Siyonistlerin ana stratejilerinin maddelerinden biri, ne yapıp yaparak

Türkiye ile İran’ı çatıştırmaktır.
İsrail’in kurtulması, yaşaması, Ortadoğu’yu ele geçirmesi için bu şarttır.

“Durup dururken bunu nereden çıkarttın?” diyenler olabilir. Gerekçe göstermeyeceğim, iddiamda ısrar edeceğim.

Büyük Ortadoğu projesinin ana gayesi nedir? Bu bölgedeki yüzölçümü, nüfusu, imkânları
büyük devletleri küçük devletçiklere parçalamak,
bunların her birinin kendi ordularını kurmasını,
birbirlerine düşman olarak bakmasını sağlamak,
tek kelimeyle bölgeyi balkanlaştırmaktır.

İkinci madde de, gerçek İslâm’ın yerine

ılımlı, evcil, light bir İslâm

türetmektir. Ankara’daki,

içinde Avusturyalı bir Cizvit papazının da bulunduğu hadîsleri ayıklama işi bu planın bir parçasıdır.

Türkiye ve İran iki kardeş ülkedir.

Çatışmaları, savaşmaları büyük bir felaket doğurur.

Emperyalistler,
vaktiyle İran ile Irak’ı da birbirine düşürerek çok uzun, çok kanlı, çok tahripkâr, çok bitirici bir savaş çıkartmışlardı.
İran Irak savaşını ABD’nin,
İsrail’in, Haçlıların ve Siyonistlerin kışkırtıp teşvik ettiğinden
kimsenin en ufak bir şüphesi olmamalıdır.

Türkiye ve İran’ın alabildiğine ticarî, iktisadî, turistik, kültürel ilişkiler içinde olması gerekir. Böyle bir şey her iki tarafın da menfaatinedir.

Türkiye’de Sünnîlik, İran’da Şiîlik kültürleri dominattır.

O halde kesinlikle, iki taraf da bu konuda fitne ve fesada yol açacak çalışmalar, propagandalar yapmamalıdır.

Bizdeki rejim lâiktir, Sünnîliği tutar gibi görünür ama gerçek Sünnîliğe karşıdır, baskı yapmaktadır.

Lâik Türkiye Cumhuriyeti’nin İran’da Sünnîlik propagandası yaptırması düşünülemez.

İran böyle değildir. Komşumuz bir

“Şiî İslâm Cumhuriyeti”

dir. Şiî dedim, çünkü anayasasında Şiî mezhebinden olmayan bir zatın cumhurbaşkanı olamayacağı yazılıdır.

Tahran’da, Sünnîler için Cuma kılacak bir mescit açılmasına bile izin verilmemektedir.

Bazı İranlı çevrelerin,

Türkiye’deki Alevîleri Şiî yapmak için

çalıştıkları biliniyor. Bu iş için büyük paralar harcanıyor, birilerine büyük yardımlar yapılıyor.

Bunlar, maalesef fitnedir ve derhal durdurulmalıdır.

Türkiye ile İran neler yapabilir?

1. Vize kaldırılmalı, iki devletin vatandaşları

pasaportla

gidip gelebilmelidir.

2. İki devlet arasında

saldırmazlık paktı

imzalanmalıdır.

3.

Sünnîlik Şiîlik konusunda

olumsuz, yıkıcı propaganda yapılmamalıdır.

4. İki devlet birbirini

rakip

görmemelidir.

5.

Kürt nüfus konusunda

iki devlet olumlu, yapıcı, barışçı siyaset takip etmelidir.

6.

İran’ın yarısı Türk’tür.

İran’ın yarısı Türkçe bilmekte ve konuşmaktadır. Buna mukabil

Türkiye’de Farsça bilen çok azdır.

Üniversitelerimizde Farsça bölümleri açılmalı ve iyi Farsça konuşan ve yazan gençler yetiştirilmelidir. Bunlar ileride

iki devletin ticarî, iktisadî, turistik, kültürel münasebetlerinin gelişmesinde

büyük rol oynayacaklardır.

7.

Türkiye’de Şiî camileri vardır.

İran’da da, başta

Tahran

olmak üzere Sünnîlerin camiler yapmasına izin verilmelidir.

İslâm düşmanları, Irak’ta, Pakistan’da, Afganistan’da Sünnîlerle Şiîleri çatıştırmaya gayret ediyor. Camilere atılan bombalarda onların parmakları olduğundan kimsenin en ufak bir şüphesi olmamalıdır.

Irak’ta şu anda Sünnîler ezilmektedir.

İran bunları durdurmak için bütün gücüyle çalışmalıdır.

Mezheplerimiz, fıkıhlarımız ayrı da olsa pekâla barış içinde yaşayabiliriz.

Kaç sene önce duymuştum,

İran’ın İstanbul’da bir kültür ateşesi varmış, kültür ve sanat konusunda çok istekli, gayretli ve faalmiş.

İran’dan hüsn-i hatlar, tezhipler vs. getirtiyormuş.

İşte bu zatı, korkudan ziyarete gidemiyorum.

Çünkü konsoloshanede çalışıyor,

ziyaretine gidersem kapıda hemen gizli fotoğrafım çekilecek ve İran casusu damgasını yiyeceğim.
Maalesef Türkiye’deki
Ergenekon zihniyeti
İran’a potansiyel düşman gözüyle bakmaktadır.

Bundan senelerce önce Milliyet gazetesinden bir tanıdığım telefon etmiş,

Solharides

isimli bir Yunanlı’nın ilmî araştırma yaptığını, kendilerine müracaat ettiğini,

fazla yardımcı olamadıklarını

söylemiş, ona yardım edip etmeyeceğimi sormuştu.

Buyursun dedim, birkaç kere görüştük. Onu

Bağlarbaşı’ndaki İslâm Ansiklopedisi’ne, İstanbul Müftülüğü arşivine götürmüştüm.

Yardımcı olduğum, ilgilendiğim için de sonunda

Yunan casusu

damgasını yemiştim.

Evime birtakım meçhul şahıslar “Bay Yorgo orada mı?” diye telefon edip duruyorlardı…

Yunanistan’a gezmeye gittiğimde Gümülcine köylerinden birinde imam olan muhterem bir zat bize rehberlik yapmıştı.

Onu da çağırmışlar ve “Yahu sen ne yaptığını biliyor musun, bu Şevket Eygi, Yunan casusudur…” demişler.

Allah belalarını versin!..

19 Nisan 2009