Çarşamba

 

Entegrist (Bütüncü) bir Müslüman olmak başka şeydir, fanatik olmak başka şey.

Gerçek dindar hiçbir zaman fanatik değildir.

Tarih boyunca Hıristiyanlara ve Yahudilere en fazla tolerans göstermiş; onlara din, vicdan, ibadet, kimliğini koruma hürriyetini bahş edenler Müslüman toplumlar olmuştur.

Ülkemizde şu anda en fanatik, en yobaz, en tahammülsüz, en militan, en baskıcı, en tabucu, en anti-demokratik kesim,

kendilerine çağdaş diyen, ileri ve medenî olduklarını iddia eden birileridir.

Onlar demokratmış. Sevsinler!.. Nasıl demokrat oluyorlar?

* Çoğunluğu ezerek mi?

* Çoğunluğun temel haklarını ve hürriyetlerini kısıtlayarak, kabul etmeyerek mi?

* Çoğulculuğu reddederek mi?

* Azınlığın çoğunluğa tahakküm etmesini normal, meşru görerek mi?

* Vatandaşları tek kılıklı, tek zihniyete, sahip, tek ideolojiye bağlı olmalarını isteyerek ve mecbur ederek mi?

İnsan

“demokratım, çağdaşım, ilericiyim, medenîyim…”

demekle bazen öyle olmaz. Bunların şartlarını yerine getireceksin ki, olasın. Demokrat olmak için öncelikle evrensel insan haklarını ve hürriyetlerini halkın tamamına, bilhassa

“ötekilere”,

kendi gibi olmayan ve düşünmeyenlere de tanıyacak ve kabul edeceksin.

Biri dekolte, göğsü bağrı açık, mini etekli gezebilecek; ötekisi başını eşarpla örtemeyecek…
Böyle eşitlik olur mu? Eşitlik olmazsa demokrasi olur mu?

Demokrasi, çağdaşlık, ilericilik diye zart zurt edenler bana, üniversitelerine ve yüksek okullarına başörtülü Müslüman öğrencileri almayan bir tek demokrat ülke gösterebilirler mi? Gösteremezler…

Fransa Mransa diye zevzeklik etmesinler.

Fransa’da BÜTÜN üniversitelerde ve yüksek okullarda başörtüsü ile okumak serbesttir.

Orada, Müslümanlara

“İslâm Koleji veya Lisesi”

kurma hakkı tanınmıştır.

Temel insan hakları ve hürriyetleri içinde kıyafet hürriyeti de vardır. Türkiye’de bu hürriyet çoğunluğa tanınmıyor.

Mesela 29 Ekim resepsiyonu için hazırlanan dâvetiyelere
“Yabancı misyon mensupları millî kıyafetleriyle gelebilirler. Türkiye vatandaşları gelemezler. Smokin veya koyu renkli elbise, kravat mecburîdir…”
deniliyor.

Bir Arap agel ve kefiye ile, bir Afrikalı entari ve takke ile, bir Hintli İstanbul’in ile, bir Sih kırmızı sarık ile gelebiliyor

ama bir Türk Zeybek kıyafetiyle gelemiyor.

Demokrasi, hürriyet bu mudur?

Bu ülkede İbranî, Ermeni, Rum, Süryanî, Çin, Japon, Habeş, Sanskrit, Kril ve daha bir sürü alfabe ve yazıyla yayın yapabilirsiniz ama milletimizin 1000 yıl kullanmış olduğu millî yazı ile yapamazsınız.
Demokrasi, hürriyet, çoğulculuk bu mudur?

Demokrat insan, kâmil

(olgun)

insan ötekilere de hak tanıyan, ötekilerin de eşit olduğunu kabul eden kimsedir.

Türkiye’nin bir millî kimliği, bir millî kültürü vardır.

Bunları inkâr eden, bunlara bağlı çoğunluğu ezen, tehdit eden, onları tehlike olarak gören, insan haklarını ihlâl eden,

“ötekileri”

korkutup sindirmeye çalışan kimseler asla ve asla demokrat değildir, çağdaş değildir, laik değildir.

Bu ülkede en demokrat, en hoşgörülü, en tahammüllü, çoğulculuğa en fazla imkân tanıyan kimseler okumuş, aydın, gerçek Müslümanlardır.

Son aylarda sergilenen fikirlere, görüşlere, hareketlere bakınız, iddialarımın ne kadar doğru olduğunu kabul edersiniz.

Çanakkale’ye Gideceğiz!

Biz Müslümanlar mucizelere ve kerametlere inanırız. Ateistler, materyalistler, pozitivistler, rasyonalistler bunlara inanmaz. Onların biz Müslümanlara

“Siz de inanmayacaksınız”

diye baskı yapmaya hakları yoktur. Bizim dinimiz bize, onların dinsizliği ve inançsızlığı onlaradır.

Müslümanlara din, inanç, ibadet konusunda baskı yapmak evrensel insan hakları ilkelerine aykırıdır.

Böyle baskılar iç barışı, toplumsal uzlaşmayı berhava eder, büyük fitne ve fesat çıkartır.

Dinsizler son yıllarda Müslümanların akın akın Çanakkaleye gidip şehitlikleri ziyaret etmesinden son derece rahatsız oluyor, modern tâbirle

bu inanç turizmini hurafe, safsata ve çağdışılık olarak vasıflandırıyor.

Böyle bir tutum ve davranış tamamen çağdışıdır.

İnanan inanır, inanmayan inanmaz, kimse birbirinin işine karışmaz.

Çanakkale’de 1915’te ve onu takip eden savaş yıllarında kerametler, ruhanî hârikulâde haller görülmüştür.

Biz Müslümanlar oralara gideceğiz, atalarımızın şehit ve gazi olduğu o vatan topraklarını ziyaret edeceğiz ve hatıralarını canlı tutacağız.

Bizi bundan kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz.

Şehitliklerde Kur’ân okuyacağız, sevabını bu vatan için can vermiş olanlara bağışlayacağız. Allah’a dua edeceğiz. Oralarda namazlarımızı kılacağız… Bunlar bizim en tabiî haklarımızdır.

İslâm bundan 1400 yıl önce insanlığa

Hazret-i Muhammed

tarafından tebliğ edilmiştir. O, hiçbir okulda veya üniversitede okumamıştı. Ümmî idi. Hocalardan ders görmemişti. Böyle ümmî bir Zatın tarihin en büyük inkılabını gerçekleştirmiş olması büyük bir mucize, harika, olağan dışı ve olağan üstü bir hadise değil midir?

O ümmî Zatın dininin ve dünya nizamının çağımızın bir numaralı gündem maddesi oluşu da mucize değil midir?

Her yıl yüz binlerce Batılının İslâm dinine girmesi, o mucizelerin bir devamı değil midir?


Onüçüncü yüzyılda Konya’da hocalık ve müridlik yapan bir zatın (Mevlâna’nın REB) kitaplarının son yıllarda

Amerika’da en çok satan ve okunan kitaplar

oluşu, Peygamber mucizelerinin bir uzantısı değil midir?

İnanmayanlar, inkârcılar, yalanlayıcılar, ateistler, materyalistler, rasyonalistler, evrimciler, devrimciler, şucular, bucular, Bolşevikler, Tapınak Şövalyeleri, Yalancı Mesih bağlıları bizim inançlarımıza, mucizelerimize, kerâmetlerimize, harika hallerimize, olağanüstü tecellilerimize burunlarını sokmasınlar…

Evet, Çanakkale’ye gideceğiz, şehitlikleri ziyaret edeceğiz, mucize ve kerametlere inanacağız, Kur’ân okuyacağız, namaz kılacağız… Bizi bunlardan hiçbir güç alıkoyamayacaktır.

24 Mayıs 2007