Tepkisiz Toplum
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Şubat 2019
Pazartesi
Herhangi bir belediye bir yolun yapımını bir müteahhide vermiş. Müteahhid işi kuralına göre yapmıyor. Toprak zemin üzerine kum dökülüyor, onun üzerine granit taşları döşeniyor, aralarına kum serpiştiriliyor, silindirle üzerlerinden geçiliyor. Başlangıçta parke taşı yola benziyor ama bir iki mevsimde bozulacaktır. Yağmurlar, sel suları taşların arasındaki kumları götürecek, vasıtalar geçtikçe yolun bir kısmı çökecek, altı aya varmadan yol yolluktan çıkacaktır.
Medenî bir ülkede böyle bir yol yapılırken öncelikle kimler ikaz eder, uyarır? Elbette ki, o yolun kenarında evi ve işyeri olan vatandaşlar. Almanya’da, İsveç’te, Finlandiya’da, Fransa’da, Avusturya’da, İsviçre’de bir şehirde böyle uyduruk, böyle yalap şalap cadde ve sokak döşenebilir mi? Mümkün değildir. Vatandaşlar dilekçe yazar, telefon eder, bizzat gidip ilgilileri uyarır; gazeteler yazı yazar, fotoğraf basar ve işin kuralına göre yapılması için çalışılır.
Bizde böyle bir uyanıklık yoktur. Ev sahipleri, esnaf kötü yolun yapımını aval aval seyreder, hiçbir tepkide, hiçbir girişimde bulunmazlar.
Almanya’daki “Bürgerinitiation” (Vatandaş teşebbüsü) bizde yoktur.
Kaçak inşaat yapılır, bir binaya kaçak kat çıkılır; şikâyet, tepki olmaz.
Gıda maddesi üreten bir firma, kurallara aykırı mallar satar; yine şikayet ve tepki yok.
Bir köşe çöplüğe dönüşür, pis kokular saçar, çirkin bir manzara arzeder; tepki ve şikayet yok.
Şehir vapurlarında resmî bir yafta asılıdır, geminin alabileceği azamî (en fazla) yolcu sayısı belirtilir. Sabah ve akşamlarda bu rakamın iki misli yolcu bindirilir; halktan bir şikâyet ve tepki gelmez.
Velhasıl haklarını aramayan, iyilikleri teşvik, kötülükleri protesto etmeyen, gerektiğinde yazılı şikâyet yapmayan, bir aksaklığı bildirmek için ilgili resmî makamlara dilekçe vermeyen tepkisiz bir toplum haline gelmişizdir.
Demokrasi demokrasi deniliyor, bir sürü boş edebiyat yapılıyor. Halkında (müsbet, yapıcı mânâda) muhalefet ruhu ve zihniyeti olmayan, iyilikleri destekleyip kötülükleri kösteklemeyen, bu konularda teşebbüs (girişim) sahibi olmayan bir toplum nasıl demokratik olabilir?
Bana ne…Bana dokunmayan yılan bin yaşasın…Aman başımı belâya sokmayayım…Bu zihniyet toplumları çökertir. Bu zihniyet kokuşmaya, çürümeye, pisliğe yol açar.
Ülkemizdeki tepkisizliğin ana sebeplerinden biri de toplumumuzun şifahî bir toplum oluşudur. Bizde kötülükleri telefonla ihbar etmek bir netice vermez. Şikayetlerin, tepkilerin, müracaat ve teşebbüslerin mutlaka yazılı ve usulüne uygun olması gerekir. Bütün medenî ülkelerde olduğu gibi bizde de vatandaşların resmî makamlara dilekçe vermek ve bunların cevabını almak hakkı vardır. Dilekçelerin tesirli olması için ciddî ve kaliteli olması gerekir.
Bir sayfada yüz tane imlâ ve cümle hatâsı… Bozuk bir ifade…Ne dediği, ne istediği anlaşılmıyor… Böyle bir dilekçeden ne hayır gelir?
Tepki göstermek, hakkını aramak, vatandaşlık vazifesini yerine getirmek, şikayet etmek için yazılacak yazılar, dilekçeler konusunda vatandaşları eğitmek gerekir. Eskiden İstanbul’da arzuhalciler vardı, halk tabakasının mektuplarını, istidalarını (dilekçelerini) yazarlardı. Zamanımızda da bürolar açılmalı; elleri kalem tutan, kültürleri yeterli, ehliyetli yazıcılar müracaat eden vatandaşlara, yukarıda mevzuubash ettiğim konularda dilekçe yazmalıdır. Memlekette o kadar çok şikâyet konusu, uyarma konusu olacak bozukluk, aksaklık var ki, halkımızda şuur olsa, tepki zihniyeti olsa, yapıcı muhalefet olsa böyle bürolar dolup dolup boşalır.
Daha tesirli olması için bazı yazılar ve dilekçeler, ilgili şahıs ve makamlara noter kanalıyla gönderilmelidir.
Senelerden beri bazı tarihî camilerimizden kıymetli antika halılar, şamdanlar, hat levhaları, çiniler, ağaç işlemeli eşya çalınıyor. En son Üsküdar tarafından tarihî bir caminin çok kıymetli hüsnühat levhaları değiştirilmiş, yerlerine sahteleri konulmuş, bu yeni levhaların sahteliği göze çok çarptığından, onlar da kaldırılmış ve yerleri boş bırakılmıştır. Acaba bu caminin cemaati, bu camiyi ziyarete gelenler, bu anormal durumu ilgili resmî makamlara, savcılığa, emniyete, Diyanet’e bildirmişler midir? Hiç zannetmem.
Sultanahmet’te Osmanlı’nın son yıllarında inşaa edilmiş olan meşhur hapishane binası beş yıldızlı bir otel haline getirilirken, cezaevi kompleksine dahil “Hayyâtîn-i Hassa Camii” yazılı Osmanlıca sülüs celi levha yok edildi. Hafızam beni yanıltmıyorsa, ünlü hattat Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer tarafından yazılmış olan bu levha kaybolunca oranın halkı “Yahu sokağa bakan bu duvarda kocaman mermer bir kitabe vardı, restorasyon tahtaperdesi açılınca o levhanın yerinde olmadığını gördük. Bu levha nereye gitti?..” diye sorup da birkaç yere dilekçe verdiler mi?
Maalesef toplum olarak yatakta uyuyoruz, ayakta uyuyoruz, yürürken, merdivenden çıkarken hep uyuyoruz.
Tarihî suriçi İstanbul’unun göbeğinde uzun yıllardan beri bir kültür fâciası sergileniyor. Cağaloğlu’nda Hadım Hasan Paşa medresesinin yarısı yıkılmış, geri kalan yarısı tam bir harabe ve mezbelelik halinde, duvarları kirden kararmış, mermer kitabeleri kırılmış çatlamış, içi pislik yuvası olmuş. Bir İslâm Osmanlı eseridir bu. Burada bir kilise harabesi bulunsaydı böyle kalır mıydı? Yurt dışından gelen yardımlarla hemen restore edilirdi. Peki, İstanbul’un Müslüman Türklere ait olduğunun tapu senedi olan anıtlarımızdan biri uzun senelerden beri niçin bu vaziyette bekletiliyor? Devletin, Vakıflar’ın parası mı yoktur? Hiç olmaz olur mu? İstanbul’da yaşayan Müslümanlarda tepki olsa, şuur olsa, teşebbüs olsa, muhalefet ruhu olsa bu tarihî ecdat binası böyle kalır mıydı?
Şifahî toplum zihniyeti, bedevîlik bizim belimizi bükmüş de haberimiz bile yok.
Son günlerde iki genç kızımız çocuk hapishanesine konuldu. Neymiş, Malatya’da başörtüsü yasağını protesto gösterisi yapmışlar. Bu kızlar hapse atılınca şu ülkedeki on milyonlarca Müslümandan bir tepki geldi mi? Gelmez, gelmez… Çünkü maalesef Müslümanlar da afyonlanmış, tepkisiz bir hale getirilmişlerdir.
Vaktiyle Ecevit hükümeti zamanında başörtüsü konusundaki antidemokratik icraatı yüksek sesle tenkit eden birtakım Müslümanların şimdi hiç sesleri çıkmıyor. Aman partimize bir zarar gelmesin. Be musibetler, sizin partiniz dininizden yüksek midir?
Sivas’ta vicdanlı bir Alevî vatandaşımız Sivas hadiseleri ile ilgili çok önemli beyanlarda, ifşaatta bulundu, akılları durduracak açıklamalar yaptı. Bunun üzerine kaç Müslüman aydın, vatandaş, temsilci Sivas’a gidip onunla görüştü, yerinde bilgi aldı, teşebbüse geçti? Alevî vatandaşımızın söyledikleri Sivas dâvasının yeniden görülmesi için bir kampanyanın başlatılmasına yol açmalıydı.
İyi, güzel, doğru bir iş yapılır; toplum onları tebrik ve takdir etmez… Kötü, çirkin, yamuk işler yapılır; toplum onları da protesto, şikâyet etmez… İnsan hakları ihlal edilir; vatandaşlardan ilgili makamlara binlerce, on binlerce, yüz binlerce dilekçe verilmez… Böyle bir toplum nasıl adam olur? Haklarını nasıl korur?
İyiliği teşvik etmeyen, kötülüğü engellemeye çalışmayan kimse, Gincinnati Üniversitesi’nden de mezun olmuş olsa, Bağdat caddesinde lüks bir meskende de otursa, pahalı bir otomobille de gezse, çuvalla para kazansa yine de bedevî ve moloz bir vatandaştır. Kendi haklarını, ülkesinin, halkının, devletinin hukukunu savunmayan bir vatandaş bedevîdir, şifahı kültürlüdür.
Biz Müslümanlar sadece kendimizin, halkımızın haklarını aramakla mükellef değiliz. Bu memleketin hayvanlarını, bitkilerini, balıklarını, denizlerini bile korumak bizim vazifelerimiz içindedir.
Bugünkü halimizle biz nerede, Müslümanlık nerede… 14 Ekim 2003