Türk Edebiyatı dergisinin Eylül 1998 tarihli ve 299 numaralı sayısında Cihan Okuyucu beyin Tunus intibalarını anlattığı yazısından bazı cümleleri ve beyanları dikkat nazarlarınıza arz etmek istiyorum: 1. “Mâbedlerdeki genç sayısının azlığı dikkat çekici. Tunus’ta ikamet eden Türklerden öğrendiğime göre bunun sebebi polis korkusu imiş. Şayet bir genç camide ibadet ederse sivil polis tarafından uyarılır, bu durum tekrar ettiği takdirde iş büyürmüş.” 2. “(Tunuslu bir zatın) oğlu namaz kılmaktan yedi ay hapis yatmış. Önce uyarmışlar, ikincisinde birkaç ay hapse mahkum etmişler, üçüncüsünde hapis toplamı yedi ayı bulmuş.” 3. “Dinî simge olarak kabul edilen başörtüsü ve sakal sadece devlet dairelerinde değil, sokakta da yasaklanmış. İstisna olmak üzere, mahallî kıyafet sayılan ve başı yarım örten safsarinin yaşlı kadınlar tarafından kullanılmasına ses çıkartılmıyor.” 4. “Her camide iki vakit arasında belli bir saatte ezan okunuyor ve namaz kılınıyor. Zeytune gibi bazı büyük camilerde ise iki vakit birleştirilerek namazlar peşpeşe kılınmakta. Şayet bir camideki ibadet saatini bilmezseniz kapalı bir kapıyla karşılaşırsınız, zira namazın ardından cami hemen kapatılmıştır.” 5. “Tunus gibi halkının tamamı Müslüman olan, namaz vakitlerinde TV’de ezan okutulan ve devlet başkanının konuşmalarına Besmeleyle başladığı bir ülkenin bu uygulamalara niçin ihtiyaç duyduğu anlaşılması zor bir mesele.” 6. “Kaldığım yurtta benim namaz kıldığımı gören öğrencilerin -bu müthiş cesarete!- nasıl şaşırdıkları, bunu nasıl inanılmaz buldukları hâlâ gözümün önünden gitmiyor.” Yukarıdaki cümlelerden anlaşılacağı üzere Müslüman ve kardeş Tunus’ta din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti diye bir şey kalmamıştır. Bir ara hapishânelerde 70 bin kadar Müslüman varmış, şu anda bir çoğunun tahliye edildiği, hâlen birkaç bin kişinin kaldığı söyleniyor. Tahliye edilenler için değişen bir şey yoktur. Çünkü Tunus kocaman bir hapishâne veya tımarhâne haline gelmiştir. Peki bütün bu baskılar, bu zulümler, bu sindirmeler neyi değiştirecektir? Tunus ileride dinsiz mi olacaktır? Böyle bir şeyi düşünenin deli olduğunu söylemekte tereddüt etmem. Vaktiyle Arnavutluk’ta 1966’da kızıl ve kâfir diktatör Enver Hoca dini, inanmayı, ibadet etmeyi yasaklamış, bütün ibadet yerlerini, birkaç tarihî bina dışında yıktırmış, korkunç bir zulüm yapmıştı da sonunda ne oldu? Kendisi geberdi gitti, Arnavutluk’taki küfür rejimi yıkıldı ve din yeniden serbest oldu. Dünyada hiçbir diktatör, hiçbir Nemrud ve Firavun, hiçbir Neron dini ortadan kaldıramamıştır. Türkiye Müslümanları Tunus’ta olup bitenleri bilmeli ve oradaki ağlanacak halden ibret almalıdır. Bizim ülkemizi de oraya benzetmek veya Suriye’deki Nuseyrî azınlık diktatoryasına benzer bir zulüm rejimi kurmak isteyen mâceraperestler vardır. Bizde de namaz kılanlara (henüz Tunus’taki kadar olmasa da) sakal bırakanlara, başını örten üniversiteli kız talebelere zulmedilmektedir. Merhum Ali Genceli anlatmıştı, CHP diktatörlüğü zamanında bir cuma namazında Şehzâdebaşı cami-i şerifinde sadece onbeş kişiden müteşekkil küçük bir cemaat varmış. Onun da birkaçı sivil taharri memuruymuş. Namaz konusunda Türkiye’nin Tunus’a benzememesi için bu ülkede yaşayan Müslümanların tedbir almaları gerekir. Bunun için de, namazın kılınmasına ve camilerde cemaat olunmasına çok dikkat edilmelidir. Bizde camiler, bugün olduğu gibi vakit namazlarında boş kalırsa dinsizler günün birinde onların da kapatılması için çalışabilirler. İslâm dünyasında ne olup bittiğini bilmiyoruz. Ben senelerce Müslümanlar bilgi bankaları, dokümantasyon merkezleri kursunlar diye yazılar yazdım. Kimse ilgilenmedi. Din baronlarının böyle şeylere ihtiyacı yoktur. O mübareklerin bol sayıda taraftara, paraya, alkışa, üne ihtiyaçları vardır. Müslümanlardan yıllardan beri toplanan milyarlarca dolarlık hizmet paralarıyla bir bilgi bankası, dokümantasyon merkezi, araştırma enstitüleri, ajanslar kurulmuş olsaydı, bugün çeşitli konularda ciddî bilgilere, raporlara, araştırmalara sahip olacaktık. Köylü, gecekondu, taşra, varoş, kırsal kesim zihniyetiyle bizim âkıbetimiz de Tunus gibi olabilir. Bugün ülkemizde Müslümanların tepesinde kara bulutlar dolaşıyor. Dolaşıyor da biz ne yapıyoruz. Eski hamam eski tas. Krize alıştık, kanıksadık. İlk günlerdeki heyecan ve tedirginlik bitti. Şimdi herkes yine kendi menfaati peşinde. Bunca tehdit, zulüm, baskı, haksızlık karşısında uyanık Müslümanların birşeyler yapması gerekmez mi? Hizipçiliğin ve fırkacılığın, cemaatçiliğin bitirilip, Ümmet şuuru ve birliği propagandası yapılması gerekmez mi? Günlük vakit namazlarında büyük cemaatler halinde camilerde namaz kılınması gerekmez mi? (Bu namazlarda ibadetten başka birşey olmaması, kesinlikle taşkınlık ve provokasyon yapılmaması icab eder.) Bütün yasal yollarla haksızlıkların protesto edilmesi, savunma hakkının kullanılması gerekmez mi? Savunma hakkını kullanmayan kişiler ve topluluklar kara bahtlarına ağlamasınlar. Dünya globalleşti, köy haline geldi diyoruz. Peki, biz Türkiye’de çektiğimiz sıkıntıları dünyaya, medenî milletlere, büyük güçlere duyurup da yardım istemek için ne yapıyoruz? Biz Türkiyeli Müslümanlar yakın tarihimizde din düşmanlarından çok çektik. Rusya’da bolşevik sistem ve ona bağımlı ülkelerdeki kızıl rejimler de Müslümanlara, kendi halklarına çok zulm ettiler. Bütün bunlardan ibret aldık mı? Kurtulmak için hâlâ fırsat ve imkân var. Hâlâ elimiz kolumuz yüzde yüz bağlı değil. Bu satırları yazdığım şu tarihte -çok şükür- Tunus Müslümanları kadar kötü durumda değiliz. Onlar kıskıvrak bağlanmışlar. Biz ise bir dereceye kadar serbestiz. Lakin Müslümanlarda bir türlü beklenen, ümid edilen, olması gereken birlik yok, faaliyet yok. Allah bize akıl fikir versin, yardımcımız olsun. (Türk Edebiyatı dergisini okuyor musunuz?..) 06 Ağustos 1998 Perşembe