Sovyetler Birliği boyunduruğundan kurtulan Müslüman cumhuriyetlerin kendi bünyeleri içinde bir alfabe değişikliği yaparak, kiril harflerinden latin harflerine döndüklerini veya dönmek istediklerini duyuyoruz. Bu hususta bazı gerçeklerin bilinmesinde yarar görmekteyim.
- Müslümanların ve Türklerin bin yıllık kültür vasıtası İslâm-Kur’an alfabesidir. Bütün kültür hâzinelerimiz bu harflerle yazılıp kayda alınmıştır. Binaenaleyh asıl dönülecek alfabe budur.
- Komünistler ve Ruslar, sömürmek istedikleri Müslümanları ve Türkleri kendi öz benliklerinden uzaklaştırmak, yabancılaştırmak için bir kültür emperyalizmi siyaseti takip ederek onların aslî alfabelerini değiştirmiş, önce latin, sonra da rus alfabesini kullandırtmışlardır.
- Millî alfabenin zor olması hiçbir sakınca teşkil etmez. Aksine bir güç ve kuvvet kaynağıdır bu zorluk. Japonya’ya bakınız. Onlar, okuryazar olmak için en az üç bin ideogram, kültürlü olmak için de on binin üzerinde kargacık burgacık şekil ezberlemek zorundadırlar. Geri mi kalmışlardır? Tam tersine, bu alfabe onları sabırlı, azimli, enerjik, güçlükleri yenen, en ileri derecede zihin ve zeka talimleriyle pişmiş bir topluluk haline getirmiştir. Japonya, eğer kendi öz yazısını değiştirip dç latin harflerini kabul etmiş olsaydı, bugünkü üstün ve başarılı duruma asla gelemezdi.
- İstiklal ve hürriyetlerini kazanan Müslüman ve Türk kardeşlerimizin, Türkiye ile münasebetlerini sıklaştırmaları yönünden latin alfabesini kabul etmelerine şartlı olarak müsamaha edilebilir. Bir şartla: Asıl resmî alfabe İslâm alfabesi olacak, onun yanında latin harfleri de kullanılacak.
- İslam-Kur’an alfabesi, Müslümanlığımızın muhafazası için zaruridir. Yakın tarihe kadar Anadolu’da anadilleri Türkçe olan Karaman Rumları Türkçeyi grek harfleriyle yazıyorlardı. Yine, anadilleri Türkçe olan Ermeniler de dilimizi Ermeni harfleriyle yazıp okumuşlardır. Kırım’daki Karaim Türkleri musevi oldukları için Türkçeyi İbrani alfabesiyle yazmışlardır. Alfabe meselesi öyle basit tarafından bir “kolay okuyup yazmak” meselesi yahut şekle ait bir teknik değildir. Yazısı, bir milletin hüviyetinin (kimliğinin) temel faktörlerindendir. Kanı A Rh pozitif olan bir adamın bu kan grubu nasıl değiştirilemezse, yazısı da değiştirilemez. Değiştirmeğe kalkılırsa bir sürü aksaklık, hastalık, rahatsızlık ve tahribat olur.
- Çin işgalindeki Doğu Türkistan’da, bir ara İslâm yazısından Latin yazısına dönülmüşse de ortaya çıkan kargaşalık yüzünden bundan sarf-ı nazar edilmiştir.
- 1927’de, İstanbul Darülfünunu (üniversitesi) profesörlerinden Avram Galanti adlı musevi mütefekkir “Arabî Harfleri Terakkimize Mani Değildir” unvanıyla bir kitap yazarak, Türkiye idarecilerini ikaz etmişse de onun bu uyarılarına kulak asan çıkmamıştır. Neticede latin harfleri kabul edilmiş, eski alfabe yasaklanmış ve Türkiye büyük bir kültür erozyonuna maruz kalmıştır. Bu durum göz önünde bulundurulmalıdır.
- 1926’da Baku’da bir Türkiyat Kongresi toplanmıştı. Bu kongre’de Alimcan Şeref bey “Harflerimizin Müdafaası’” başlığını taşıyan bir tebliğ okumuş ve islam-Kur’an harflerinin latin harflerine olan üstünlüğünü isbat etmişti. Adıgeçen tebliğ Abdullah Battal bey tarafından o zaman Türkçeye tercüme edilerek basılmıştır. Aydınlanmak isteyenler bu kitaba müracaat edebilirler. (Tabiî okuma yazma biliyorlarsa!)
- Kültür tarihimizin son bin yıllık kısmı İslâm-Kur’an harfleriyledir. Arşivlerimiz, vesikalarımız, hatıralarımız, edebiyatımız, sanatımız, tarihimiz, mukaddesatımız, tefekkürümüz hep bu alfabe ile maşerî (toplumsal) vicdanımızın hafızasına nakş edilmiştir. Kütüphanelerimiz, hazine-i evraklarımız (arşivlerimiz), müzelerimiz hep bu yazıyla kaleme alınmış eserlerle doludur. Kiril alfabesi veya başka yazılar devri, yarım asrı biraz geçen kısa bir devirden ibarettir. Esas olan, asıl olan, temel olan İslâm-Kur’an yazısıdır. Diğerleri tarihî bir ârızadan ibarettir. Bu husus asla unutulmamalıdır.
- Vücut nasıl ki, yabancı organları kabul etmiyor, onlara karşı tepki gösteriyorsa, sosyal ve kültürel bünye de yabancı kanunları, yabancı yazıları yabancı örf ve adetleri dışlar, reddeder. Çeşitli baskılar, beyin yıkamalar, telkinler, şapırtına bir eğitim ile bunlar kabul ettirilse bile, girdikleri bünyeyi dejenere ederler, hastalandırırlar. Bir milletin gücü ekonomisiyle ve maddî terakkisiyle değil kültürünün, karakterinin, şahsiyetinin üstünlüğü ile ölçülür. Maddî kuvvetler yitirilebilir. 1945’te Japonya ve Almanya’nın hezimete uğrayıp perişan olmaları gibi. Ama onlar millî hasletleri sayesinde kısa zamanda tekrar toparlanmışlardır. Şimdi 1991’de, İkinci Dünya Savaşı’nın iki galibi sanki Almanya ve Japonya’ymış gibi geliyor insana.
- İslam ve Türk dünyası üzerinde son derece düşmanca ve sinsi emeller vardır. Hıristiyan Batı alemi, İsrail ve dünya siyonizmi, Hint mecusiliği ve Neo-çarlık emperyalizmi Müslümanların birleşmesini, Türk dünyasının silkinip doğrulmasını asla istemiyorlar. Bizler gücümüzü İslâm’dan alıyoruz. Onlar bunu çok iyi bildikleri için habisâne planlarlarla Müslüman Türk dünyasının enerji kaynaklarını kurutmak istiyorlar. Şu sıralarda, küfür cephesi bütün gücüyle Şeriatsiz bir İslâm modeli uydurmak peşindedir. Bunu, bağımsızlıklarını yeni kazanmış Türk devletlerine de ihraç etme hazırlıkları içindedirler. Dış Türkler bu oyunlara gelmemelidir. Türkiye kardeş bir ülkedir ama Türkiye’deki herşey iyi değildir. Davulun sesi uzaktan hoş gelirmiş. Zevâhire aldanılmamalıdır.
- Yirmi birinci asır İslâm’ın asrı olacaktır. Bugünkü hesaplarımızı, geleceği de göz önüne alarak yapmalıyız. Alfabe konusunda yapılacak hatalar gücümüzü kıracak, düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürecek, bizi kültürel karanlıklarda bunaltacaktır. Cenab-ı Hak basiretler ihsan buyursun.
KISA SÖZLER
- Niçin hayretler içinde şaşıp kalıyorsunuz? Bizim ittifak etmemek hususunda ittifak ettiğimizi unuttunuz mu?
- Müslümanlar sanık sandalyasına kendilerini oturtmadıkça hatâlarını anlayıp da düzeltme yoluna gidemezler. Bütün kabahat masonlarda, siyonistlerde, dinsizlerde, haçlılarda da zavallı Müslümanlar hep mağdur, hep masum mu? Hayır, asıl sorumluluk bizdedir.
- Gazetede “Altın yüz güldürdü. Mark sevindirdi, Dolar üzdü…” diye yazılıydı. Bu başlığı okuyunca “dinühüm dinarühüm=onların dinleri paralarıdır” hadisini hatırladım.
- İki Müslümanı kavga ederken görürsen, kim haklı kim haksız onu anlamak için uğraşma dahemen kavgayı ayırmağa bak.
- İslam’a davet açıktır, geneldir. Tarik ve meşrebe ise davet yoktur. O bir nasip işidir. Her istekli kabul edilmez, seçilerek alınır.
- Mezheb kabul etmeyen kişi, ceza hukukunu kabul edip de Ceza Kanununu kabul etmeyen sivri akıllı gibidir.
- Adamın biri camide namaz kılarken, yanından geçen iki kişiden biri diğerine “tâdil-i erkânla ne güzel kılıyor” dedi. Adam hemen namazını bozdu ve “ayrıca bugün nafile oruç da tutuyorum” deyiverdi.
- Dev ağaç kesilince dibinden bir sürü fışkın çıkar ama hiçbiri o ağacın yerini tutmaz.
17.11.1991