Toz Duman
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Aralık 2018
Olup bitenler akıllara zarar verecek mahiyettedir. Bu olanlar, Nisan Mayıs Haziran’da olabileceklerin binde biri bile değildir.
Siyaset tam bir tımarhane… Topyekûn bir sosyal çözülme içindeyiz.
Kapalı kapıların ardında hıyanet planları yapılıyor.
Entrika entrika entrika… Yalan dolan plan… Hile ve mekir…
Gaflet sisleri öyle koyu ki, birileri burunlarının ucunu göremiyor.
Büyük ve topyekûn kalkışma planları yapılıyor. Ordu bunları bastırmak için karşı planlar hazırlıyor.
Sünnî Kürt nüfusu iki ateşin arısında kalmış.
Zerdüştîler, Kripto Haçlılar, Kripto Yahudiler, Alisiz Aleviler, Kapraduniler hummalı bir hazırlık içinde.
Şeytanî propaganda çarkları cehennemî bir hızla çılgınca dönüyor.
Birtakım sahte dindarlar halkı uyutuyor.
Şadırvanlar şar şar… Hoparlörler avaz avaz… Cami halıları pufla… Kur’an kursuna yardım!..
Selahaddinsiz, Şâmilsiz, İmam-ı Kebirsiz Müslümanlar…
Lüks umre seyahati yapan, Mekke’de Zam Zam Tower otelinde kalan, Kabe’ye yukarıdan bakan, ihtişamlı debdebeli tantanalı israflı masraflı Müslümanlar.
Kimilerinin dini para, kıblesi karıdır…
Bırak bu dedikoduları yahu, bak Sarı Hafız ne yanık okuyor…
Semada kara bulutlar arasında ruhbanlar uçuşuyor süzüle süzüle… Uçun ruhbanlar uçun…
Birlik yok, Ümmet yok, İmam yok, tesânüd, uhuvvet, vifak yok… Bu yokluklar içinde ne çok baron var…
Baron uçmaz, baron-perestler uçurur onları. Uçun uçun uçun baronlar!..
Ah Selahaddin, ah Şâmil nerelerdesiniz?
İhlâs kuşları hangi ufuklara uçtular?
Seminere bekleriz. Konu: On yedinci asırda Anadolu’da kuyu çıkrıkları…
Yunus Emre ne yanık okuyor… Mehmed Âkif uyarıp duruyor, yanan uyanan yok.
Süslüman kesimde bir telaş bir telaş ki sormayın.
Eski mücahid müteahhid oldu, ihale peşinde seğirtiyor.
Rap rap rap… Rant rant rant… Mehter marşları çalsın, vursun kösler, öttürülsün borazanlar.
Dolar hışırtıları, altın şıngırtıları, şapırtılar, Osmanlı şerbetleri gluk gluk gluk içilsin…
Nisan Mayıs Haziran… Edirne’den Kars’a, Sinop’tan İskenderun’a Gezi’ler, kalkışmalar, toz duman…
1908’de ne olmuştu? Kalkın ey ehl-i vatan sesleri afakı kaplamıştı. Ehl-i vatan ayağa kalkmış, etrafa bakınmış, sonra yerine oturmak istediği zaman bir de bakmıştı ki, yerlerine başkaları oturmuş.
Yurtta sulh cihanda sulh… Ne yurtta ne cihanda sulh var.
Toz duman Nisan Mayıs Haziran kalkışma Gezi Maidan biber gazı bombaları molotof kokteylleri ölü çocuklar timsahlar katıla katıla ağlıyor demokrasi laiklik homurtular böğürtüler hıçkırıklar tehditler yutkunma sesleri geğirtiler…
Atam vatan millet… Özgürlük mözgürlük laiklik maiklik… Ah Türkiye vah Türkiye…
Şadırvanlar şar şar akar, hoparlörler avaz avaz… Ortalık toz duman…
Hemşerim yatağını kenar ve kuytu bir yere serip öyle uyu ki, ayak altında ezilmeyesin.
(Bu yazımda zikri geçen tilkinin resmini görmek isteyen, internette /Yusufeli tilki/ kelimeleriyle arasın, baksın.)
Yusufelinde yaylaya çıkan yoldaki son köy… Yazın turistlerle birlikte nüfusu yazın 300 kişiye yaklaşıyor, kışın sadece 12 kişi yaşıyor. Kar kış içinde ıssız bir yer. Orada pansiyonculuk ve bakkallık yapan Naim Altunay isimli vatandaşın başından hayli enteresan bir vak’a geçiyor: Aç ve çaresiz kalan bir tilki köye inmiş, bakkal dükkânının etrafından dolaşıyor. Zavallının karnı içine çökmüş, belli ki, epey zamandan beri bir şey bulup yiyememiş. İyi kalpli bakkal acımış, tilkiye bir parça tavuk eti atmış. Tilki sevinmiş yemiş, ertesi günü tekrar gelmiş… Birkaç gün sonra günde üç kere gelip yiyecek beklemiş, Naim bey de ikram etmeye devam etmiş. Tilki güven duymaya başlamış, kendisini sevdiriyormuş.
Bunca nefret, düşmanlık, vahşet, acımasızlık, gaddarlık içinde yüreğimi ısıttı bu güzel haber.
Keşke ben de birkaç günlüğüne orada olsam, tilkiye ikramda bulunsam, alışınca kürkünü okşasam.
Tilki kışın rahat eder iyilik görür ama yaz gelince köye inmesin sakın. Herkes elbette hain ve gaddar değil ama bakarsınız merhametsiz bir avcı çıkar, silahını doğrultur, dan dan dan zavallı şirin hayvanı vurur öldürür. Kurşunu ciğerine yiyen tilki kanlar içinde yerde debelenip can çekişirken, taş kalpli avcı öldürmenin verdiği sevkle sadik ve isterik kahkahalar atar, cep telefonu ile hayvanın ölüsünün resmini çeker, sağa sola iftiharla gönderir, gösterir.
Halkımız genellikle merhametlidir ama az sayıda merhametsiz insanlara, hayvanlara, yeşilliklere zulm etmektedir.
Şu âhir zaman yıllarında cinayetler vahşetler ne kadar çoğaldı… İnsanlara acımayanlar hayvanlara acır mı?
Keşke bizim ülkemizde de, Japonya’daki Nara şehri gibi, insanlarla geyiklerin birbirleriyle sevgi, barış, güven içinde yaşadıkları müstesna şehirler olsa.
Lütfen kimse çarpıtmasın, bendeniz ayılar, kurtlar şehre insinler demiyorum. Japonya’daki gibi geyikler olabilir, onlara benzeyen sakin, saldırmayan, munis başka hayvanlar olabilir. Bunca timsah varken, cana yakın hayvanlar niçin olmasın?
Eskiden Boğaziçinde fok balığı yaşarmış…
Leylekler İstanbul’da niçin yuva yapmıyor? Yuva yapacak yer mi bıraktık. Her yeri betonla kapladık. En kötüsü kalplerin betonlaşmasıdır.
Büyük şehirlerde, elbette, Nara’da olduğu gibi geyikler sokaklarda, meydanlarda, caddelerde dolaşamaz. Lakin bazı parklarda, korularda pekâlâ yaşayabilir.
Hindistan’da Mecusiler inekleri kutsal sayar, bazı şehirlerde inekler kaldırımlara yatar geviş getirir, kimse onlara kışt diyemez, hiç kimse onları rahatsız etmez.
Berlin’de, öteki ağaçlıklı, yeşillikli, parklı, korulu, sun’î göllü Avrupa şehirlerinde insanlar, hayvanlar, bitkiler, kuşlar iç içe yaşar. Büyük bir parka gidersiniz. Kuşların bazı ihtiyarların elinden yem yediğini görürsünüz. Ağaçlarda sincaplar daldan dala atlar, bazen yere iner, önlerine atılan fıstıkları kapar gider.
Biz öyle acınacak durumdayız ki, sayıları çok az kalmış o güzelim yaban keçilerimizi, yaban koyunlarınızı zengin yabancı turistlere para karşılığında resmen vurdurtuyoruz. Bu fakir böyle bir şeyi vatanseverlikle ve millî haysiyetle bağdaştıramam. 11 Mart 2015