Topraklarımız
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Salı
Fransızca Lire (Okumak) dergisinin 67 sayılı ve 1 Mart 1981 tarihli nüshasında Kanadalı René Dubois’nın “Courtisons la Terre” adlı kitabını tanıtmış ve 106’ncı sayfasında Çin’in Şensi bölgesine ait bir fotoğraf basmış. Eğilimi fazla bir dağ yamacına duvarlar örmüşler, bunların içine toprak doldurmuşlar ve o cep-tarlalarda darı yetiştiriyorlar.
İnsan bir kere azmederse, çalışır çırpınır, gayret ve himmet sarfederse neler yapamaz ki.
Toprak konusunda milletler, ülkeler, insanlar ikiye ayrılır.
Birinciler: İlim, uzmanlık, araştırma, çalışma, gayret, azim, sabır ile harikalar meydana getirirler. Bunlardan bir örneği yukarıda yazdım. Dağ yamacına duvar örüyorlar. Aşağıdaki ovadan oralara toprak dolduruyorlar ve buralarda ziraat yapıyorlar.
Başka bir örnek: İsrail Necef çölünde sebze, meyve, tahıl yetiştirmeyi başarmıştır.
Üçüncü bir örnek: Hollanda’nın topraklarının önemli bir kısmı denizden kazanılmıştır, deniz seviyesinin altındadır.
Dünyada nice akıllı, namuslu, çalışkan, azimli ülkeler ve milletler bataklıkları kurutarak, kıraç toprakları terbiye ederek meyve, sebze, tahıl, çiçek, fidan yetiştiriyor.
İkinciler: En güzel toprakları değerlendiremeyen beceriksiz ve cahil toplumlar.
Biz acaba hangi sınıfa dahiliz?
Yıllardan beri feryad eder dururuz. “Her yıl Kıbrıs’ın yüzölçümü kadar verimli toprağımız erozyonla, sularla, yellerle denize akıyor, ziyan olup gidiyor” diye. Bunu önleyebiliyor muyuz?
Ziraate elverişli, verimli toprak bir kere akıp gitti mi yerine konulması mümkün değildir.
Bir tatil günü binin arabanıza ve Kocaeli yarımadasında uzunca bir gezinti yapın. Ekilmemiş tarlalar, bakımsız meyvelikler göreceksiniz. Köy kahvelerine uğrayın, köylülerle sohbet edin, arada şu soruyu sorun: Niçin topraklar, tarlalar ekilmiyor, bahçelere bakılmıyor, çiçekçilik, fidancılık yapılmıyor? Bahanenin bini bir parayadır.
– Efendim, yakıt ve gübre fiyatları çok yüksek, kurtarmıyor…
– Elma bahçesine bakmıyorum, çünkü elma para getirmiyor…
– Eskiden buğday yetiştiriyordum. Çok zahmetli ve masraflı olduğu için şimdi birkaç çuval un alıyor, ekmeğimi onunla yapıyorum.
Geçen sene Suriye’ye bir seyahat yaptım. Otobüsle Şam’dan Hama’ya, Humus’a, Lazkiye’ye, Haleb’e gittik, çok yer gördük. İnanılması zor ama buğday tarlaları bile orada döner fıskiye ile sulanıyordu. Ekilebilecek her yer ekiliyordu. Portakal bahçeleri, zeytinlikler, sebze bostanları… Orada yakıt ve sulama masrafları kurtarıyor da, burada niçin kurtarmıyor? Demek ki, Türkiye kötü idare ediliyor.
Fransa’da bir gül fidanlığı varmış, tam üç bin beş yüz çeşit gül fidanı satılıyormuş. Bizdeki en büyük ve zengin gül fidanlığında kaç çeşit vardır acaba? Bilemediniz iki üç yüz çeşit.
Çiçekçilik büyük bir sektördür. Hollanda çiçek üretimi ile her yıl milyarlarca dolar kazanıyor. Onlar lâle soğanlarını bizden alıp götürmüşler, denizden kazandıkları topraklarda bin zahmet ve çile ile üretip satıyorlar, biz ise bu konuda nal topluyoruz. Kabahat kimde? Önce yönetenlerde, sonra yönetilenlerde.
Trakya’ya veya Marmara bölgesine Taiwan’dan bir Çin köyünü getiriniz, diyelim üç bin kişilik bir köy. Onlara yeterli miktarda toprak veriniz, imkân temin ediniz, eminim ki birkaç sene içinde harikalar meydana getireceklerdir.
Bizim iklimimizde ormanları kesip de odun yapmak büyük bir cinayettir. Fatih Sultan Mehmed Han ne demiş? Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim… Bizim hükümetimiz İstanbul civarındaki ormanları köylülere kestiriyor.
Eskiden ülkemizde çay yetiştirilmiyordu. Yetiştirdiler, pekâla oldu.
Eskiden kivi yetiştirilmiyordu. O da yetişti. Ben eminim ki, şu anda yetiştirilmeyen yüzlerce çeşit tahıl, sebze, meyve, yağlı tohum daha yetiştirebiliriz. Ancak bunlar kendi kendine hüdayinâbit yetişmez. Niyet, ilim, bilgi, uzmanlık, irade, azim, sabır, teşebbüs lazımdır.
Eloğlu çölü yeşillendiriyor, biz canım topraklarımızı erozyona kurban edip vatanımızı çölleştiriyoruz.
Hayrettin Karaca yaşlandı ve TEMA vakfının bakanlığını bıraktı. Bakalım bundan sonra ne olacak?
Öyle ağaç türleri var ki, onlarla şehirlerarası yol kenarlarını kısa zamanda yemyeşil hale getirebiliriz. Bunlardan biri halkımızın Aylandoz dediği, Çin’den gelme bir ağaçtır. Asfalt kenarında, taş duvarda, cami kubbesinde bile yetişir. Su istemez, gübre istemez, bakım istemez. Üstelik de kısa zamanda boy atar. Odunu bir işe yaramaz. Bazı kimyevî maddeler çıkartılır. Önemli olan kolay ve masrafsız yetişmesi, çabuk büyümesi ve çevreyi yeşillendirmesidir. Niçin bu fırsattan istifade edilmez?
Toprak deyip geçmemeli. Toprak çocuk gibi bakım ister. Toprak ilmini, ziraat ilmini bilmeden yapılan ziraî faaliyetler sonunda zarar getirir.
Akıllı ülkeler denizden yüzlerce, binlerce kilometre içerideki bölgelerde tarla balıkçılığı yapıyor. Biz ise denizlerdeki balık yuvalarını, yumurtalarını, nesillerini yok ettik, bitirdik.
Japonların dünya denizlerinde seyredip de balık tutan filoları var da bizim niçin yok?
Komşumuz İran bize kavun, karpuz, sebze ihraç ediyor da, biz ona niçin ziraî ürün satamıyoruz?
İsrail Necef çölünü yeşertiyor da, biz niçin vatanımızı çöle çeviriyoruz?
Amerika bize tankerlerle sıvı nebati yağ gönderiyor da biz bunları niçin kendi ülkemizde üretemiyoruz?
Osmanlı devletinde kapitülasyonlar varmış… mış mış mış… Be adamlar, kendi ülkemizde soya fasulyası ziraati yapıp da bu harika besin ve sanayi maddesinden yararlanamıyoruz?
Şu memleketin haline bakıp da patlamamak, çatlamamak mümkün mü?
Kendi beyinsizlikleri yüzünden mülkleri harap olan bir toplum görmek isteyenler bize baksınlar.
Efendiler, boş bahaneleri bırakın. Bizde eksik olan, yakıt, gübre, tohum, sübvansiyon değildir. Beynimiz eksiktir, aklımız eksiktir, vicdanımız eksiktir. 04 Eylül 2002