TÜRKİSTAN
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 25 Aralık 1991
Sovyetler Birliği yıkıldığına ve oradaki kardeşlerimiz kendi müstakil devletlerini kurduklarına göre, kültürlerindeki fuzulî Rus tesirlerini de silmeğe başlamalıdırlar. İlk önce de Ahmedof, Mehmedof, İslâmof gibi şahıs isimlerinin eklerini Türkleştirmelidirler. Bu kardeş memleketlerde, yıllar yılı marksist ideoloji hâkim olmuş, beyinler yıkanmış, hayli kültür tahribatı yapılmıştır, istiklâl ilanıyla bu tahribat bir anda tâmir edilemez. Millî bünye içinde eski zehirlerden bir miktar kalacaktır. Öyle adamlar göreceğiz ki marksizmi bırakacaktır ama din düşmanlığını bırakmayacaktır. Dün önderimiz Marks’tır, Lenin’dir diyen bazı kişileri, bugün kendilerine başka dinsiz önderler arayacaktır. Alışkanlık…
Hayalperest olmayalım. Bu dünyanın fitne ve fesadı bitmez. Dertler hiç eksilmez. Sovyetler Birliği’nin eski sömürgelerinde hayli sarsıntılar olacaktır. İslâm tarihi nifak ve şikaktan hali kalmamıştır. Bu dünya fitne, imtihan, belâlarla sınanma meydanıdır.
Yeni kurtulan o ülkelerden istidatlı ve temiz gençleri toplayıp Türkiye’de İslâm için yetiştirmeliyiz. Bizim durumumuz da pek parlak değildir. Kendimize de çeki düzen vermek zorundayız.
Benim korktuğum bir şey var: Çeşitli cemaatler Türkistan’a, Kafkasya’ya, kendilerine yeni taraftarlar toplamak için yönelecekler diye endişe ediyorum. Efendiler, şimdi taraftar toplama zamanı değil, Müslüman yetiştirme zamanıdır. Taraftarlık bir nasip işidir, meşreb işidir. Ağırlığı ona vermek büyük hatâ olur.
Hizmetleri geniş tutmalıyız. Biz Müslümanı yetiştirelim, sonra hangi meşrebe girecekse girsin, müdahale etmeyelim.
Şu’culuk, bu’culuk kafasıyle iyi hizmet yapılamaz.
Türkistan’da, Kafkasya’da, diğer kurtulan bölgelerde çok ciddî, çok kaliteli, çok sıkı çalışmalıyız. Misyonerler bizden önce davrandılar bile.
KÜLTÜR ÖZÜRLÜLER
Küçükleri zararlı ve müstehcen neşriyattan koruyan kanunu kaldırma teşebbüsü ile işe başladılar. Bu kafaları gördükçe vatanımın, milletimin, devletimin haline acıyorum. İşte böylelerine iktidar verilirse, yapacakları icraat da budur. Dünyanın her ülkesinde küçük çocukları, henüz reşid olmamış gençleri muzır neşriyattan, müstehcen yayınlardan, ahlâksızlıktan korumak için kanunlar vardır. Böyle koruyucu kanunların ve nizamların lüzumuna inanmak için dindar olmak, muhafazakâr bir zihniyete sahip bulunmak şart değildir. Aklı olan, birazcık olsun vicdan boyutu bulunan her insan bunu mâkul görür, buna taraftarlık eder.
Bizim antikültürlülerimizin, bu kanunu kaldırmak için bahaneleri de var. Neymiş efendim, yasaklar tahrik edici oluyormuş, yasaklanan mevzulara bir câzibe veriyormuş, meraka sebep oluyormuş, o halde bu yasak kaldırılırsa kötülükler daha hafif ve az olurmuş. Sevsinler… Aman ne mantık, ne mantık. Zavallı Türkiye sen ne günlere kaldın!
Bu seviyede otuz değil üç yüz üniversitemiz olsa da bu memlekette kaliteli kadrolar yetişmez. Adam, 1928’den önce basılmış, yazılmış Türkçe kitapları okuyamıyor, sonra da kültür işlerine burnunu sokuyor. Kafası modern hurafelerle dolu, bilgi dağarcığı üstünkörü yalan yanlış kavram ve terimlerden ibaret bu kültür özürlülerle mi kültürel faaliyet ve hizmetler görülecektir? Vah vah!..
Çekeceğimiz var. Başa geldiler, başa gelen çekilirmiş…
NİÇİN VAZGEÇTİM?
Senelerden beri kendime bir yardımcı arıyordum. Sahibi bulunduğum yayınevinin neşriyatında ve benim yazı işlerimde hizmet görecek bir eleman. Uzun seneler aradıktan sonra vaz geçtim. Niçin mi? Merak etmeyin anlatacağım. Bazı namzetlerin ilk soruları şu oluyordu: Ayda kaç lira maaş vereceksiniz. Böylelerine tabiatıyla kızıyordum. Efendim sen önce işin mahiyetini öğren, şartlarını sor, altından kalkıp kalkamayacağını düşün, yükün altına girebileceksen müzakereye otur ve maaş meselesinde karşı teklifini getir. Hodbehod “maaş kaç lira!” diye evvelemirde sormak akıllılık alameti değildir.
Benim aradığım adam, bir kere Türkçeyi çok iyi bilmeliydi. Elyazısı ve matbu Osmanlıca metinleri yanlışsız okuyamayan adam işime yaramaz. En az bir yabancı dil, oldukça seri ve yanlışsız daktilo yazabilmesi, kitap müsveddelerinin redaksiyonundan ve bilahare matbaa tashihlerinden anlaması, mizanpaj, kapak kompozisyonu konusunda zevki ve kültürü olması hem İslâmî hem de genel kültür sahibi bulunması, görgülü olması gerekirdi. Biraz aruz da bilmeliydi. Sokaktan “simitlerim sıcak sıcak.” diye bağırarak geçen satıcının “mefâilün mefâilün” vezninde mal arzı yaptığını bilmeyen adam bana yaramaz. Ayrıca sanat kültürü de gerekir. Uzatmayayım, daha başka şartlar da var ama bu kadarı bir fikir vermeye yeter.
Bazıları “yahu sen kâtip mi arıyorsun, ordinaryüs profesör mü?” diyebilir. Seviye o kadar düştü ki, basit bir kâtipte bulunması gereken şartlar zamanın allâmelerinde bile yok.
Maaş meselesine gelince: Böyle bilgili, başarılı, ehliyetli bir adam ne ederse elbette o aylık kendisine verilecekti. Fakat, herşeyden önce bu adamın mevcut olması ve bizimle çalışmayı kabul etmesi gerekliydi.
Arandığı ve bulunamadığı için biz de bir yardımcı edinmekten sarf-ı nazar ettik ve işlerimizi kendimiz görüyoruz. Kurda sormuşlar “ensen niçin kalın?” diye. “Her işimi kendim görürüm de ondan” demiş.
Bu satırları yazmaktan maksadım, kaliteli, işeyarar, işbilir, işbitirir ehliyetli adamlara olan ihtiyatı dile getirmek içindir.
İKTİSADÎ KOKUŞMA
İçki, eroin, kumar, kadın ibtilâsı olduğu gibi, para ibtilâsı da vardır. Normal ve soylu tâcir, hiçbir zaman para mübtelâsı olmaz. O bir tâcirdir, ticaret yapar, kâr eder, bazan zarar ettiği de olur ama paranın esiri olmaz, para onu sarhoş etmez, para fâhişeliği yapmaz. Eski İslâm toplumunda ahîlik ve fütüvvet teşkilâtları, loncalar ticaret hayatını kontrol ediyorlar, aşırı hırsları, ahlâksızlıkları engelliyorlardı. Din kuralları, Müslüman tâcirlerin para ibtilâsına kapılmalarını önlüyordu. Zamanımızda aşırı kazanç hırsı, köşe dönme yarışı ticaret hayatını bozmuştur. Laik iktisat ve ticaret kuralları helâl haram ayırımı yapmaz. Aza kanaat etmek, nasibine razı olmak gibi faziletler şimdi miskinlik alameti ve alay konusudur. Kuduz bir para aşkı toplumu sarmıştır.
Bu sağlıksız ortamda emek horlanmış, fâiz baş tacı edilmiştir. Dürüst fakirin itibarı kalmamış, üçkağıtçı zengin saygı kazanmıştır. Birtakım gafiller buna iktisadî kalkınma diyorlar. Aslında bu kalkınma değil iktisadî kokuşmadır.
25.12.1991