Türk Müslümanlığı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
İslâm dini usûl (asıllar, esaslar) bakımından birdir de uygulamada her devirde, her iklimde, her kültürel ve sosyal ortamda birtakım meşrebler, zevkler kendini göstermiştir. Meselâ Fas’ta bir camiye gidersiniz, namaz aynı namazdır, lakin kıraatinde, edasında oraya mahsus ve teferruata ait farklılıklar görürsünüz. Bu açıdan bakılacak olursa bir Hint-Pakistan Müslümanlığı, bir Arap dünyası Müslümanlığı, bir siyah Afrika Müslümanlığı, bir Malezya-Endonezya Müslümanlığından söz edilebilir. Ama bütün bu Müslümanlıklar Kur’ana, Sünnete, sahih itikad hükümlerine, Ahmedî Şeriat’a, İslâm fıkhına bağlı, meşrû daire içinde olan Müslümanlıklardır. Bu hal, İslâm dünyasındaki müsbet çeşitliliklerdendir. Bir de işin başka bir tarafı vardır. Şimdi birtakım kimseler kendi kafalarına göre bir “Türk Müslümanlığından” bahsediyor, “Biz Arap Müslümanlığı istemiyoruz, Türk Müslümanlığı istiyoruz” şeklinde laflar ediyorlar. Şayet onların bu kasdettikleri Müslümanlık, fıkıhsız ve Şeriatsız, amelî hükümleri olmayan, namaz kılınması farz-ı ayn olmayan, kadınların açık saçık tesettürsüz gezebilmelerine cevaz veren, riba-fâiz yasağı olmayan, ilâhî bir din olmaktan çıkıp beşer uydurması bir hümanizma ve ideoloji haline gelmiş olan bir İslâm ise, böyle bir şey gerçek İslâm değildir. Böyle bir şeye ne Allah râzı olur, ne de aklı başında Müslümanlar. İslâm dininin inanca, ibadetlere, muamelâta, dünya işlerine, ahlâkâ dair kesin hükümleri vardır. Zaman değiştikçe bu hükümler değişmez, onlar ta Kıyamet kopuncaya kadar bâkidirler. Âmentü esasları; namaz, oruç, zekat, hac; tesettür, içki yasağı; fâiz, hırsızlık, zina, fuhşiyyat gibi kötülüklerin men edilmiş olması; yalancılık, emanete hıyanet, vaadinden dönmek, halka zulm ve cevr etmek gibi ahlâksızlıkların ve kötülüklerin günah sayılması gibi hükümlerde hiçbir değişiklik olmayacaktır. Eğer, Türk Müslümanlığını istiyoruz diyenler bunlarda değişiklik yapılabileceğini sanıyorlarsa kendilerini aldatmış olurlar. Bu din, ilahî koruma altındadır. Hiçbir câhil, zındık, kötü niyetli kişi ve zümre dinimizin ilahî ve şer’î hükümlerini tağyir edemeyecektir. Zaten Müslüman Türklerin böyle bir isteği de yoktur. Peki, ortaya atılan Türk Müslümanlığını kimler istiyor? Bunu bazı Sabataistler istiyor. Onlar aslında Müslüman değildir. İzmirli haham ve sahte mesih Sabatay Sevi’nin dinine mensupturlar. Zâhirde yalancıktan Müslüman görünmektedirler. Türkiye’de yaşayan Müslümanları da kendilerine benzetmek istiyorlar. Bir de, nüfus kartlarının din hânesinin karşısında İslâm yazılı olan, fakat gerçekte mü’min olmayan bir azınlık vardır. Bunlar da, şer’î ve ilahî gerçek İslâm’dan son derece rahatsız ve tedirgindirler. Kendilerine göre ucuzlatılmış, kolaylaştırılmış, beşerî bir hümanizma ve ideolocya haline getirilmiş, Çocuk Esirgeme Kurumu veya Yardımsevenler Derneği gibi bir hayır cemiyeti haline dönüştürülmüş, etliye sütlüye karışmayan bir İslâm istemektedirler. Bu memlekette yıllar boyunca din eğitimi yasaklanmıştır. Sonradan okullara din dersi konulmuş, fakat bunlar da yeterli olmamıştır. Resmî ideoloji yetmiş yıldan beri dine karışmakta, dindarlara baskı yapmaktadır. Bu zulümler ve baskılar yüzünden ülkemizdeki birtakım vatandaşlar din konusunda câhil kalmışlardır. Bu câhiller, kendileri dindar olmadıkları halde din işlerine burunlarını sokmakta, Ezan Türkçe okunsun, namaz Türkçe kılınsın gibi istekler ileri sürmektedir. Bu gibi kişiler eğer iyi niyetli iseler veya yeterli zekâya ve ferasete sahipseler onları ikna etmek o kadar zor olmaz. İslâm dininde ve dünyasında ibadet dili Arapçadır. Binaenaleyh Ezan-ı Muhammedî Arapça okunacak, namaz Arapça sûre, dua ve tesbihat ile kılınacaktır. Bu konuda değişiklik yapmak, ibadet dilini Türkçeleştirmek mümkün değildir. Böyle bir şey İslâm’a ve Müslümanlara büyük zarar verir. Bugün büyük Müslüman kütle câhil kaldığı, kırsal kesim ve gecekondu kültürü veya kültürsüzlüğü içine düştüğü için bu gibi konularda gereken müdafaaları, reddiyeleri, açıklamaları yapamıyor. Zamanımızda ABD’de, İngiltere’de, Fransa’da, diğer batı ülkelerinde Hıristiyanlıktan İslâm’a dönmüş yüzbinlerce, hattâ bazı rivayetlere göre milyonlarca mühtedi vardır. Onlar Ezan’ı Arapça okuyor, namazı Arapça kılıyor da biz öteden beri Müslüman olan Türkler mi, bunları değiştirip Türkçe yapacağız? Hangi din bilgini, şeyh, büyük Müslüman buna cevaz vermektedir? Türk Müslümanlığı Allah’a, Peygambere, Kur’ana, Şeriata, Sünnete, fıkha, sahih itikad esaslarına, dinî ahlâka bağlı bir İslâmdır. Başka bir Türk Müslümanlığı olamaz, kabul edilemez.
Yaşlari otuz otuz beş civarında on kişilik bir grup yiyip içip sohbet ediyor. Üniversite tahsilli, serbest meslek sahibi, az çok servetleri olan, cin fikirli Müslüman vatandaşlar bunlar. Kimisi namazı bırakmıştır, kimisi yalap şalap kılar. Ezan okununca, arada bir olsun camiye gideni yoktur. Konuştuklarına kulak verdim: – Filan yerde iyi rant var, oraya girip biz de yararlanmalıyız… – Falan yerde ihale almak mümkün. Her imkânı kullanıp biz de ihale almalıyız… – Şu mevkideki büyük arsayı ucuza kapatıp bir site kurabiliriz… – Şu işte iyi para var… – O teşkilata dahil olup biz de nasibimizi ve payımızı alalım… Bu konuşmalar olurken ağız şapırtıları, gluk gluk diye yudumlamalar geğirtiler, he he he… diye gülüşler işitiliyor. Gözlerine baktım; bencil, biraz kurnaz, hilekâr bakışlar gördüm. İdealizm, feragat, fedakârlık, garazsız ivazsızlık, ihlâs, istiqamet, kerem, ihsan bunların yanına uğramamıştı. Genç, okumuş, münevver Müslüman iş sahipleri bir araya gelince böyle mi sohbet etmeliydiler? Niçin biraz da kültürden, sanattan, mimarlıktan, şehircilikten, tarihten, lisan ve edebiyattan, dekorasyondan, Türkiye’nin müzmin dertlerinden, siyaset kirlenmesinden; bu devleti, bu ülkeyi, bu milleti kalkındırmak, selâmete çıkartmak, yüceltmek için çareler ve çözümlerden bahsetmiyorlardı. Para para para… Şimdi herkesin aklı fikri bu. Mal ve cah ihtirası ve şehveti insanları esir ve rezil etmiş. Haram helâl ayırımı yapılmıyor. Para ve çıkar olsun da nasıl olursa olsun. Ateistler, dinsizler, ehl-i dünya, inkârcılar böyle olabilir ama Müslümanların böyle olmasını kabul edemiyorum. 16 Eylül 1998 Çarşamba