SalıBatı dünyasında terakki (ilerleme) aleyhinde olan filozoflar, düşünürler, bilgeler çoktur; bu konuda nice kitaplar yazılmıştır. İlmin ve fennin (tekniğin) sayesinde insanlık her gün yeni âletlere, güçlere, imkânlara kavuşuyor ama bütün bu ilerleme hikmetin (bilgeliğin), evrensel ilahî ilkelerin kontrolunda olmadığı için insanlık kendi kıyametini hazırlıyor, korkunç bir felakete doğru yol alıyor.

İnsanlar keşke nükleer enerjiyi kullanacak imkânlara sahip olmasalardı. Bu enerji ile ilk önce atom bombasını yaptılar ve bakalım nasıl oluyormuş diyerek 1945’te Japonya’da Hiroşima ve Nagazaki’ye attılar. Birkaç dakika içinde birkaç yüz bin insan yok oldu, toz oldu.

Atom bombasını yapan alimlerde, ilimleri kadar vicdan, iz’an, hikmet olsaydı, “Hayır, biz bu ilmi tatbikata dökmeyiz” derlerdi. Bazıları sonradan pişman oldu ama iş işten geçmişti.

Şimdi yer yüzünde insanlığı ve dünyayı birkaç yüz kere yok edecek nükleer silah var. Bütün devletler anlaşsalar, bu silahları yok etmek isteseler bile bu da kolay değil. Pandor’un kutusu açılmış bir kere, kötülükleri tekrar içine sokamazsın.

Terakki hız cinnetini getirdi. On dokuzuncu asrın ilk yarısında lokomotif ve demiryolu yapıldığı zaman o ilkel trenler saatte on iki kilometre yol yapıyormuş. Paris İlimler Akademisi’nde heyecanlı ve ateşli bir toplantıda birtakım bilginler “İnsan vücudu sürekli böyle bir sürata dayanmaz…” diye feryad edip bağırışmışlar.

Çinlilerle alay etmek için terakkiye tapan Avrupalılar şöyle bir fıkra uydurmuşlardır: Şanghay ile Pekin arasında demiryolu yapılırken cahil bir köylü sormuş: Bu nedir?.. Bu demiryolu üzerinden ateşle ve buharla çalışan bir âlet, senin yürüyerek on dört günde aldığın yolu bir günde alacak demişler. Çinli hayretle: Peki geri kalan on üç günde ne yapacak cevabını vermiş.

Avrupalı mı haklı, Çinli mi? Kontrolsüz terakki yüzünden insanlık ve dünya battığı zaman hangisinin haklı olduğu anlaşılmış olacaktır.

İlk yolcu uçakları 150-200 kilometre hız yapıyordu. Bunu beğenmediler, kademe kademe birkaç misline çıkarttılar. Concorde uçağı saatte bin kilometreden fazla yol yapıyormuş. Terakki-taparlar bunu da beğenmiyor, sesten beş misli fazla gidecek bir uçak projesi üzerinde çalışıyorlar. Lüzumlu mu, faydalı mı?.. Bunu fazla düşünen yok.

Terakki en fazla savaş sahasında kendini gösterdi. Birinci dünya savaşında o zamanın cılız ve küçük uçakları gökten ateş ve ölüm yağdıramazmış. Uçak kendini ve iki pilotunu zor taşıyor. Birkaç kilo çivi alırlar, düşman şehrinin üzerine bunları saçarlarmış, yahut birkaç kilo patlayıcı madde. Şimdi dev uçaklar, korkunç füzeler dehşetli tahrip ve öldürme gücüne sahip.

İlim, fen terakki etti ve atom silahlarının yanında biyolojik ve kimyevî silahlar da yapıldı. Bir şehrin, bir ülkenin üzerine öldürücü mikroplar taşıyan bir füze patlatacaklar ve milyonlarca insanı hastalandırıp öldürecekler. Yahut zehirli gazla soykırımı yapacaklar.

İslâm’ın üstün taraflarından biri de savaşı kutsallaştırmış olmasıdır. Hazret-i Ebû Bekir’in Suriye ordusuna bir emirnamesi varır: Muharip olmayan sivillere, kadın ve çocuklara, ihtiyarlara ilişilmeyecek; inzivaya çekilmiş, ibadetle meşgul olan din adamlarına ve keşişlere dokunulmayacak; meyveli ağaçlar kesilmeyecek; hayvanlar öldürülmeyecek. Selahaddin Eyyubî, Hazret-i Ebû Bekir meşrebinde bir Müslümandı. Bu yüzden Kudüs’ü Haçlılardan istirdat ettiği (geri aldığı) zaman kan dökmedi.

Osmanlılar yükseliş ve satvet zamanlarında, Şeriat’ın kutsal prensipleri ışığında savaşı elden geldiği kadar insanîleştirdiler. Yüz bin kişilik ordu geçerdi de ekili bir tarla veya bostan çiğnenmezdi. Ekili arazide atını otlatmanın cezası idamdı.

Sultan Birinci Murad Hüdavendigâr zamanında Osmanlılar Edirne’yi almışlardı. Civardaki Rum köylüleri korkmuşlar, ormanlara saklanmışlar. Üzüm mevsimiymiş. Osmanlı askerleri bağlardan üzüm alıp yemişler, üzümlerin paralarını çaputlara sarıp asmalara bağlamışlar. Bir müddet sonra evlerine dönen Rumlar bunları görüp şaşmışlar.

O zamanın tarihî, sosyal, kültürel, hukukî konteksti içinde muharipleri öldürmek, kadınları esir almak, ganimet toplamak vardı ama hiçbir zaman bugünkü kadar vahşet, gaddarlık, insafsızlık, kan dökücülük olmamıştır.

Ahlâk ilim ve teknik kadar ilerlemezse terakki faydadan çok zarar verir. İşte insanlığın hali.

11 Eylül’de Amerika’nın başına gelenler, kendi yaptıklarının bir cezasıdır. İkiz kulelerde ölenlerin on bin civarında olduğu söyleniyor. Amerika şimdiye kadar dünyanın çeşitli yerlerinde kaç on bin, kaç yüz bin, kaç milyon insanın doğrudan doğruya veya dolaylı olarak katili olmuştur. Hiroşima, Nagazaki, Irak, Vietnam…

Amerika’nın emperyalizmi, adaletsizliği, gaddarlığı, hikmetsizliği yüzünden her yıl Üçüncü Dünyada yüz binlerce insan açlıktan ölüyor.

İnsan zaman ve mekân içinde yaşayan bir yaratıktır. İnsanın boyutları vardır. Dünyanın sınırları ve boyutları vardır. İnsan bu sınırları ve boyutları bilmeli ve yeryüzünde bunlara uygun bir nizam ve düzen içinde yaşamalıdır.

Batı medeniyeti sınır ve boyut tanımıyor. Batı medeniyeti hududullahı (Allah’ın sınırları) tanımıyor.

Batı medeniyeti şeytanî terakki sayesinde biojenetik manipülasyonlara girişmiştir. Aklıselim, hikmet, din buna izin vermez. Bunlar rahmanî değil, şeytanîdir.

İslâm dini bu dünyanın fanî ve geçici olduğunu, burasının bir tarla olduğunu, mahsulünün âhirette alınacağını, yeryüzü hayatının bir imtihan, bir oyalanma yeri olduğunu haber veriyor.

Hazret-i İsa aleyhisselam “Dünya bir köprüydü, insanlar bu köprünün üzerine evler yaptılar” diyor.

Dünya sadece Amerikalıların, zengin ülkelerin mekânı değildir. Dünya nimetlerinde bütün insanların hakları vardır. Beyaz, siyah, sarı herkesin doymaya, başını sokacak bir meskene sahip olmaya, güven içinde korkusuz yaşamaya hakkı vardır.

New York’taki terör yüksek ilmin ve tekniğin desteğiyle yapılmıştır. Kuş kadar aklı olan kişi böyle bir işi Bin Ladin’in, fukara Afganlıların yapamayacağını idrak eder. Elde hiç bir delil yokken zavallı, çilekeş Afgan halkını vurmak insafa, adalete, vicdana sığmaz.

Yanlış anlaşılmasın, ben hiç ilerleme, hiç terakki olmasın demiyorum. Terakki ve ilerleme aklıselimin, hikmetin, evrensel ilahî ilkelerin kontrolunda olsun ve insan boyutunun, dünya imkanlarının sınırları zorlanmasın diyorum.

Terakki, ilerleme, ilerleme, ilerleme… Sonunda insanlık yok olacak, dünya batacaksa böyle terakkinin ve ilerlemenin kıymeti olur mu?

Terakki bir puttur. Onun perestişkârları (ona tapınanlar) da sapık putperestlerdir. 03 Ekim 2001