Çarşamba

 

Yargıtay başkanı, Türkiye’nin teokratik bir rejime sahip olduğunu söylemiş. İsabetli bir hükümdür bu. Devletin resmî bir Diyanet İşleri Başkanlığı bulunacak, kabinede din işlerinden sorumlu bir bakan bulunacak, İslâm vakıfları devlet bünyesi içinde ve devlet tarafından idare edilir olacak, devletin 100 bin imamı, müezzini, müftüsü, vaizi, din dersi öğretmeni olacak, bütün din görevlilerine devlet bütçesinden maaş ödenecek de bu sistem teokratik olmayacak, böyle bir mantıksızlığı kim kabul eder? Rejim teokratik de, din ile devlet arasında uyum yok. Devlet dine ve dindara baskı yapıyor, onları yönlendirmek istiyor, kontrol altında tutuyor.

Türkiye’nin terakkiperverleri (ilericileri) laikliği Fransa’dan almışlardır ama sadece laf, slogan olarak. Fransa’da bizdeki gibi sahte bir laiklik yoktur. Orada din ile devlet gerçekten ayrılmıştır ama devlet Katolik kilisesinin okullarına hâlâ bütçeden yardım verir, onları destekler. Fransa’daki piskoposları, papazları devlet tayin etmez ve onların maaşlarını devlet ödemez.

Bizim teokratik rejimin, şubeleriyle birlikte bine yakın İmam-Hatip okulu, on yedi İlahiyat fakültesi bulunmaktadır. Laik mi, teokratik mi neyse, bizim sistem Müslümanların kestiği kurbanların derilerine kadar karışır. Vatandaşların seyahat hürriyeti vardır ama bu hürriyetten sadece hacılar yararlanamaz. Koyun sürüsü gibi devlet tarafından hacca yollanır dindarlar.

Yargıtay başkanının nutku sistemin tepesine düşmüş bir atom bombası gibidir. Bizim pişkinler fazla renk vermeseler de, bu nutuk tarihe geçecektir.

Demokrasi, insan hakları, medeniyet falan diyorlar. Hangi demokrasi, hangi insan hakları, hangi medeniyet… Bugün Türkiye Müslümanları İngiltere, Kanada, İsviçre, ABD gibi gerçekten demokrat, gerçekten insan haklarına saygı ve riayet gösteren, gerçekten medenî ülkelerde yaşayan Müslümanlar kadar hakka, hukuka sahip midir? İngiltere’de ilkokullara bile Müslüman kız çocukları başörtülü olarak gidebiliyor da bizde niçin gidemiyor? Atatürk böyle bir şeyi istemezmiş… Şu hezeyana bakın siz. Atatürk Cumhurbaşkanı seçildiğinde Anayasanın ikinci maddesinde “Devletin dini İslâm dinidir” diye yazılı değil miydi? Bu madde 1928’e kadar böyle devam etmiş, o tarihte “Devletin dini İslâm dinidir” ibaresi çıkartılmış, fakat yerine laiklik yazılmamıştır. Anayasaya laikliğin girmesi ta 1937’de, Atatürk’ün ölümüne az kala olmuştur.

Atatürk’ün eşi Latife hanım tesettürlü bir kadın değil miydi? Annesi başörtülü değil miydi? Ablası Makbule hanım başörtülü değil miydi?

Laiklik elden giderse ne cumhuriyet kalırmış, ne demokrasi. Yok canım! İngiltere’de laiklik yok ama hukuk var, adalet var, medeniyet var, insanlık var. Hem bizde gerçekten laiklik var mı ki, onu korumak için ortalığı birbirine katıyorlar?

Yargıtay başkanı bu zihniyete öyle bir şamar indirdi ki, bakalım bundan sonra ne olacak.

Bir Riyakara

Öğrenciliğinde namaz kılıyormuşsun, şimdi boşlamışsın. Hin-i hâcette, herkesin gözünün üzerinde olduğu zamanlarda kılıyormuşsun. İslâmî hizmetler sahasına atıldıktan sonra tam bir din sömürücüsü olmuşsun. İyi bir maaş, paravan firmalar vasıtasıyla bütçe hortumlamaları, avantalar, rantlar gırla gidiyormuş. Dinin imanın para olmuş. Sonra zevk, haz, konfor, lüks. Dilinden İslâm lafı hiç düşmüyor ama sen aslında su katılmadık bir hedonist ve arivistsin.

Sende eskiden ne edebiyatlar, güftugûlar, nevâlar var idi. İslâm düzeni, Asr-ı Saâdet, Hazret-i Ömer’in adaleti diyordun. Sık sık da, bilgiçliğini göstermek için, “İslâm’ın sosyolojik morfolojik strüktürünü koniksel izdüşümünün imgelenmesi ve simgelenmesi” kabilinden zırvalar ve saçmalar izhar ediyordun. “Benim üstadım Seyyid Kutub’dur” diyordun. Söyle bana, Seyyid Kutub mücadele ettiği bozuk ve tağuti düzenin yağlı kemiklerine talip olmuş mudur? Zalim diktatör Nasır’dan af dilemektense idam edilmeyi tercih eden Seyyid Kutub’tan ne kadar uzak olduğunu biliyor musun?

Hani bu düzen bozuktu. Sen niçin bu bozuk düzenin rantları, menfaatleri, kemikleri peşinde koşuyorsun? Yaptıklarını bilmiyor değiliz. Birkaç kafadar arkadaşınla birlikte paravan bir firma kurdunuz ve bütçeyi hortumlayıp duruyorsunuz. Kazandığın bunca para helal midir? “Bu düzen bozuktur, böyle düzende her halt yenir” diyorsan çok aldanıyorsun. İslâm, pis, kirli, şaibeli, haram, gayr-i meşru yollardan para kazanılmasına ışık yakmaz. Gençliğinde pek idealist görünüyordun. Yağlı kemikleri yalamaya başlayınca sende ne idealizm kaldı, ne ihlas, ne istikamet. Kabahat sende değil, seni okutanlardadır.

Nasipsizlik

Değerli hattatlarımızdan biri kalabalık bir işadamı grubunun bulunduğu lüks bir otelde hat sergisi açmış. Bu grup genellikle Müslüman, muhafazakâr insanlardan müteşekkilmiş. Sergiyi binlerce kişi görmüş lakin sadece bir adet levha satılabilmiş. Müslüman kesimin varlıklıları, malî durumu iyi olanları sanata, kültüre, kaliteye yönelik yatırım yapmıyor. Lüks mesken, lüks mobilya, lüks otomobil, lüks giyim kuşam, lüks lokantalarda yemek, lüks banyo ve helâ… Nâdir istisnâlar dışında onların aklı fikri bu. Dört arkadaş lüks bir lokantaya gider, tıkınırcasına yer içer, sonunda kocaman bir hesap pusulası öder; lakin bir sanat eserine elli milyon, yüz milyon veremezler. Bu ne korkunç nasipsizliktir. Sanata, kültüre, kaliteye önem vermemek, yatırım yapmamak gecekondu, varoş, taşra kültürünün bir neticesidir. Böyle noksanlıklar nasihatle, tenkitle düzelmez. Uzun vadeli eğitim gerekir, zihniyet değişikliği gerekir. 09 Eylül 1999