söyleyemiyoruz. 06 Eylül 2004