Turizm ve Ahlâk
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Şubat 2019
Perşembe
Sultanahmet tramvay durağında turistlere mücevher, minyatür, takı satan küçük dükkanda otururken, Beyrut’ta Libération gazetesinin muhabiri olduğunu beyan eden bir Fransız gazetecisi ile tanıştım, biraz sohbet ettik. Söz arasında İstanbul’da her şeyi pazarlık etmekten bıktığını söyledi. “Çay bahçelerinde bir çay içmek için bile pazarlık etmem gerekti. Çok aşırı fiyat istiyorlar, pazarlıkla indirebiliyorsunuz. Boğaz’da gemi ile bir tur yaptık. Dışarıda 300 bin liraya satılan simitin tanesini turistlere iki milyondan sattılar…” dedi.
Turizm turizm diyoruz ama her sahada olduğu gibi turizmde de, gerekli ve yeterli ahlaka sahip değiliz. Herkesi suçlamıyorum; ahlaksızlık yapanları, turistleri kaz gibi yolmaya çalışanları kastediyorum. Namuslu esnaf, namuslu tacirler başımın tacı olsunlar…
Bir ara İstanbul Sarıyer, Arap turistlerin akınına uğramıştı. Ailece geliyorlar, ev kiralayıp yaz aylarını orada geçiriyorlardı. Araplar altın madeni gibiydi. Para bırakıyorlar, ticareti canlı tutuyorlardı. Bir kısım üçkağıtçılar, dolandırıcılar, ahlaksızlar yüzünden kaçtılar.
Turist kazıklama konusunda en son haber Antalya’dan geldi. Alman turistlerin mücevherlerini “Temizleyelim, bakımını yapalım” diye alan bazı dükkanlar, “tamir ve bakım” esnasında altınları, düşük ayarlı altınla değiştirip dolandırıcılık ve sahtekârlık yapmışlar. Nice zaman sonra durumun farkına varan Almanların bazısı dava açmış.
Turist, kazıklandığı, dolandırıldığı ülkeye ve şehre bir daha gelmez. Ahlakın, dürüstlüğün olmadığı yerde ne turizm gelişir, ne de ticaret ve sanayi.
Japonlar genellikle saf ve temiz bir millettir. Böyle bir Japon kızının nasıl aldatılıp dolandırıldığını anlatayım: İstanbul’da, oldukça yakışıklı bir Türk genci ile tanışmış. Genç buna “âşık olmuş”, beraber gezmişler ve evlenmeye karar vermişler.Kız zenginmiş. Evlenmişler, bizim damat Japonya’ya gitmiş, “âşık olduğu” karısını orada dolandırdıktan, soyup soğana çevirdikten sonra bir gün kaybolmuş…
Elbette ki, toplumumuzda namuslu, şerefli, haysiyetli, ahlaklı, faziletli insanlar çoğunluktadır. Ancak ağırlıkları yeterli değildir. Her sektörün içindeki namussuzlar ve şerefsizler daha cesur, daha gözükara, daha vurucudur.
Medenî ülkelerde, lokanta tarifeleri yerlilerle turistler için aynıdır; müşteriler arasında eşitlik vardır. Bizde, turistlere ayrı tarife ve standart uygulayanlar ahlak yoksunu kimselerdir; kendileri haram para kazanmakta, ülkelerine ve milletlerine de zarar vermektedir.
Hukuk asgarî ahlaktır. Bizde hukuk ve yargı konusunda da dehşetli bir kriz hüküm sürmektedir.
Bir ülkede ahlakı devlet hakim kılamaz. Türkiye bir İslâm ülkesidir ve bizde din ile ahlak içiçedir. Din baltalanırsa, din eğitim ve hizmetleri savsaklanırsa, din ile mücadele edilirse ahlakın da çökeceğinden kimsenin şüphesi olmasın.
Şu hususu da kaydetmek gerekir ki, sadece görünüşte ve dindar yüzeyde olmak başka, ahlaklı gerçek Müslüman olmak başkadır. Samimî, vasıflı, hakikî Müslüman kesinlikle ahlaksızlık, dolandırıcılık, yamukluk yapmaz, haram yemez, dolandırmaz, kul hakkına tecavüz etmez. Böyle bir Müslüman, insan olması dolayısıyla günah işleyebilir ama kul hakkı, haram konusunda onun ayağı kaymaz.
Türkiye’nin vasıflı vatandaşlara, vasıflı insanlara ihtiyacı vardır.
Vasıflı Türk, vasıflı Kürt, vasıflı şu veya bu etnik altkimliğe sahip vatandaş…
Vasıflı Sünnî, vasıflı Alevî…
Vasıflı sağcı, vasıflı solcu…
Vasıflı Türkçü ve vasıflı milliyetçi…
Vasıflı şucu, vasıflı bucu…
Türkiye’deki her kesim vasıflı olabilir ama sadece bir kesim vardır ki onun mensupları vasıflı olamazlar. Çünkü vasıflı oldukları, vasıflandıkları zaman o zihniyeti, o kesim kimliğini terk etmeleri gerekir. İsim verip de başımı belâya sokmayayım…
Ben dindar bir vatandaşım. Benim dinime, inançlarıma saldırmayan, militanca İslâm düşmanlığı yapmayan başka inanç ve görüşlere bağlı vasıflı vatandaşlarımla iyi geçiniyorum, onlarla aramda bir problem yoktur.
Bir ülkede ahlak, fazilet, dürüstlük, yüksek ve güçlü karakter terbiyesi şu müesseselerde verilir:
Aile: Bizde aile sinsi olarak baltalanmakta, çökertilmeye çalışılmaktadır.
Eğitim sistemi: Bizim eğitim sistemimiz, okullarımız ne yeterli bilgi verebiliyor, ne de ahlak ve karakter terbiyesi.
Toplum: Toplumumuzda büyük yozlaşma, çöküntü, tefessüh görülmektedir.
Bizde maalesef geniş bir kesimde haram servet kazanmak, voli vurmak, köşeyi dönmek bir fazilet ve üstünlük olarak görülmekte ve böyle yapanlara gıbta ile bakılmaktadır.
Gidenler anlatıyor, Ankara otellerinde boş oda yokmuş. Herkes başkente bir “iş” için gidiyormuş…
Birtakım seviyesiz insanlar birtakım büyüklerin karşısında kuyrukları fino köpeğininki gibi sallanarak “Sayın büyüğüm, sayın büyüğüm…” dilleri döke döke menfaat kopartmaya çalışıyormuş. Ne utanmaz köpekleriz, kimi görsek etekleriz…
Türkiye’yi iktisat ve finans bakımından kurtaracak çare doğru dürüst üretmek, satmak, ticaret yapmak, hizmet vermektir.Devleti, belediyeleri, başkalarını, turistleri dolandırarak, hortumlayarak, tokatlayarak, söğüşleyerek elde edilen kazançlar bir ülkeyi batırmaya yeter.
Akıllı, ahlaklı, faziletli toplumlar ve milletler zengin olunca azmaz, kudurmaz, çıldırmazlar.
Yerliye 300 bin liraya satılan simit turiste iki milyona… Yerliye bir milyona satılan çay, turiste iki milyona… Yerliye on beş milyona verilen yemek turiste otuz milyona…Böyle bir ülke batmaz da ne yapar?
İsviçre’de, Finlandiya’da, Norveç’te böyle şeyler oluyor mu? Bizde niçin oluyor? Bu kötülükleri ve ahlaksızlıkları düzeltmenin çareleri var mıdır?
Faydasız, saçmasapan dedikoduları bırakıp da bunları müzakere etsek ve tartışsak daha iyi olmaz mı?
Ayda elli bin dolar maaş, bir iki senede bir de birkaç milyon dolar transfer ücreti alan kodaman medyacı beylerimiz nedense böyle âdi meselelerle uğraşmazlar. 16 Mayıs 2003