Türkiye İslâmsız Yücelmez
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Çarşamba
Dindar olmasa bile akıllı, firasetli, sağduyulu, mantıklı, geniş ufuklu vatandaş bu memlekette bir irtica tehlikesi olmadığını çok iyi biliyor. Dindar kız öğrenci okula ve üniversiteye başörtülü olarak gitmek istiyormuş… Bunun irtica ile ne ilgisi vardır? İslâm dininde tesettür emri vardır, o genç kız bu emre uymak istemektedir, bundan daha tabiî ne olabilir?
ABD’de, Kanada’da, İngiltere’de, Avustralya’da Müslüman çocuklar ilkokula bile -aileleri isterse- başları örtülü olarak gidiyor ve buna kimse karışmıyor, kimse hayret etmiyor.
Önemli bir devlet kuruluşuna mensup bir memurun dindar olmaya hakkı yok mudur? Namaz kılamaz mı? Hanımının başı örtülü olamaz mı? İslâm dini erkeklere altın ziynet eşyası kullanma izni vermediği için, altın yerine gümüş yüzük takamaz mı? Bir balo ve resepsiyonda içki içmezlik edemez mi?.. Bizde bunlar hep irtica olarak görülüyor ve nice çalışkan, namuslu, mâsum, takdire şâyan memur, yargı yolu kapalı olmak üzere işlerinden atılıyor, hakları yakılıyor, hayatları karartılıyor.
Türk devleti için, cumhuriyet için, ülke ve millet için kesinlikle irtica diye bir tehlike yoktur. Bu bir kuruntudan, vehimden ibarettir. Asıl tehlikeler şunlardır:
1. Büyük ve yaygın kokuşma. Ülkedeki paranın yarısı kara paraymış. En büyük “iş” sektörleri uyuşturucu, kadın ticareti, devlet hazinesi hortulama, hayalî ihracat, rüşvet, faizcilik, rantçılık, haramyiyicilik, resmî ideoloji sömürücülüğü ve din sömürücülüğüdür.
2. Dehşet verici bir kültür yozlaşması görülmektedir. Eğitim ve üniversiteler çökmüştür. Medya son derece kirlenmiştir. Medeniyetin temeli olan yazılı-edebî lisan ihtiyaca cevap veremez hale düşürülmüştür. Milyonlarca -az veya çok okumuş- vatandaş zombileştirilmiş, robotlaştırılmış, sersemletilmiştir.
3. İktisadî, ticarî, mâlî durum berbattır. Bizim için aslında en büyük soru şu olmalıdır: “Güney Kore ve Taiwan gibi doğu ve Asya ülkeleri akıllara hayret verecek şekilde nasıl yükseldiler, zenginleştiler, ilerlediler de biz niçin bu kadar geri kaldık, dibe düştük?”
Bugün ülkemizde bir irtica tehlikesi olduğuna inananların nisbeti yüzde beş bile değildir. Onlar da, birtakım propagandalara inanmış, vehimlere kapılmış kimselerdir.
Bu memlekette gerçek demokrasi, hukukun üstünlüğü sistemi, millî kimliğe saygı, temel insan haklarına hürmet ve riayet olsaydı başörtüsü diye bir problem olmazdı. Bu konuda diretenlerin cesaretleri varsa, bir referandum yapsınlar ve millete müracaat etsinler. Lakin yapamazlar. İz’anları, vicdanları, akl-ı selimleri buna yetmez.
Bazı şer güçler ordumuzu politikaya çekmek istiyor. Ordu politikaya karışırsa ardından büyük felaketler sökün eder. 1912’de asker politikaya bulaşmıştı, sonunda Balkan harbini kaybettik ve vatanımızın en verimli bölgeleri elimizden çıktı.
Bazı siyonistlerin ve Sabataistlerin Türkiye’yi gizli bir Yahudi sömürgesi haline getirmek planları son derece tehlikelidir. Böyle bir planın başarıya ulaşması mümkün değildir. Başlangıçta başarılı gibi görünseler de sonunda kaybedecekler ve işin faturasını ödiyeceklerdir.
Dünyada hiçbir güç din ile uğraşamaz ve dini yenemez. Böyle bir işi ne Stalin, ne Mao, ne de Enver Hoca başarabilmiştir. Dinin gücü, öteki güçlerin üzerindedir. Müslümanlık bu ülkede güneş gibi, ay gibi, gündüz ve gece gibi, mevsimler gibidir. Bunları kimse durduramaz, yok edemez.
İslâm dinine ve Şeriatına getirilen bütün yasaklar geçicidir, keenlemyekûndur. Bir yasak on sene, elli sene, yüz sene sürebilir, ondan sonra kalkacaktır. Allah’ın koyduğu emir ve yasaklar vardır. Allah’ın çizdiği sınırlar vardır. Onlar tâ Kıyamet’e kadar baki olacaktır. Benim bu söylediklerimin demokrasiye, hukuka, akla aykırı bir tarafı yoktur. Önemli olan resmî ideoloji değil, ülke halkının millî kimliği, millî kültürü, kişiliğidir.
Atatürk’ün sağlığında kapatmış, yasaklamış olduğu Mason locaları gece gündüz faaliyette bulunacak, masonik âyinler yapılıp durulacak, Masonlara inanç ve görüşlerinden dolayı hiçbir güç karışmayacak; buna mukabil çoğunluğu teşkil eden Müslümanların tekke, zaviye ve dergahları kapalı olacak, tesettürlü kızlar okullara ve ünversitelere sokulmayacak, sakallı memurlar işlerinden atılacak, zikrullah yapan dindarlar tutuklanacak… Böyle eşitlik, böyle demokrasi, böyle hukuk olur mu? Bu adamlar kimi kandırdıklarını sanıyorlar?
Müslüman bir vatandaş olarak, başka dinlere, başka görüşlere, başka felsefelere inanan vatandaşlarımın güven içinde yaşamalarını isterim. İslâm’da zorlama yoktur. Ancak, çoğunluğu teşkil eden Müslümanların da hür olmaları, güven içinde yaşamaları gerekir. Çoğunluğun ezildiği bir ülke hasta demektir. Bu hastalığın tedavisi gerekir.
Bu ülkede en son merci Sabataycı sanhedrini değildir. Böyle olduğunu, böyle olması gerektiğini sananlar büyük yanılgı içindedir.
Hiçbir Sabataycının ülkede gizli bir diktatörlük kurmaya, Müslümanları sindirmeye, medya terörü estirmeye hakkı yoktur. Küçük bir azınlıktırlar, iki kimlikli Yahudi Türklerdir, hadlerini bilsinler, çeşitliliğin bir parçası olarak uyum içinde yaşasınlar. Cumhuriyeti bir Sabataycı cumhuriyeti haline getirmeye güçlerinin yetişmeyeceğini anlamazlarsa, ileride büyük zararlara uğrayabilirler.
Memnuniyetle görüyorum ki, bazı Sabataycı aydınlar ve politikacılar Müslümanlardan yana çıkmakta, başörtüsü lehinde tavır almaktadır. Hepsinin yapması gereken budur.
Hem Sabataycı olacak, hem de İslâm’a, Müslümanlara, Şeriat’a, tesettüre, din ve inanç hürriyetine saldıracak… Böyle şey olur mu? Buna medeniyet, çağdaşlık, münevverlik değil; vahşilik, yamyamlık, fanatizm denir.
Bir Müslüman olarak militan İslâmcılığa karşıyım. Din sömürüsünü, dinsizlikten daha kötü görmekteyim. Karşımızdakiler de özeleştiri yapsınlar, hatâlarını görsünler, itidale (orta yola) gelsinler.
Büyük bir politikacının hanımı irtica tehlikesi, dindar memurların kararname ile atılması gereği konusunda zehir zemberek beyanat verdi. Bu hanım, bu bayan, bu madam kimdir? Hangi sıfatla, hangi selahiyetle böyle fütursuzca ve pervasızca konuşabiliyor?
Osmanlı devleti, tarihin kaydetmiş olduğu en büyük, en harika, en mükemmel sistemdir. Bunu ben söylemiyorum, büyük batılı tarihçiler, düşünürler yazıyor. Bu cihan devleti gücünü din-devlet birliğinden ve uyumundan alıyordu. Osmanlının anayasası yoktu, onun temeli Şer’-i şerifti. Osmanlılar Viyana’yı iki defa kuşatmışlardır. İkincisinde fethedeceklerdi, lakin içimizdeki bazı hainler engel oldu. Bugün Viyana’da yine Türkler var ama ırgatlık, çöpçülük, süflî işler yapıyor. Tarihimize, mukaddesatımıza, atalarımıza, millî mefâhirimize küfr eden beyinsizler dün ile bugün arasındaki farkı görmüyorlar mı?
İslâm dini Türkiye’nin en büyük gücüdür. Din desteği olmadan yücelmemiz mümkün değildir. Militan din düşmanları bu ülkeye, bu millete, bu devlete en büyük kötülüğü yapmaktadır. Öte taraftan din sömürüsü yapan haşarat da İslâm’ın ve Müslümanların kuyusunu kazıyor. Kurtulmak için bu iki fenalığı, din düşmanlığını ve din sömürüsünü ortadan kaldırmamız gerekir. 31 Ağustos 2000