Vaktiyle bir zamanlar Irak’ta diktatörlük vardı ama siyasete karışmamak, muhalefet yapmamak, baskıcı rejimi alkışlamak şartıyla göreceli huzur, sükun, normal akan bir hayat vardı.

Suriye’de de huzur, güvenlik vardı. Libya’da da…

Bu ülkelere gidilebiliyor, otellerde yatılabiliyor, çarşılar pazar müzeler gezilebiliyor, yemekler yenilebiliyordu.

Sonra savaşlar oldu, Arap baharları oldu, dış düşmanlar, iç düşmanlar, silahlar, patlamalar, kanlar, harabeler, gözyaşları…

Artık Irak’a, Suriyeye, Libyaya gezmeye gitmek yok.

Bendeniz bundan beş yıl önce Suriyeye gitmiştim. Ne kadar sakin ve güvenli bir yerdi. Şimdi soruyorum, bu Müslüman ülkeler bu hallere niçin ve nasıl düştü?

Bu ülkelere niçin umumî bir belâ, azap, musibet isabet etti de, kurunun yanında yaş da yandı?

Üç ülkede de Müslümanlar çoğunluktaydı, ne gibi hatâlar yaptılar, günahlar işlediler de başlarına bunlar geldi?

O üç ülkede olup bitenleri

sadece ABD emperyalizmiyle, İsrailin entrikalarıyla, İslâm düşmanlarının hıyanetleriyle açıklamak mümkün değildir.

Mutlaka Müslümanların hataları, günahları, isyanları oldu ki, bu dertlere uğradılar, perişan oldular. Bendeniz

felaketlerin, azapların, musibetlerin asıl sebeplerini bildirmek istiyorum.

Birincisi:

Allah bütün mü’minlerin tek bir Ümmet olmasını istiyordu ama Müslümanlar bin parçaya ayrıldılar, birbirleriyle çekişip tepiştiler, bu yüzden rüzgarları elden gitti ve zelil oldular.

İkincisi:

Tek bir Ümmet çatısı altında birleşen mü’minlerin başında, kendisine biat ve itaat edilen râşid bir İmam olması gerekirken, mü’minler bu hususa dikkat etmediler,

biatsiz şeytanî bir hürriyet içinde gel keyfim gel, oh kekah bir hayat sürdüler. Bir İmam yerine bin Baron peydahlandı.

Üçüncüsü:

Mü’minler şeytanî ve tağutî bir

dünyevileşme

süreci içinde kendi felaketlerine doğru yuvarlandılar.

Dördüncüsü:

Mü’minlerin büyük bir kısmı

çok büyük bir isyan olan namazın terki uçurumuna düştü.

Namaz dosdoğru kılınmaz olunca İslâm hayat nizamının ana direği yıkıldı, kubbe başlarına çöktü. Namaz kılanlar da enkazın altında kaldı.

Beşincisi:

Birtakım şeytanlar

İslâm feminizmi

postuna büründüler taife-i nisanın bazısını aldattılar.

Şer’î tesettür terk edildi, şeytanî tesettür çıkartıldı.

Altıncısı:

Emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker farzı tatil edildi.

Yedincisi:

Altına gümüşe, dolara euroya, denanir ve derahime perestiş edilmeye= tapılmaya başlandı.

Sekizincisi:

En zeki, en kabiliyetli, en ehliyetli gençler öncelikle

subay, öğretmen, hademe-i hayrat=din hizmetlisi olarak yetiştirilmedi.

Bu üç sektördeki hizmetler aksatıldı, hafife alındı.

Dokuzuncusu:

Mü’minler birbirini sevmedi, cemaat tarikat hizip fırka holiganlıkları yüzünden kin nefret düşmanlık tohumları ekildi. Benim cemaatim daha büyük, benim şeyhim senin şeyhini döver eşşeklikleri yapıldı.

İşte böylece mü’minler arasındaki ittihad vifak, tesanüd yıkıldı, yerine tefrika düşmanlık tezebzüb geldi.

Müslüman kütleler ilmihallerini doğru olarak öğrenip hayata uygulamadılar. Müslümanlar velisiz, öğütsüz, murakabesiz, ümmetsiz, İmamsız kaldı.

Kur’ân okundu ama içindeki nice emirler, yasaklar hayata uygulanmadı, nasihatlere kulak verilmedi. İslâm birliği,

Ümmet birliği gitti, yerine

birbirinden kopuk, bin parçadan oluşan bir

Protestanlık

geldi.

Dinde reformcular, dinde değişimciler, dinde yenilikçiler, light ve ılımlı İslâmcılar, BOP’çular, Fazlurrahmancılar, Sünnet düşmanları, yarı mühtediler, Mutezilîler, mukaddesat eşkıyası meydanı boş buldular ve milyonlarca Müslümanın kafasını karıştırıp tadlil ettiler.

Kendi baronuna saldırılınca yeri göğü yıkarcasına tepki gösteren, lakin Peygambere

(aleyhissalatü vesselam)

hakaret edilince sesleri çıkmayan sapıklar türedi.

Korkunç bir fetret oluştu.

Birleşmemek konusunda tam bir ittifak yapan bin türlü fırka ve hizip. Oculuk, Buculuk, Şuculuk…

Şimdi

son sorularımı

yöneltiyorum:

Türkiye Müslümanları bu günkü halleri, bugünkü kafaları, bugünkü davranışlarıyla nereye gidiyor?

İzzete mi, zillete mi? Zafere mi, hezimete mi?

Ümmet birliği olmadan, Ümmetin başında kendisine biat ve itaat edilen râşid bir İmam bulunmadan. İtikad tashih edilmeden. Beş vakit namaz dosdoğru kılınmadan. Farz namazlar cemaatle kılınmadan. Dünya hizmetleri yapılmak şartıyla âhirete yönelik olmadan…

Kurtuluş ve izzet mümkün müdür?

Kendimizi en kısa zamanda ıslah etmezsek… Kur’ânın yap dediklerini yapmaz, yapma dediklerini yaparsak… Sünnete sımsıkı yapışmazsak… İşlerimizi güvenilir ve ehliyetli müsteşarlara

(danışmanlara)

sorarak yapmazsak… Şeriatın ahkâmına uymazsak… Yüksek İslâm ahlâkı ile mütehalli

(ziynetli)

olmazsak… Bize bakanlar bizde İslâmın nurlarını ve tecellilerini görmezse…

Âmirine bil mâruf ve nahine anil münker

(iyiliği emr eden ve kötülükleri engelleyenler)

olmazsak… Biz de Suriyeye, Libyaya benzeyebiliriz.

(İkinci yazı) Gerçek İslâm Büyüğünün Bazı Evsaf-ı Hasenesi

*Gerçek büyük Müslümanlar büyüklükleri ile övünmezler. Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) “Ben Âdem Oğullarının Seyyidiyim…” buyurduktan sonra “.. ama bunu fahr etmek için söylemiyorum…” demiştir.

*Gerçek İslâm büyüğü dünyaya yönelik olmaz, dünya zengini olmak için çalışmaz.

*Gerçek İslâm büyüğü katında insanların övgüleri ve sövgüleri birdir.

*Gerçek İslâm büyüğü riyasete, makama, mevkie talip olmaz. Matlup olursa, ehliyeti olmadığı takdirde kabul etmez.

*Gerçek İslâm büyüğü musallidir. Beş vakit namazı dosdoğru eda eder. Farz namazları cemaatle kılar.

*Gerçek İslâm büyüğü Ezan-ı Muhammediye çok önem ve değer verir. Nitekim Ömer el-Faruk hazretleri

“Mü’minlerin emîri olmasaydım müezzin olurdum…”

buyurmuşlardır.

*Gerçek İslâm büyüğü haram yemez. Hz. Ömer,

“Biz haram ve şüpheli korkusuyla helallerin onda dokuzunu terk ettik”

buyurmuştur.

*Gerçek İslâm büyüğünün nefs derecesi nefs-i levvamenin üzerindedir.

*Gerçek İslâm büyüğü âdil ve insaflıdır. Zalimden, insafsızdan büyük olmaz.

*Gerçek İslâm büyüğü Resulullah Efendimizin Sünnetine uyar.

*Gerçek İslâm büyüğü, had cezalarının tatbiki dışında Müslümanlara şefkatli, merhametli, rauf ve rahimdir.

*Gerçek İslâm büyüğü ribaya, zinaya, yüksek binalara, açıkça ve açıkta işlenen fısk ve fücurlara bulaşmaz.

*Gerçek İslâm büyüğü afiftir=iffetlidir. Din-i mübinin tesettür ve hicab hükümlerine riayet ettirir.

*Gerçek İslâm büyüğü Şeriat-i Garra-i Ahmediyye dairesi içindedir ve Şeriatin sınırlarından kıl kadar dışarıya çıkmaz.

*Gerçek İslâm büyüğü Muhammedî ahlâkla ziynetlidir. Ona ve yaptıklarına bakan Kur’ân, Sünnet, İslâm ahlâkını görür.

*Gerçek İslâm büyüğünün yüksek ahlâkını, yüksek karakterini, faziletlerini, adalet ve insafını düşmanları bile kabul, tasdik, teslim eder.

*Gerçek İslâm büyüğü mâruf ile emr ve münkerden nehy eder.

*Gerçek İslâm büyüğünün idaresindeki Dârülİslâm’da yaşamaya gayr-i müslimler bile can atar.

*Gerçek İslâm büyüğü Ehl-i Zimmet’in koruyucusudur. Onlara can, mal, din, ibadet, ırz, kültür, kimlik güvenliği tanır.

*Gerçek İslâm büyüğü lüks, israflı, şatafatlı, tantanalı, şaşaalı, ihtişamlı, davullu zurnalı bir hayat sürmez; mütevazı ve orta derecede bir hayat tarzı içinde yaşar.

*Gerçek İslâm büyüğü Müslümanlara ve Ehl-i zimmete; örnek olmak bakımından bütün insanlığa bir rahmettir,

ilahî bir inayettir, bir nimet-i uzmadır.

03.08.2014