Türkiye, Güney Kore Gibi Olabilir Mi?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Ocak 2019
Çarşamba
Soru şudur: Türkiye iyi idare edilirse, gereken hizmet ve işler hakkıyla yapılırsa, on sene içinde en az bir Güney Kore kadar zengin, ileri, medenî, kalkınmış, üreten sağlıklı bir ülke haline getirilebilir mi?
Benim cevabım şudur: Çok kolay olmamakla birlikte böyle bir şey mümkün ve kabildir. Ancak bazı şartların yerine getirilmesi gerekir. Bunlar nelerdir?
Bir: Devlet yerinde duracak, Cumhuriyet kalacak; sistem mi, düzen mi, rejim mi neyse, o mutlaka değişecektir. Türkiye’ye âdil, millî kimliğe uygun, vasıflı ve güçlü bir sistem getirilecektir.
İki: Eğitim mutlaka düzeltilecek, gençlik vasıflı, güçlü ve üstün olarak yetiştirilecektir. Bugünkü eğitim sistemi ile Türkiye intihar etmektedir. Bizim okullarımızın da Singapur, Tayvan, Kore, Japonya okulları gibi güçlü ve üstün olması gerekir. Çocukların ve gençliğin hepsini iyi okutmak gerekmez. Yeterli miktarda ehliyetli, güçlü, vasıflı, üstün eleman yetiştirilmelidir.
Üç: Üniversitelerimiz mutlaka islah edilmelidir. Bugünkü üniversitelerle ülkemiz medeniyet, ilim, teknik yarışında ancak nal toplayabilir.
Dört: Resmî ideoloji mutlaka özelleştirilecektir. İsteyen din gibi inansın, istemeyen inanmasın. Devletin ideolojisi olmasın. Bütün ileri ve medenî ülkelerde böyledir.
Beş: Din ve devlet arasındaki kavga, anlaşmazlık, uzlaşmazlık mutlaka kaldırılmalıdır. Din ve devlet barışık olmalıdır, işbirliği yapmalıdır. Laiklik maiklik diyeceklerdir. Türkiye’de laiklik yoktur. Bugünkü sistem “Dinle barışık olmayan devlet dini” sistemidir. Gerçek laiklik istiyorlarsa din işlerini Müslümanlara bıraksınlar, Müslümanlara ABD’de, Kanada’da olduğu gibi hürriyet, serbestlik, muhtariyet (özerklik) versinler.
Altı: İyi bir eğitim sistemi ile yazılı-edebî lisan meselesi halledilmelidir. Yeni nesillere mutlaka iyi derecede Osmanlıca (okumak, yazmak, anlamak) öğretilmelidir. Bir millet, atalarının bin yıl kullanmış olduğu yazıyı ve lisanı bilmeden ayakta duramaz, kalkınamaz.
Yedi: Siyasete mutlaka kalite getirilmelidir. Kalitesiz politika ile, kalitesiz politikacılar ile memleket, devlet, halk yükselmez; alçalır ve sonunda batar. Vasıfsız, yetersiz kimselerin politikaya atılmaları ve iktidara geçmeleri önlenmelidir.
Sekiz: Türkiye’nin dominant unsurunu teşkil eden, ezici çoğunluğu meydana getiren Müslümanlara kendi vatanlarında yüzde yüz insan hakları tanınmalıdır. Bugünkü ve yakın tarihimizdeki insan hakları ihlâllerine son verilmelidir. Türkiye halkına, medenî ve demokrat ülkelerde olduğu gibi tam, gerçek bir din inanç, fikir, vicdan, inandığı gibi yaşamak hürriyeti verilmelidir. Öyle bir hürriyet ki, Amerika’daki Amişler gibi istedikleri gibi hür olsunlar, arzu ettikleri şekilde yaşayabilsinler.
Dokuz: Ülkemizdeki egemen azınlıkların diktatoryalarına son verilmelidir. Hiçbir egemen azınlığın ülkemizin ensesinde boza pişirmesine izin verilmemeli, imkan ve fırsat tanınmamalıdır. Bütün azınlıkların hakları korunmalı ancak bunlardan hiçbirinin ülkeyi babasının atasının çiftliği gibi görüp idare etmesine, memleketi sömürge, halkı yerli haline getirmesine razı olunmamalıdır.
On: Türkiye’deki Sabataycı hakimiyet ve saltanat, insan haklarına uygun bir şekilde kaldırılmalıdır. Çoğunluğu teşkil eden Müslümanlara ve Türklere “Acı Soğan” diyenlerin kendilerini birinci sınıf vatandaş, halka ise yerli, ikinci sınıf vatandaş, parya, zenci muamelesi yapması, hukuk çerçevesi içinde önlenmelidir. Türkiye bu Sabataycılık meselesini halletmeden ne kalkınabilir, ne ilerleyebilir, ne de medeniyet yarışında önde koşabilir.
Onbir: Ülkemiz, gelir dağılımı bakımından dünyanın en kötü ülkesi durumundadır. Bu ülkenin yekûn geliri 72 milyona da yeter, 100 milyona da yeter ama bizim millî gelirimizin arslan payını bir-iki milyonluk mutlu bir azınlık almakta, geri kalan miktar halka yetişmemektedir.
Oniki: Dış düşmanlarımız, sömürgeciler ve onların içimizdeki ortak ve yardakçıları Türkiye’yi üretken bir ülke olmaktan çıkartmışlardır. Onların şeytanî propagandaları sonucu, halkımız üretmeden tüketmek, çalışmadan harcamak isteyen asalak bir topluma dönüştürülmüştür. Bu kötü gidiş mutlaka durdurulmalı, halk ve gençlik üretken, çalışkan hale getirilmelidir. Ülkenin bütün toprakları en verimli şekilde işlenmeli, ekilip biçilmelidir.Türkiye Hollanda, İspanya, Kenya, Venezuela, İsrail gibi çiçekçilik ve fidancılık yapmalıdır. Ziraat, hayvancılık, meyvecilik, arıcılık, tıbbî bitkiler, tarla-çiftlik balıkçılığı, elsanatları gibi konularda çok kaliteli meslekî okullar açılarak üstün ve vasıflı elemanlar meydana getirilmelidir. Şu halimize bakınız: Buğdayımız, pirincimiz dışarıdan getiriliyor.Muzumuz, elmamız dışarıdan satın alınıyor. Yemeklik sıvı yağlarımız ithal ediliyor. Dünyanın öbür ucundaki Çin’den gemiler dolusu ıvır zıvır ithal ediliyor. Dişmacunu, krem, traş sabunu, şampuan gibi günlük ihtiyaçlarımız dışarıda yapılıp getiriliyor. İlaç sanayiimiz yabancıların eline geçmiştir. Böyle bir memleket ayakta kalabilir mi? Japonya dışarıdan pirinç alıyor ama onun ülkesi küçük, toprakları yeterli değil. Pirincini dışarıdan getirtiyor, lakin dışarıya bin türlü kaliteli mamul eşya satıyor.
Onüç: Birtakım gizli protokollar uygulanmakta ve Türkiye halkı, Türkiye gençliği serseriliğe, ahlaksızlığa, asalaklığa, gayr-i meşru eğlencelere, seks manyaklığına, sarhoşluğa, lüks ve israfa itilmek istenmektedir. Düşmanlarımız bu konuda hayli başarılı olmuşlardır. Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın yaptırdığı ankete göre ülkemiz kokuşma konusunda dünyanın berbat ülkeleri arasındadır. Suçlar ve ahlaksızlıklar patlamıştır. Kokuşma korkunç boyutlara ulaşmıştır. Kanunlar ve cezalar sonuçları önlemeye ve azaltmaya kâfi gelmemektedir. Mafyalar birtakım temel kurumları kontrol altına almıştır. Büyük çapta uyuşturucu ticaretinin helikopterlerle yapıldığına dair Meclis araştırma komisyonunun raporunda bilgi vardır. Bütün bu olumsuzlukları gidermek için çareler ve çözümler bulunmalı, bunlar hayata geçirilmeli, Türkiye dünyanın temiz ülkeleri listesinde birinci yeri almalıdır. (Şu anda Finlandiya birincidir.)
Ondört: Türkiye’nin kalkınması için, 1930’lu yıllarda olduğu gibi dünyanın her yerinden üstün, dâhi, parlak, vasıflı beyinler ülkemize getirilmelidir. Türkiye’yi seven, ülkemize ve halkımıza hizmet etmek isteyen ilim adamları, uzmanlar, profesörler celp ve dâvet edilmeli, onlara makamlar, mevkiler, kürsüler, imkanlar verilmelidir. Birtakım asalaklar bunu istemezler. İstemezlerse istemesinler! Bugün öyle üniversitelerimiz, fakültelerimiz, kürsülerimiz vardır ki, kendilerine ait ilmî araştırma dergileri on yıldan beri, onbeş yıldan beri yayınlanmamaktadır. Türkiye, dünyada birinci olması gereken Türkoloji çalışmaları ve tedkikleri sahasında bile çok, ama çok geri kalmıştır. Dünyanın bütün akıllı, medenî, iyi idare edilen ülkelerinde dışarıdan beyin getirme ve onları kendi ülkelerine devletlerine, halklarına hizmet ettirme metodu ve kurumu vardır.Türkiye bu işi yapmakla mükelleftir. Sömürgecilerin, düşmanların ve yardakçılarının sabotajları neticesinde bizim beyinlerimiz bir dereceye kadar dumura uğramıştır. Aklımızı başımıza toplamak için, yarışı kazanmak için dışarıdan eleman, beyin getirtmekte hiçbir sakınca yoktur. Osmanlı devlet-i ebed-müddeti bu metodla dünyanın en zeki, en başarılı, en istidatlı, en kabiliyetli elemanlarını devşirmiş ve istihdam etmiştir. Böyle bir şey millî menfaatlerimize aykırı değildir. Aksine çok faydalıdır, çok lüzumludur, zarurîdir.
Onbeş: Türk müteşebbisleri, Türk sermâyedarları, Türk sanayicileri; işçileri ucuza çalışan Bangladeş gibi ülkelerde fabrikalar açmalı, Çin gibi ülkelerle rekabet edecek şekilde çeşit çeşit eşya üretmeli ve bunları bütün dünyada satmalıdır. Nitekim bu işi bazı işadamlarımız şu anda yapmaktadır ama yeterli değildir.
Onaltı: Devletin ve belediyelerin bütçelerinin birtakım haydutlar ve haşarat tarafından hortumlanması rezaletlerine ve hiyanetlerine kesin olarak son verilmelidir. Siyaseti ve belediyeciliği bir rant yeme olarak gören aç köpeklere ve sefillere fırsat ve imkan verilmemelidir.
Onyedi: Halkı eğitmek için vatansever, bilge, ahlaklı ve faziletli bir medya kurulmalıdır. Medyadaki tekelleşmeye, kartelleşmeye, Sabataycı kadrolaşmaya son verilmelidir. Televizyonların halkı bozmasına, asalaklaştırmasına, seks ticareti yapmasına, tele-vole kültürüne ve bu gibi bozukluklara imkân tanınmamalıdır.
Onsekiz: Milli kültüre, millî kimliğe, millî geleneklere aykırı bütün zararlı propagandalara, baskılara, terörlere, tabulara nihayet verilmelidir.
Ondokuz: Türkiyelilik kimliğinin temel ve ana faktörü İslâm dini ve Kültürüdür. İslâm’ı bir tehlike ve tehdit, dindar Müslümanları iç-düşman olarak görme sapıklığı ortadan kaldırılmalıdır.
Yirmi: Memlekette kaç aydın kaldıysa bunlar Türkiye’yi Güney Kore, Tayvan, Singapur gibi kalkınmış, ileri, üretken, zengin, problemlerini çözebilen, millî kimliğine bağlı bir ülke haline getirebilmek için gereken şartları, çare ve çözümleri araştırmalı, bunları kitaplar halinde ortaya koymalı, televizyonlarda tartışmalıdır.
Bu saydıklarım yapılmazsa Türkiye sömürgeleşecek, işgal edilecek ve düşmanlarının hükmü altına girecektir. Kendi şahsî çıkarları ve ikballeri için birtakım adamlar, düşmanlarımızla sıkı işbirliği içindedir. Bu kötü gidişe son verilmelidir. Halk ve gençlik uyandırılmalıdır. Türkiye’nin sömürgeleşmesine, parçalanmasına, çürüyüp dağılmasına imkân verilmemelidir. 30 Haziran 2005