Fransa’da Türk Sezonu

etkinlikleri yapılıyormuş. Bakın orada Türkiye devletinin, Ankara Dışişleri Bakanlığı’nın verdiği paralarla; birtakım vakıfların, kuruluşların, derneklerin, Türkiye kültür ve sanat adamlarının katkılarıyla ve herkesin gözü önünde Peygamberimiz’e (Salat ve selam olsun ona) ağır hakaretler yapılmış. Fransa’da Yasemin Berkol Hanımefendi’nin gönderdiği yazıyı aynen aşağıda okuyacaksınız. (Tekfen ve “Fevziye Okulları” Vakfı böyle bir şeyi nasıl yapmıştır?)

“8 Ekim 2009

günü saat: 12.30’da Paris Petit Palais adlı güzel sanatlar müzesinde bir konser verildi.

Fransa’da Türk Sezonu adı altındaki etkinliklerden biri olan ve Tekfen ve Fevziye Okulları Vakfı tarafından desteklenen bir etkinlik bu.

Türk ve Fransız müzisyenlerin katıldığı bu konserde Peygamberimiz’e “Ağır hakaret ve küfür edildi”, ben bir Müslüman olarak bu denli hakaretten üzüntü duydum ve salondaki Türk izleyicilerden de tepki gelmemesi beni daha da hırslandırdı.

Aşağıda Fransızca ve Türkçe tercümesini yazdığım bu şiir barok müzik bestesiyle bir soprano tarafından İtalyanca okundu ancak Fransızca tercümesi el broşüründe izleyicilere sunuldu ve bol bol alkışlandı.

“……. Ah que soit maudit l’Arabe Mohamet et son successeur Ali, que le sol recouvre la Mecque, que tombe sens dessous-dessous Medinet al-nabî………”

“Ah Arab Muhammed’e ve onun halifesi Ali’e lânet olsun, Mekke’yi toprak örtsün, Nebînin şehri Medine’nin altı üstüne dönsün…” Avrupalıların her fırsatta Müslümanlara hakaret ettiği biliniyor ama bizzat Türk kültür ve sanat adamlarının yönetiminde, Türk vakıflarının ve Dışişlerinin parasıyla düzenlenen bu etkinlikler arasında bu hakaret gözden kaçan bir kaza olamaz!

Bu bir skandaldır. Siz basın mensuplarını duyarlı olmaya davet ediyorum.

Saygılarımla.

Yasemin Berkol”

* (İkinci yazı)

SEZGİ, UFUK GENİŞLİĞİ, GELECEĞİ KEŞİF…

İÇ ve dış politikada sezginin, ufuk genişliğinin, intuitive/hadsî düşüncenin, altıncı duygunun büyük yeri ve rolü vardır. Bunlar olmadan dirayetli ve isabetli ne iç politika olur, ne de dış politika.

Yakın tarihimizde Turgut Özal yukarıda saydığım hasletlerden bazısına (hepsi?) sahipti ve bu yüzden büyük işler yapabilmişti.

1938’de Hitler’in Çekoslovakya üzerindeki, bir kısmı haklı emel ve istekleri karşısında Avrupa çok ciddî bir savaşın eşiğine gelmişti. Son anda İngiltere, Fransa (İtalya da…) Hitler ile görüşmüşler, bir barış anlaşması imzalamışlardı. Münih anlaşması… Bütün Avrupa bir oooh çekmiş, bin yıllık bir barış yapıldığını sanmış ve rahatlamıştı. Bu barış, bu rahatlama, bu kuruntu bir yıl sürmüştü ancak. 1939 sonbaharında Almanya Polonya’ya saldırmış ve o korkunç İkinci Dünya Savaşı başlamıştı.

O zamanın İngiliz ve Fransız devlet adamlarında, politikacılarında, yüksek idarecilerinde seziş, geniş ufuk, altıncı duygu, geleceği doğru tahmin etmek yetenekleri olsaydı dünya ve insanlık o felakete sürüklenmezdi.

İngilizler, Amerikalılar Almanya’yı tam manasıyla ezmişler ve Marksist Sovyetler Birliği’ne meydanı boş bırakmışlardı. Bu da büyük bir sezgisizliğin, ufuksuzluğun, ileriyi görememenin neticesiydi.

İkinci Meşrutiyet’ten (1908) sonra Jön Türklerin, İttihadçıların ufuksuzluğu, sezgi ve görüş sahibi olmamaları Osmanlı devletinin feci ve korkunç bir şekilde tasfiyesine yol açtı. 1908’te Selanik’te papazlarla sokakta “Yaşasın hürriyet geldi” diyerek sarılıp öpüşen sarıklılar ne kadar ufuksuz, ne kadar görüşsüz kimselermiş…

1918 yenilgisinden sonra Türkiye Müslümanlarının ufuklu, sezişli, dahî (cin fikirli) politikacıları olmadı.

Adnan Menderes sezgi sahibi olsaydı 1960’da pisi pisine enselenir miydi?

Son kırk yıllık İslâmcılık hareketi sezgisizliğin, ufuksuzluğun, ileriyi görememenin kurbanı olmuştur.

İbn Haldun’u bilmeden doğru dürüst bir kurtuluş reçetesi yazmak mümkün değildi.

Diğer İslâm ülkelerine bakalım: Pakistan’ın resmî ismi İslâm Cumhuriyeti ama gerçekte değil. Oraya gerçek bir İslâmî rejim getirmek için çalışanlar sezgili, ufuklu, geleceği iyi gören kişiler miydi; yoksa gerçeklerden ve bilgelikten kopuk hayalperestler miydi?

Mısır’a bakalım: Orada 1940’ların sonunda başlayan İslâmî kurtuluş hareketi niçin hâlâ mutlu bir sonuca ulaşmadı? Kabahat hep dinsizlerde de, İslâmcılar Zemzemle yıkanmış gibi kabahatsiz ve suçsuz mu?

Biz Asr-ı Saadet’i geri getireceğiz sloganları atan İslâm aktivistleri uzak görüşlü, geniş ufuklu kimseler miydi?

Türkiye’deki İslâmî Hareket, Siyasal İslâm temiz kalmış mıdır, yoksa ihanet ve hıyanete uğrayıp kirletilmiş midir?

Müslümanların binlerce hizbe, fırkaya, meşrebe, fraksiyona ayrılmış olmaları uzak görüşlülüğün, sezgi sahibi olmanın neticesi midir, yoksa bunların fıkdanı (olmayışı) neticesi midir?

Konuyu derleyip toparlamak, özetlemek gerekirse: Politikacılarımızın, siyasîlerimizin, temsilci şahsiyetlerimizin ufuk genişliğine, istikbali doğru olarak tahmin ve keşfetmeye, engin bir kültür ve irfana büyük ihtiyaçları vardır. Bunlar olmazsa Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oluruz…Yağmurdan kaçarken doluya tutuluruz…

* (Üçüncü yazı)

MERHUM ABDÜLMELİK FIRAT

ŞEYH Said’in torunu Abdülmelik Fırat fânilikler dünyasını bırakıp devamlı kalınacak yurt olan âhiret alemine gitti. Onu mü’min, muvahhid ve müslim olarak bilirim. Cenab-ı Hak rahmetiyle muamele buyursun. Hayatı boyunca çok acılar çekti. Sürgünlerde, ev hapislerinde, zindanlarda süründü. Kendisi çok kültürlü, ilim ve irfan sahibi, bilge ve vatansever bir Türkiyeliydi.

Dedesi Şeyh Said Şeriat ve Tarikat icazetine sahipti. Onu Kürt milliyetçisi olarak gösterenler ya bilmeyen cahillerdir, yahut bile bile yanıltan mudillerdir.

Asılarak idam edilmiştir, şehiddir.

Düzene muhalifmiş… Olabilir, bu onun tercihidir. Nâzım Hikmet de rejime muhalifti, Kemal Paşa’yı devirmek istiyordu. Onu göklere çıkartanların, benim Şeyh Said’i tutmama itiraz etmeye hakları olabilir mi?

Düzen veya sistem başkadır, Türkiye başkadır. Bu ikisini özdeşleştirmek Türkiye’ye yapılacak en büyük kötülüktür. Abdülmelik Fırat, düzene karşıydı ama Türkiye’yi ülke olarak, halk olarak, devlet olarak sever ve korurdu. Böyle vatansever, bilgili, kültürlü, irfanlı, bilge kimseleri dışlayarak onlara eziyet ederek onları ezerek şu güzelim memleketi ne hale getirdiler. Hâlâ da uslanmıyorlar.

Abdülmelik Fırat Zülcenaheyn idi, yani iki kanatla uçardı: Şeriat ve Tarikat…

Bizdendi… İnşaallah mekânı Cennet olsun.

* (Dördüncü yazı)

YİNE LANET OLSUN!..

1969’daki Kanlı Pazar hadisesinden sonra Arabistan’daki Hollanda Bankası şubesinden bana 350 bin dolar gönderilmişmiş…

Bu iddia kocaman ve kuyruklu bir yalan ve iftiradır.

Doğan yayıncılık bu iftira ve yalanı bir kitabına koydu. Mahkemeye verdim. Mahkeme Hollanda Konsolosluğu’na sordu. Cevap “Hollanda’da böyle bir banka yoktur…” Makbuzun numarası varmış… Eline bir kağıt kalem alırsın. Üzerine (gerçekte olmayan) uyduruk bir banka ismi yazarsın. Bir de kafadan numara. Olur kocaman bir yalan ve iftira. Buna inanan çıkar mı? Maalesef çıkar. Bir kısım geri zekalılar ve bir kısım kin kurbanları…

Yalancı ve iftiracı bana kulak versin:

1. İddiaları doğruysa isbat edici deliller ile gelsin oturduğum daireyi, mütevâzı bağ evimi (o fazla bir para etmez), küçük ticarethanemi kendisine vereyim ve yazı hayatımdan çekileyim.

2. Yalancı ve iftiracının iddiası doğruysa Allah’ın laneti benim üzerime olsun; değilse onun üzerine olsun.

Yalan olduğunu bile bile bana bu iftirayı yapanlara hakkımı helal etmiyorum. Dünya ve ahirette iki elim yakalarında olacaktır.

Üç beş bin dolara tenezzül edecek birtakım ahlaksız, karaktersiz, bayağı, sürüngen, âdi kişilerin bu yalan ve iftiraya inanmalarını tabiî karşılarım.

Buyursunlar, çok kızdıkları, kin ve düşmanlık besledikleri beni bitirsinler. Evimi malımı elimden alsınlar, kalemimi kırdırsınlar…

İddialarını isbat edemezlerse yalancı, müfteri, şerefsiz, rezil, alçak, akrep kişilerdir.

Bankaymış, makbuz no.suymuş… Öyle bir banka olmadığı kesinleşmiş mahkeme kararıyla sabittir.

Almanya’da beş sene sürgün hayatı yaşadım. Merhum dostum Kerküklü Dr. Zeynel Abidin’den geçinmek için borç para aldım. Türkiye’ye döndükten ve Doktor’un Rahmet-i Rahman’a intikalinden sonra borcumu zevcesi hanımefendiye taksit taksit ödedim.

Bana bu iftirayı yapanlara, bu konuda ısrar edenlere lanet ediyorum. Onlar lanet ne demektir bilirler mi? 13 Ekim 2009