CumaKırgızca bir kitap aldım. Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı tarafından 1995’te Ankara’da bastırılmış. Bizim Dışişleri Bakanlığımıza bağlı bir kuruluş TİKA.

183 sayfalık kitabın ismi “Türk Atanın Baldarı Bolsok ce Ruh Başattarı”. Kırgızca Türkçenin bir şubesi ama mânâsını anlamadım. Türk, ata, ruh kelimelerini biliyorum, ötekileri bilmiyorum.

Kırgızca kitabın 29’uncu sayfasından rastgele bir paragraf alıyorum:

“Rabguzi paygambarlardın adilettik, adamgerçilik sapattarına basım casap süröttöö menen idealdu gana emes, turmuştagı realduu cönököy adamdık cakşı sapattardı da körsöttö algan.”

Türkçe ama nasıl bir Türkçedir bu?

Paygambar, adam, ideal, real… Bildiğim kelimeler sadece bunlar.

Makedonya’dan Çin’e kadar uzanan engin Türk dünyasının en büyük problemi lisandır.

Çeşitli ülkelere ve toplumlara ait Türkler Türkçe ile anlaşamıyorlar. Bu ne büyük bir kopukluk ve felâkettir.

Sovyetler Birliği, hakimiyeti altında bulundurduğu her Türk ülkesinde mahallî lisanı, ötekilerden uzaklaştırmak, Türklerin birbirini anlamalarını güçleştirmek için elinden geleni yapmıştır.

Rusya’da Bolşevik ihtilâli olmazdan önce bütün Türkler İslâm-Kur’ân yazısını kullanıyorlardı. Hiç olmazsa bu yazı bir birlik sağlıyordu. Kırım’da, Kazan’da Türkiye Türkçesine çok benzeyen bir Türkçe kullanılıyordu. Bundan yüz sene önce oralarda Arap harfleriyle basılmış Türkçe kitapları okuyup anlayabiliyorum.

Sonra Türklerin yazıları değiştirildi. Önce Latin harfleri, sonra Kril yazısı.

Sadece yazıyı değiştirmekle kalmadılar. Türkçeyi de bozmak için ellerinden geleni yaptılar. Binlerce Rusca kelimeyi Türkî lisanlara soktular.

Başkan veya reis prezident oldu. Cumhuriyet respublika, vekil veya nazır (bakan)ministir…

Maalesef garp Türklerinin de lisanı bozuldu.

Bugün bir Türkiye Türkü Kırgızca, Kazakça, Özbekçe metinleri anlamadığı gibi, yakın tarihte yazılmış Anadolu Türkçesini de anlayamıyor.

Hüseyin Rahmi’nin, Halit Ziya’nın, Mehmed Rauf’un romanlarını da yeni nesiller orijinal diliyle okuyamıyor, anlayamıyor.

Fransa’da beş yüz sene önce yaşamış Rabelais’in kitapları sadeleştirilebilir ama Balzac’ın, Zola’nın, Maupassant’ın kitaplarını sadeleştirmekten bahsedene deli derler, herifi tımarhaneye koyarlar.

İran’da, 1300’lü yıllarda yaşamış millî şair Şirazlı Hâfız’ın Divan’ını herkes okuyup anlayabiliyor da bizde, 16’ncı asırda yaşamış Fuzulî’yi anlayarak okuyabilen kaç kişi çıkar?

Birtakım uluslararası güçler Müslüman Türklerin birleşmesini istemiyorlardı. Çünkü birlikten kuvvet doğardı. Türklerin kuvvetlenmesi Türk düşmanlarının işine gelmezdi.

Türkleri kırarak yok etmek mümkün olmadığına göre ne yaptılar? Türklerin dillerini bozdular, Türkleri birbirlerini anlamaz hale getirdiler.

Dünyada Fransızca konuşulan birçok ülke var:

Fransa…Belçika…İsviçre… Kanada’nın bir bölgesi… Senegal gibi Afrika ülkeleri… Lübnan’ın okumuşları… Bu ülkelerden birinde yayınlanan Fransızca bir kitap, dergi veya gazete hepsinde okunur, anlaşılır. Ufak tefek farklılıklar vardır ama önemli değildir.

Türk dünyasında öyle mi? Buradan Kazakistan’a gidersek, Kazak Türkçesini anlayamayız ve bir tercümana muhtaç oluruz.

Sovyetler Birliği yıkılınca Ortaasya Türklerinin eski alfabelerine dönmeleri gerekiyordu. Lakin Amerikalılar, Avrupalılar, Haçlılar, Siyonistler bunu istemediler. Onları Latinleştirdiler.

Başta Türkiye Müslümanları olmak üzere Türk dünyasının en büyük meselesi lisan meselesidir. Bu konuyu halledemezlerse Türklerin istikbali karanlıktır.

Lisan konusunda neler yapılmalıdır:

1. Tarihî ârızalar giderilmeli ve tarihî devamlılığa geçilmelidir.

2. Hiç olmazsa bütün okumuş Türklerin birbirlerini anlamalarını sağlayacak müşterek bir Türkçe geliştirilmelidir.

3. Latin ve Kril yazılarının yanında mutlaka İslâm-Kur’ân yazısıyla da Türkçe okutulmalıdır.

4. Türkler atalarının mezar taşlarını, tarihî eserlerdeki kitabeleri, arşivlerdeki vesikaları, eskiden basılmış veya yazılmış kitapları okuyabilmelidir.

5. Bütün Türk dünyasında satılacak, okunacak kaliteli bir edebiyat, kültür, sanat, tarih dergisi çıkartılmalıdır. Bu dergide üç yazı kullanılmalıdır. İslâm yazısı, Latin yazısı, Kril yazısı.

İslâm yazısı ve Türkçe konusunda çok enteresan bir hadise vardır.

1926’da Bakû’da bir

Türkoloji Kongresi

toplanmış, bizden de delegeler gitmiş. Kazan delegesi

Âlimcan Şeref bey

Rusça bir tebliğ okumuş. Bu tebliğ bilahare Türkçeye çevrilmiş ve “Harflerimizin Müdafaası” adıyla İstanbul’da basılmış. Konuyla ilgilenenlerin bu küçük kitabı tedkik etmelerini tavsiye ederim. (Latin harfleriyle yeni baskısı Bedir Yayınevi’nden temin edilebilir. Tel 0212/519 36 18).

Yine bizde Latin harfleri devrimi yapılmadan önce, İstanbul Darülfünunu müderrislerinden (üniversitesi profesörlerinden) Musevî Avram Galanti bey “Arabî Harfleri Terakkimize Mâni Değildir” adlı bir kitap yayınlamıştı. Arzu edenler bu kitabı da Bedir Yayınevi’nden temin edebilir.

Bu konuda bir de Mısır’da Türkçe olarak “Yazımız” başlığıyla yayınlanmış bir kitap vardır. Bu da Latin harfleriyle basılmıştır. Yine Bedir Yayınevi’nden alınabilir.

Halkımızın, bilhassa münevverlerimizin yazı, lisan meselesiyle yakından ilgilenmeleri gerekiyor. Biz Türkiyeliler bu yazı ve lisan işini tartışmalı, müzakere etmeliyiz.

Eski yazıya dönülsün demiyorum ama tarihî kopukluğun giderilmesi için mutlaka eski yazı denilen, atalarımızın bin yıl boyunca kullanmış oldukları yazı öğrenilmelidir. Yazıyı öğrenmekle de iş bitmiyor. Kasıtlı olarak, zorla değiştirilen zengin Türkçe de öğrenilmelidir.

İranlılar millî şairleri Hafız’ı nasıl okuyup anlayabiliyorlarsa, biz Türkiyeliler de en büyük şairimiz Fuzulî’yi okuyup anlayabilmeliyiz. Hem de Latin harfli metinlerden değil, Fuzulî’nin kullanmış olduğu Arap harfli metinlerden…

Pembelerin dil konusundaki fikirleri Türklerin, Türkiye’nin menfaatlerine uygun değildir.

Hiçbir ülke, hiçbir devlet, hiçbir halk mâzisinden koparak yücelemez, ilerleyemez.

Yüz sene önce yazılmış romanları, hikâyeleri, şiirleri, piyesleri, tarih belgelerini okuyup anlayamayan yüksek tahsilliler maalesef yüksek tahsilli sayılmaz.

Bir Fransız düşününüz, Balzac’ın 19’uncu asırda yazdığı Fransızca romanları okuyup anlayamıyor. Bu Fransıza okumuş, tahsilli, kültürlü bir Fransız demek mümkün müdür?

Türkiye Türkleri kültür ve lisan bakımından aliéné hale getirilmiştir.

Çocuklarımızın, gençlerimizin adam olmalarını istiyorsak onlara zengin, edebî, ufuklu, medenî Türkçeyi öğretmeliyiz. Olanak, olasılık, koşul, sorun, morun, irdeleme, imge, simge, gibi uyduruk kelimeler gülünçtür. Bunlarla köy olmaz, kasaba olmaz, medeniyet olmaz.

Yeni basılan bazı Türkçe kitapları alıyorum, okumaya çalışıyorum ve dehşet içinde kalarak birkaç sayfa sonra elimden atmak zorunda kalıyorum. Güzelim Türkçeyi saksağan diline benzetmişler. Ne ahenk kalmış, ne sanat, ne şiiriyet, ne de zarafet.

Zengin Türkçe öyle ahenkli bir dildir ki, onu iyi konuşan bir kimsenin yanındaki müzikten anlayan biri, konuşmayı notaya alabilir. Tıpkı bülbül şakımasının notaya alınması gibi. Türkçemizi karga diline çevirenler ne büyük bir kültür cinayeti işlemişlerdir! 19 Haziran 2004