Çin lokantası, Japon lokantası, Kore lokantası, Zen lokantası, İtalyan lokantası, İspanyol lokantası, Rus lokantası, Meksika lokantası, Fransız lokantası, İngiliz lokantası… Paralı, mutlu, zevk ü sefa düşkünü; yaşamak için değil, yemek için yaşayan, hazım cihazları ve tenâsül uzuvları haddinden fazla faaliyette bulunan bir kesim lokantadan lokantaya koşmakta, eski Romalılara taş çıkartırcasına tıkınmaktadır.

Fiyatlar mı? Beş milyon, on milyon, yirmi milyondur adam başına. Karidesler, midyeler, istakozlar, jambonlar, şnitzeller, koklet paneler, soslu böfler, milföyler, krem şantiyiler, beyaz şarap soslu levrek balıkları, yerli ve yabancı şaraplar, or dövrler, masalarda mumlar, haha hiler, fingirdemeler, hihi hiler, garç gurç diye çiğnemeler, gluk gluk diye yudumlamalar, âniden geğirmeler, yapmacık kibarlıklar ve daha neler neler.

Bu sofralarda en az ekmek yenir. Hani şu fakir fukara takımının, belediyenin ürettiği ucuzunu almak için saatlerce kuyrukta beklediği ekmek. Mutlu ve putlular ekmek yerler mi hiç? Onlar işkembelerini ucuz şeylerle doldurmazlar. En pahalı, en lüks, en nadide yemekleri atıştırır köftehorlar.

Otomobilleri, on, yirmi, otuz milyardır. Üzerlerindeki elbiseler, roblar en pahalısındandır. İtalya’dan gelen mâhir terziler bir milyara bir takım elbise dikiyorlarmış. Kadınların mantoları da o kadarmış. Göbekler şiş, cüzdanlar şiş; işleri iştir onların.

Menba suyu bile içmezler. Yerli maden suları midelerine dokunur. Şarap, viski, cin, votka, şampanya, saki içerler. Perrier, Vichy, başka maden sularını yudumlarlar. Onların geğirtileri bile uygarcadır, batı usulüne uygundur. Halk garç diye geğirir, onlar nazikçe gırç diye geğirir.

Yerler, zıkkımlanırlar, gece geç vakit evlerine dönerler. Leş gibi uyurlar, leş gibi kalkarlar. Ertesi gün, “Dün Restoran Parisyen’deydik, füme somon balığı nefisti, ben onun ardından beyaz şarapta terbiye edilmiş nefis bir kotlet yedim, karım tavşan ızgarası yedi” şeklinde aklınca ballandıra ballandıra anlatırlar. Ne olacak görmemişler. Lokantada, sofra başında bu kadar oturan adam ne yapar? Bir o kadar da helâda oturur. Bunlarınki de hayat mı? Ömürlerinin büyük kısmı sofrada ve helâda geçiyor.

Hırsızlar

Vakıf eşyayı çalan, satan, yakan namussuz ve şerefsizlere hitap ediyorum. Sizin bu yaptığınız karı satmaktan daha alçakça bir iştir. Camilerde kıymetli el dokuması halı ve kilim kalmadı. Kıymetli, tarihî, vakfedilmiş hüsn-i hat levhaları da yok oldu. Şamdanlar, çiniler, tahta ve madenî işlemeler sırra kadem bastı. Restorasyon dolayısıyla kapanan büyük bir cami büyük bir talana ve yağmaya uğradı. Hırsızlar, ellerinden gelse duvarları da söker satar… İstanbul’da vakıfların Topkapı’daki deposu (Eski Yenikapı Mevlevihânesi) soyuldu ve ondan sonra yangın çıktı. Vakıf depolarından çalınan kıymetli halılar Avrupa halıcılarında satışa sunuluyor. Hırsızlık çok kötü bir şeydir. Vakıf eşyayı çalmak ise hırsızlığın en kötüsüdür. Allah böyle hırsızların belâsını versin. Bu yolla kazandıkları ateş olsun, dünyada ve âhirette onları yaksın. Kahrolasıcalar!

Savonarol

Hıristiyanlık tarihi, 15’inci asırda papa seçilen 6’ncı

Aleksandr Borjiya

gibi ahlâksız ve dinsiz bir papaz görmemiştir. Bu adam Hazret-i İsa’nın sanki zıt kutbuydu. Kızı Lükres’i metres olarak kullanıyordu. Oğlu Sezar da, bu kızkardeşlerini kullanmaktaydı. Aleksandr Borjiya’nın yapmadığı rezalet, fenalık, işlemediği kötülük kalmamıştır. Tarih kitapları, akşamdan itibaren Roma’nın fâhişelerinin Vatikan sarayında toplandıklarını, sabaha kadar bin türlü azgınlık ve fuhşiyat işlendiğini yazıyor.

Savonarol

, o tarihlerde yaşamış, Papanın ve Papalığın bu hale düşmesine isyan etmiş bir papazdır. Dominiken tarikatına mensuptu, ateşli vaazlar veriyordu. Bir ara Floransa’da teokratik ve demokratik bir cumhuriyet kurmuş, fakat sonunda Katolik kilisesinin eline düşmüş, hapse atılmış, işkenceye mâruz kalmış ve 1498’de yakılarak idam edilmiştir. Katolikler kendi miladî 15’ci yüzyıllarında nasıl büyük buhranlar, rezaletler, skandallar, hıyanetler yaşamışlarsa

İslâm dünyası da, 15’inci hicrî asırda vahim krizler yaşamaktadır.

İkinci dünya savaşından sonra başlayan

hürleşme çığırı

, maalesef dejenere edilmiştir.

1956 ile 1962 yılları arasında bütün şiddetiyle hüküm süren Cezayir millî kurtuluş savaşını düşünüyorum.

O savaş islamî bir heyecan ile yapılmıştı. Fransızlar kovulup ülke bağımsız olduktan sonra islâmî bir düzen kurulacağı, Müslümanların kendi asıl kimliklerine döneceği propagandası yapılıyordu.

Maalesef Cezayir kurtulduktan sonra orada sosyalist bir dikta rejimi kurulmuş ve işler sonunda bugünkü hale getirilmiştir.

Arap yarımadasında, başka Arap ülkelerinde büyük miktarda petrol çıkartılmakta, fakat bundan

elde edilen efsânevî servetler İslâm için, Müslümanlar için harcanmamaktadır.

İslâm dünyasının her yerinde çeşit çeşit baskılar, zulümler, gafletler, hıyanetler, cahillikler görülüyor. Şu Afganistan’a bakınız. Rusları kovdular ve şimdi kendi kendilerini yemekle meşguller. Kelle sayısı itibarıyla 1,5 milyar nüfusa sahip olan Müslümanların beş milyonluk İsrail kadar nüfuzları, tesirleri, ağırlıkları kalmamıştır.

Özbekistan uzun bir Sovyet işgalinden sonra bağımsız oldu.

Halk dine sarıldı, her yerde camiler, mescidler yapıldı, din dersleri verilmeye başlandı. Sonra ne oldu?

Oradaki hükümet yeni açılan cami ve mescidleri kapattı ve Ezan okumayı yasakladı.

Kadınların başlarını örtmelerini de suç saydı.

1924’te İslâm dünyası İmamet-i Kübra müessesesini kaybetti.

O tarihten bugüne kadar Müslümanlar ruhânî bir din büyüğüne sahip değiller. Her İslâm ülkesinde bir sürü fraksiyon peydahlandı. İhtilalci Müslümanlar, radikaller, entegristler, fundamentalistler, selefiler, mezhepsizler, tarikatlar, şucular, bucular, ocular. Tam bir tavaif-i müluk devri. Büyük bir zenginliğe, madde gücüne, paraya rağmen Müslümanların çağ seviyesinde ve İslâm’a layık eğitim sistemleri, üniversiteleri, medyaları, araştırma müesseseleri yoktur.

Müslümanlar iki şeyin gerisinde kalmışlardır. Biri İslâm, ötekisi çağdır. Bu yüzden de marjinalleşmişler, tarihin kenarına sıkışmışlardır.

Bugünkü rezillikleri ve hıyanetleri protesto eden Müslüman Savonarol’ler zuhur ederse, âkıbetleri taşlanmak ve dışlanmak olacaktır. Çünkü

Müslümanları parçalanmış bir vaziyette tutan, küçük saltanatlarını büyük gerçeklerin üzerinde gören, kendilerine iman edip

enelerine tapan Müslüman Borjiya’lar

Savonarol’lerden nefret ederler.

07 Kasım 1998