Türkçe Meselesi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Ocak 2019
Cuma
İslami ilimler ikiye ayrılır: Âlet ilimleri, ‘âlî ilimler. Âlet ilimleri amaç değil, vasıtadır. Onlar öğrenilmeden yüce ilimlere merdiven dayamak mümkün olmaz. Nedir bunlar? Arapça sarf, nahv, iştikak, bedi’, beyan, aruz, mantık ve saire.
İslâm kültürünün de böyle iki çeşit ilmi vardır. Biz Türkiyeli Müslümanlar için âlet ilimleri zengin, edebî, yazılı Türkçe’nin grameri, lügati, ıstılahlarıdır, edebiyat kültürüdür.
Kesin olarak beyan ediyorum: Üç-beş yüz kelimeli sokak, çarşı-pazar, iletişim, konuşma Türkçesiyle Türkiye Müslümanları kesinlikle hürleşemez, zilletten kurtulup izzet bulamaz, bağımsız olamaz, haysiyetli bir hayat süremez. Zengin, edebî, yazılı medeniyet Türkçesini iyi bilmek, Müslümanların okumuş tabakası için mecazî mânâda, dolaylı bir farzdır.
Edebî zengin Türkçe sadece edebiyatçılara mı gereklidir? Hayır!.. Her okumuş, tahsilli, yüksek tabaka mensubu, temsilci Müslümana şarttır, bir nev’i farz-ı ayındır. Doktor da olsa, mühendis de olsa, jeolog da olsa, işletmeci veya otelci de olsa… Bizim ana dilimiz, genel kültür dilimiz, medeniyet dilimiz Türkçedir. Arapça din dilimizdir.
Şu anda edebî, medenî, zengin, yazılı lisan bakımından acınacak derecede fakir vaziyetteyiz. Üç-beş yüz kelimelik Türkçe ile köy olmaz, kasaba olmaz, medeniyet ve kültür olmaz. Lisan bakımından bedevî vaziyetteyiz. Bedevîden de aşağıyız.
Düşmanlarımız bizi kolay idare etmek, daha doğrusu gütmek için dilimizi bozmuşlar, dilde kopukluk meydana getirmişler, dilimizi son derece fakir ve yetersiz hale getirmişlerdir. Biliyorsunuz bu bozma işinin başında, hayatı boyunca adını tamam şekilde hiç yazmayan, sadece (A.) yazan bir gayr-i müslim bulunmuştur.
Bir Müslüman toplum zengin ve edebî lisanını yitirirse hürriyetini, bağımsızlığını, haysiyetini de yitirir. Bir Müslüman toplum seksen sene önce vefat etmiş dedelerinin, ninelerinin, ecdadının mezar taşlarını okuyamayacak hale düşmüşse o, mahv olmuş, bitmiş demektir.
1950’li yıllarda, 60’lı yıllarda Müslüman kesimde lisan meselesi üzerinde önemle duran aydınlar, büyükler, üstadlar, fikir adamları bulunuyordu. Müslümanların gündeminde
vardı.
Maalesef şu anda, bazı cılız feryatlar dışında bu meseleyi unutmuş, gündemden çıkartmış vaziyetteyiz. Dil konusundaki oldu-bittiyi zelilâne ve gafilâne kabul etmiş durumdayız.
Açık konuşuyorum: Lisan meselesini halledemezsek, zengin, edebî, yazılı, kopuksuz Türkçeye dönemezsek kurtulamayız. İslâm sadece, dar mânâda bir din ve inanç değildir. İslâm bir medeniyettir, İslâm bir dünya nizamıdır, İslâm bir hayat tarzıdır, İslâm bir kültürdür. Bütün bunlar ancak ve ancak zengin bir lisanla ayakta durur.
Böyle adamlar yetişmesi için çok zengin, çok ufuklu, çok derin, çok geniş bir lisan olması gerekir. Zekâ özürlüler seviyesindeki bir sokak, çarşı-pazar, iletişim Türkçesiyle hiçbir şey yapamayız. Şu ülkede on milyonlarca Müslüman, üzerlerine ölü toprağı serpilmişçesine gaflet ve miskinlik içindedir.
Onları harekete getirecek şâirlerimiz nerededir? Neşideleriyle milyonları meydanlarda toplayacak ediplere muhtacız. Varoş, gecekondu, bedevî edebiyatıyla nereye kadar gidebiliriz, ne yapabiliriz? Milyonların gönüllerini titreşime getirecek epik şiirler, toplardan, bombalardan daha güçlüdür. Bugünkü arı, duru, sade suya tirit, fakir, zavallı uyduruk Türkçe ile artık Mehmed Âkif gibi bir şâir çıkmaz.
Olanak, olasılık, imge, simge, betik, düttürü, şarbay, oldurgaç, gümürtü kelimeleri ruhları harekete getirmez. Böyle kelimeler yığınları ağlatmaz, güldürür. Bugünkü dille eski muhteşem şarkılar yazılamaz. Zengin Türkçe bundan yüz yıl önce dünyanın en büyük diliydi. Teknik tâbirler ve kelimeler bakımından belki bazı noksanları vardı ama edebî boyutları çok genişti.
Yahya Kemal şiirlerini sade ve uyduruk Türkçe ile yazmadı. Necip Fazıl öztürkçeci değildi. Ecdat ordularını coşturan mehter neşideleri uyduruk Türkçe ile terennüm edilemez.
Şu birtakım İslâmcılara bakınız: Ellerine para, imkân, fırsat geçince en lüks otomobillere kuruluyor, en pahalı cep telefonları ile konuşuyorlar, son moda markalı elbiseler giyiniyorlar ama kullandıkları Türkçe nasıl bir Türkçedir? Zengin midir, fakir midir? Konuşurken ve yazarken gramer hatâsı yapan, kelimeleri yanlış kullanan adam İslâm’ı temsil edemez.
Her hafta bu ülkenin yetmiş küsur bin camiinde cuma hutbesi okunuyor. Milyonlarca cemaat içinden birkaç kişiyi ağlatan, heyecanlandıran, feryat ettiren, gömleğini yırttıran bir hutbe metni ve bir hatip gördünüz mü? İslâm elbette alt tabakanın da dinidir ama bir “Alt tabaka dini” değildir:
Bu nice tahribattan sonra bütün okumuşlara zengin ve edebî Türkçe öğretmek mümkün olamaz. Lakin, okumuşların hiç olmazsa bir kısmını kurtarmak için plan program yapılması, çalışmalara başlanması gerekir. Bu memlekette en az birkaç milyon insan 1920’lerin zengin ve medenî Türkçesine dönmelidir. Öyle bir Türkçe ile yayınlanan gazete, dergi ve kitaplara sahip olmamız gerekir.
Günde on kelime ve tâbir öğrensek, beş sene sonra zengin Türkçeye sahip oluruz. Müslümanları aldatan, uyutan, sömüren, yanlış yollarda yürütenler benim yazılarımdan hoşlanmazlar. Bunu tabiî karşılamak lazımdır. 04 Haziran 2005