ÇarşambaOsmanlılar zamanında adamın biri peygamber olduğunu iddia etse, herifi hemen yakalarlar, aklî dengesi bozuksa tımarhaneye, bozuk değilse hapishaneye koyarlardı. Yakın tarihimizde din konusunda büyük tahribat oldu, milyonlarca vatandaş yeterli ve sahih din kültürü edinemedi. Ortalığı boş bulan birtakım deliler ve din bezirgânları akıl almaz iddialarda bulunmaya başladılar. Bunların kimisi peygamber olduğunu iddia ediyor. Yepyeni bir din getirdiklerini söylemiyorlar; İslâm peygamberi olarak ortaya çıkıyorlar. Vaktiyle Hindistan’da Mirza Gulam Ahmed Kadiyanî adında biri çıkmış, kendisine vahiy geldiğini, nebi olduğunu iddia etmişti. Bende onların Moris adasında basılmış Fransızca bir ilmihal kitapları var, Kelime-i Şehâdet’in unsurlarını üçe çıkartmışlar; “Eşhedü en lâ ilâhe illallah… ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resûlühü… (hâşâ) ve eşhedü enne Mirza Gulam Ahmed nebiyyen…” yapmışlar. İslâm dininin esaslarından biri, Peygamberimizin âhir zaman nebisi olduğu, kendisinden sonra Kıyamet’e kadar başka peygamber gelmeyeceğidir. Kadiyanîler bu esası inkâr ettikleri için küfre sapmışlardır. Nitekim Pakistan parlamentosu bir kanun çıkartarak Kadiyanîlerin Müslüman olmadıkları hususunu hükme bağlamıştır.

Bizdeki yalancı nebilerin bazısı nebiliğini açıkça ilân etmekte; bazısı ise sadece kendi taraftarlarına söylemektedir.

Bir kısım kişiler de mehdi olduklarını ilân etmektedir. Kıyamete yakın Ehl-i Beyt silsilesinden bir mehdi geleceğine dair on sekiz hadîs bulunmaktadır. Büyük İslâm âlimlerinden bazıları bu konuda müstakil risaleler kaleme almıştır. Ancak zamanımızda çok fazla sayıda mehdi zuhur etmiş olup, bunların hiçbiri hadîslerde, din âlimlerinin kitaplarında yazılı olan şartlara uymamaktadır. Geçmiş asırlarda da birtakım sahte mehdiler zuhur etmiş, İslâm devletleri bunların bazısını yakalayıp idam etmiştir.

Ortalığı boş bulan birtakım kişiler de, koyunun olmadığı yerde keçinin Abdurrahman Çelebilik taşlaması gibi, kendilerini mürşid, kurtarıcı, önder olarak göstermektedir. Hakikî şeyhleri, mürşidleri, din hizmetkârlarını tenzih ederim ama nev-zuhur, türedi, ehliyetsiz, sahtekâr adamları da tel’in etmek boynumun borcudur.

Adamın biri çıkıyor ve “Peygamber bir postacı idi, tebligatını yapmış, ölmüş ve işi bitmiştir… İslâm’ın tek kaynağı Kur’ân’dır, sünnet ve hadîsler kaynak olamaz…. İcmâ-i ümmet de kaynak değildir… Müslümanların inandıkları ve kabul ettikleri ilmihal Müslümanlığı bozuktur, benim anlattığım Kur’ân Müslümanlığı doğrudur…” diyor. Bunlar ne korkunç hezeyanlardır. Böyle hezeyanların Kur’ân ile ilgisi olabilir mi? Kur’ân’da Peygamber’i öven, Müslümanları ona itaat etmeye çağıran, Peygamber’in Müslümanlar için en güzel örnek ve model olduğunu beyan eden nice âyet vardır. Resûl-i Kibriya efendimiz (Salât ve selam olsun O’na) Kıyamet’e kadar Müslümanların büyüğü, seyyidi, önderi, kaididir.

Müslümanlar Peygamber’i, Sünnetini, hadîsleri bırakacaklar da, kimin peşinden gidecekler? Hezeyancı reformcunun mu? Hava alır!

Bir de Farmason ve yalancı Cemaleddin Afganî’yi Müslümanlara kurtuluş rehberi olarak gösterenler var. Bu adam yalancıdır, Müslümanları aldatmıştır. Şiî olduğu halde takiye yaparak kendisini sünnî göstermiş, İranlı olduğu halde Afganistanlı hüviyetine bürünmüştür. Üstelik azılı bir Masondur. Sultan Abdülhamid’i tahtından indirmek için İngiliz ajanı Blunt ile işbirliği yapmış karanlık bir adamdır. Arap dünyasında bu mâceraperestin peşinden gidenler ne oldular? Selamet sahiline çıktılar mı, yoksa büsbütün battılar mı?

Mısırlı Muhammed Abduh ile Suriyeli Reşid Rıza Cemaleddin Afganî’nin tilmizleridir. Onlarda da hayır yoktur.

Bazıları da, “Asr-ı Saâdet’te mezhep var mıydı? Mezheb, sonradan çıkmış bir bid’âttir” safsatasının arkasına sığınarak fıkıh düşmanlığ yapıyor. Asr-ı Saâdet’te kitap halinde yazılı Mushaf da yoktu. İlk Mushaf Hazret-i Ebûbekir zamanında yazılmıştır. Asr-ı Saâdet’te Mushaf olmadığı için elimizdeki Kur’ânlara bid’at mi diyeceğiz? Asıl en büyük ve en tehlikeli bid’at mezhepsizliktir. Mezhepler olmasa nasıl namaz kılacağız, Şeriat hükümlerini hayata nasıl tatbik edeceğiz? Herkes mutlak müctehid midir ki, Kitab ve Sünnet’ten kendisi hüküm çıkartabilsin?

Bir de, telfik-i mezâhib var. Çeşitli fıkıh mezheplerinin hükümleri karışık olarak uygulanabilirmiş. Büyük ulema ve fukaha böyle bir şeye asla cevaz, ruhsat ve fetva vermemiştir. Ümmetin takvalı olanları dört mezhepteki zorlukları birleştirebilirler ama kolaylıklar birleştirilemez.

İslâmiyeti beşerî bir ideoloji gibi gösteren aktivist cereyanlar da bozuktur. İslâm ilahî bir dindir.

Son otuz yıl içinde bir takım din simsarları, mukaddesat bezirgânları İslâm sömürüsü yaparak büyük fitne ve fesada sebebiyet vermişlerdir. Bir iki adam dolar milyarderi, birkaç düzine kişi dolar mülti-milyoneri, birkaç bin kişi dolar milyoneri olacak diye ne yanlış işler yapılmadı ki.

Dini imanı para olan, nefs-i emmârelerine put gibi tapan adamlardan ne İslâm dinine, ne Muhammed ümmetine, ne de bu ülkeye bir yarar gelir. Onların bastıkları yerde ot bitmez. Zengin olmuşlardır ama servetlerini âfiyetle yiyemeyeceklerdir. Dosyaları hazırdır, günün birinde bomba gibi patlatılacaktır.

Züccaciye dükkanına giren fil gibi din hizmeti yapılmaz. Din işleri akıl, fikir, basiret, firaset, hikmet, kültür, ihlas ile görülür. Din hizmeti yapılırken asla yalan söylenmez. Peygamberimiz “Bizi aldatan bizden değildir” buyurmuştur. Din hizmetlerinde emanetlerin mutlaka ehil olanlara verilmesi gerekir. Böyle yapmayanlar hâin ve merduttur.

Kendilerini çok yükseklerde sanan ve satan birtakım adamlar ümmetin mutemen ve ehil kimseleriyle istişare etmeksizin kendi kafalarına göre İslâmî faaliyetler yapmaktadır. Bunların etraflarında “Havarileri” vardır, tek işleri “Evet efendim, çok isabetli söylediniz efendim, hakkınız var efendim” gibi dalkavukluklardan ibarettir. Peygamber bile ümmeti ile istişare ediyordu. Bu adamlar kendilerini ne sanıyorlar? Kur’ân’daki kesin hükümleri Peygamber bile değiştiremez. Peki zamanımızdaki bir takım Hazretlere ne oluyor ki, muhkem âyetlere, farzlara, emirlere aykırı fetvalar vermeye yelteniyorlar?

Sapıklık iki türlüdür. Bir İslâm’ın dışındaki sapıklıklar, bir de İslâm’ın içindeki bozuk fırkalar, bozuk görüşler. Müslüman kardeşlerime nâçizâne tavsiye ediyorum. İnançta, fıkıhta, İslâmî görüş ve yorumlarda ehl-i sünnet çizgisinin bir milimetre bile dışına çıkmayınız. Cadde-i Kübra’dan gidiniz, Sevad-ı Azam içinde olunuz. Aksi taktirde Mevlânızı değil, belânızı bulursunuz. 08 Şubat 2001