Tepkisiz Müslümanlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Cuma
Halk mı dersiniz, kamuoyu mu dersiniz, işte ondaki tepkisizlik, hareketsizlik beni dehşete düşürüyor, korkutuyor, ümitsizliğe ve karamsarlığa düşürüyor. Ümitsizlik derken, tabiî ki, Allah’tan ümit kesmiyorum, halka olan ümidim kırılıyor, azalıyor.
Tepkisizlik ne demektir?
Memlekette bir haksızlık, bir zulüm oluyor, halk GEREĞİ gibi tepki göstermiyor.
Ahlâk her gün biraz daha geriliyor, çöküyor, buna karşı da gereği gibi tepki yok.
Korkunç ve genel bir haram yeme var…
Kabul edilemez bir gelir dağılımı adaletsizliği var…
Temel haklar ve hürriyetler müzmin bir şekilde ihlâl ediliyor…
Yolsuzluklar gırla gidiyor…
Ayırım yapılıyor, bir Dönmeye bir fiske vurulunca yer yerinden oynuyor, bir Müslümana ağır bir darbe indirilince fazla bir ses çıkmıyor, hattâ bu darbe haklı bulunuyor…
Din konusunda bir takım yanlış işler yapılıyor, mesela önemli Müslüman bir şahsiyetin karısı başı açık olduğu halde erkeklerin arasında saf tutarak cuma namazı kılıyor…
Adamın biri hakkında 25 milyon dolarlık yolsuzluk yaptığı iddiasıyla dâvâ açılıyor. Bir kısım medya bu adamı millî kahraman ilan ediyor, korkunç bir yaygara ve şamata kopartılıyor…
Şehre yol yapılıyor, kaldırım döşeniyor, tam bir rezalet, yollar ve kaldırımlar daha bitmeden bozuluyor… Her tarafta laçkalık, laubalilik, işleri savsaklama, ehil olmayanlara emanetleri teslim etme, haksızlık, vurgun, bin türlü kötülük…
Tepki göstermek yasak mıdır? Değildir.
Kötülüklere, fenalıklara karşı miting yapmak, yürüyüş yapmak yasak mıdır? Değildir. Sadece idarî makamlardan izin almak gerekir. Bu izin de alınmaz bir şey değil, verilmez bir şey değildir.
Diyelim ki, milyonlarca Müslüman ellerine birer kağıt, birer kalem, birer zarf aldılar ve Başbakan’a hitaben birer dilekçe veya mektup yazdılar. Meâlen şöyle dediler:
“Sayın Başbakan!.. Size çok yakın danışmanlardan birinin karısı, başı açık olarak erkeklerle birlikte saf tutarak cuma namazı kılmış ve medya buna geniş bir şekilde yer vermiştir. İslâm dinine kesinlikle aykırı olan bu hareketi protesto ediyoruz. Danışmanınızın kulağını çekmenizi istiyoruz. Aksi taktirde gelecek seçimlerde oylarımızı kime vereceğimizi veya vermeyeceğimizi biliyoruz…
İsim, adres, imza…”
İşte bu tepki gösterilmiyor… Dönme bir yazar bir takım hezeyanlar sarfetti. Türkler şu kadar Ermeni, bu kadar Kürt kesti dedi ve medya bu adamı kahraman ilan etti. Bu dönmeyi rahatsız etmemek için bir Bakan seferber oldu ve sonunda sayın Dönme’nin başının ağrımaması, rahatsız edilmemesi, keyif ve sefasının sürmesi için gereken bütün tedbirler alındı. Böyle bir şeyin milyonlarca Müslüman vatandaş tarafından alaylı ve öfkeli bir şekilde protesto edilmesi gerekmez mi?
Ben eminim ki, bu konuda Ankara iktidarına bir tek protesto mektubu veya dilekçesi bile gitmemiştir.
Biz Müslümanlar “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” (Hadîs-i şerif) edebiyatını kendi aramızda yaparız ama bu konuda
yapmayız.
Maalesef Müslümanlar uzun yıllardan beri afyonlana afyonlana yatakta uyur, ayakta uyur hale getirilmiştir. Tepkisiz bir toplum haline getirildik. Haklarımızı aramayı bilmiyoruz. Çatlak seslere karşı gereken cevapları veremiyoruz. Tepki her zaman olumsuz olmaz.
Bir iktidar adamı, bir Belediyeci iyi bir iş yaptığı zaman tebrik edilmesi, destek görmesi gerekir. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Beyoğlu’ndaki yol ve kaldırım yapımı konusunda çok haklı, çok doğru bir çıkışta ve harekette bulundu. Yolları kötü yapan müteahhidi uyardı, yol düzgün bir şekilde yapılıp bitinceye kadar sana para ödemeyeceğiz dedi. Başkanın, bu hareketinden dolayı yüzbinlerce vatandaş tarafından yazılı olarak tebrik edilmesi gerekmez mi?
Adalet Bakanı zaman zaman şikâyet eder,
şeklinde konuşur. Doğrudur.
Ankara iktidarı başörtüsü konusunda seçimlerden önce verdiği sözleri unutmuştur. Milyonlarca vatandaşın bunu başbakana ve bakanlara hatırlatması gerekir. Telefonla değil, sözle değil, yazıyla.
Telefonla Başbakana ulaşmak mümkün müdür? Değildir.
Lâflar uçar gider, yazılar kalıcıdır, tesirlidir.
Halkın, haklarını aramak için gerektiğinde adlî makamlara müracaat etmesi de gerekir. Bizde bu konuda da şuur yoktur, israr yoktur, yol yordam bilme yoktur.
Haklarımızı aramak için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne müracaatı da doğru dürüst yapamıyoruz, başaramıyoruz.
Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen bir toplum sonunda yılanların kurbanı olmaya mahkumdur.
Tepki demek sadece resmî makamlara gönderilen mektup ve dilekçeler demek değildir.
Milyonlarca halkın birbiriyle de mektuplaşması gerekir.
Meselâ:
konusu hakkında mektup şeklinde çok ciddî, çok doğru, çok sahih bilgiler ihtiva eden (içeren) bir iki sayfalık bir metin hazırlanır, bastırılır. Halk bunlardan satın alır (Maliyet fiyatına) ve mektup şeklinde (el yazısıyla veya bilgisayarla ilave yaparak) tanıdıklarına postayla gönderir. Diyelim, bir sene içinde böyle bir milyon mektup gönderilir. Sonunda ne olur? Dönmelik konusunda büyük bir uyanma, aydınlanma, toparlanma olur. Biz bunları yapmıyoruz.
Öyle câhil vatandaşlar var ki, bazen sokakta beni görüyor ve lâf arasında soruyor: “Masonlukla Dönmelik aynı şey midir?..” Bu cahilleri nasıl bilgilendireceğiz?
Yıllardan beri ülkemizde bir Nazım Hikmet propagandası hüküm sürmektedir. Dönme medyası Nazım’ı kahramanlaştırmış, neredeyse tanrılaştırmıştır. Dönmeler hem Nazımcı hem Atatürkçü’dür. Bir beyinde, bir yürekte birbirine zıt bu iki sevgi, bu iki ilgi nasıl biraraya gelebilir.
Yüzbinlerce vatandaşın Dönme medyacılara sorması gerekmez mi? “Atatürk rejimini devirmek isteyen, Atatürk’ü makamından indirmek isteyen bir Bolşevik şairi, siz Atatürkçü olarak nasıl baştacı edebiliyorsunuz? Bize bunu anlatabilir misiniz?”
Müslüman halk, kendi kardeşlerini de uyarmak için birtakım tepkiler göstermek zorundadır. Mesela
bayrağını kaldırmış dinî bir cemaate şu şekilde mektuplar gönderilmelidir:
diyebiliyorsunuz?
Evet, Diyalogçu ve hoşgörücü cemaatin ileri gelenlerine böyle yüzbinlerce, hattâ milyonlarca mektup gönderilmelidir. Diyanet Başkanı, siyasî iktidarın baskısıyla her yıl şatafatlı (sünnete aykırı) Diyalog ve hoşgörü iftarları vermekte, bu iftarlarda patrikler, hahambaşılar, başka dinlerin rüesası (başkanları) güle oynaya iftar etmektedir. Fesubhanallah! Böyle iftar olur mu? Sayın Diyanet Başkanı’nın milyonlarca mektup ve dilekçe ile uyarılması, olumlu bir şekilde tenkit ve protesto edilmesi gerekmez mi?
Bize karşı olanlar, bizim tepkisizliğimizi, hem yatakta hem ayakta uyuduğumuzu, bir nevi uyurgezer olduğumuzu bildikleri için yanlışlıklarına, haksızlıklarınâ fütursuzca devam etmektedir.
Halkımızı uyarmak gerek, ama nasıl? Biz en kısa zamanda uyanmazsak, bir gün gelecek çok feci bir şekilde uyanacağız ama o zaman iş işten geçmiş olacak. 28 Ocak 2006