Pazartesi

 

Norveç’te, İsveç”te, Finlandiya’da, İsviçre’de, Singapur’da durum bizdekine benzemiyor. Onlar bir vâdide, biz bambaşka bir vâdideyiz.

Mesela Finlandiya’da bizdeki gibi korkunç, yaygın, azgın bir kokuşma yok. Uluslararası bir kuruluş anketler yapıyor kokuşma konusunda. Birkaç gün önce son anketi yayınlandı. Finlandiya, temizlikte dünya biricisiymiş, notu 10 üzerinden 9 küsurmuş… Biz ise listenin sondan üçüncüsü mü neymişiz, notumuz: 3 küsur…

Sebep değil, neticedir ama sanırım şu anda ülkemizin, devletimizin en büyük meselesi bu kokuşma meselesidir. Gırtlağımıza kadar pisliğe, necasete batmışız. Kokuşma bataklığını kurutabilmek için, onun sebeplerini bilmek ve onların üzerine gitmek gerekir. Bizde ne bu bilgi ve şuur var, ne de gerekli irade, aksiyon ve teşebbüs.

Türkiye’nin dejenere olmasının, batmasının, çözülmesinin, çürümesinin ana sebeplerinden biri edebî ve yazılı lisansız kalmış olmasıdır. Evet, üzerinde ısrarla duruyor ve iddia ediyorum: Bizdeki bozuklukların ana sebebi yazılı-ebedî lisansızlıktır. Öyle üç beş yüz kelimelik konuşma ve iletişim Türkçesiyle köy olmaz, kasaba olmaz. Medeniyet, kültür, vasıf, güç, üstünlük, sağlamlık, denge, sağlıklı bir yapı olması için çok zengin, çok engin bir yazılı-edebî lisan gerekir. Fransızlar, lisanlarındaki Latince ve Grekçe kökenli kelimeleri ve terimleri atmaya kalksalar ne olur? Fransızca çöker, Fransa çözülür, dağılır. Finlandiyalıların iki yüz bin kelimelik (Evet iki yüz bin kelimelik) zengin bir dilleri olduğu için o ülke devlet ve halk bakımından sağlamdır, güçlüdür, nice sahada üstündür. Japonya’yı Japonya yapan unsurların başında Japon dili ve yazısı gelir. Japonlar geleneksel, millî, kendilerine has yazıyı değiştirip Latinceye geçmiş olsalardı çoktan iflas etmiş olurlardı.

Fert (birey) olsun, cemiyet olsun insanı insan yapan lisandır. Hangi lisan? Birkaç yüz kelimelik günlük konuşma ve iletişim dili değil; konuşulmayan, yazılan edebî lisan… Almanca’da en az otuz bin yabancı kökenli kelime bulunuyor. Kütüphanemde Almanca kocaman bir lügat kitabı var, “Fremdwörterbuch”, Yabancı kelimeler sözlüğü ismini taşıyor. Otuz bin yabancı kökenli fakat Almanlaşmış kelimeyi atarsanız, birkaç nesil sonra Almanlar cahilleşir, aptallaşır, geri zekalı olur…

Türkiye’deki üçüncü büyük felaket tarihsizliktir. İnsanların hafızaları, milletlerin tarihleri vardır. Hafızasını yitiren insan, fizikî ve biyolojik bakımdan yaşasa bile, bir enkazdan başka bir şey değildir. Tarihini yitiren bir millet de enkazlaşır. Uyduruk, mitolojik, düzmece tarih gerçek tarihin yerini tutabilir mi? Tutmaz, tutmaz, tutmaz!..

Türkiye’nin dördüncü büyük felaketi eğitiminin son derece kalitesiz, işe yaramaz, çağdışı, millî kimlik, kültür ve kişilikten uzak olmasıdır. Ülkemizdeki bugünkü büyük krizin, sarsıntının, çözülmenin temel sebeplerinden biri işte bu müflis, işe yaramaz eğitimdir. Vasıflı vatandaşlar vasıflı bir millî eğitimin rahle-i tedrisinde yetişebilir. Bütün gayretini bir ideolojiyi ayakta tutmaya sarfeden vasıfsız, çapsız, gerçek dışı, millî kimliğe ve kültüre yabancı bir eğitim sistemi ile iyi Türkiyeliler, iyi insanlar yetiştirmek mümkün değildir.

5. Üniversiteler bir ülkenin, bir milletin, bir devletin beyni, aklı durumundadır. Bizdeki üniversiteler modern, çağdaş hurafelerin merkezi olmuştur. Dünyanın hangi medenî, ileri, hukuklu, insan haklarına bağlı, demokrat ülkesindeki üniversitelerde başörtüsü yasağı vardır? Hiçbirinde… Türk üniversiteleri yetmiş beş yıldan beri niçin bir tek Nobel ödülü kazanan profesör ve araştırıcı yetiştirememiştir? Aydınlık felsefesi, pozitivizm, evrim teorisi, materyalizm, masonluk, sabataycılık ile bu kadar olur.

6. Türkiye’nin uzun yıllardan beri en güçlü ve tesirli lobisi Yahudiler ve Sabataycılardır. Yahudiler derken, nüfus kâğıtlarında Musevî yazan ve sayıları yirmi beş bini geçmeyen açıktaki Yahudileri kasd etmiyorum. İki kimlikli crypto Yahudileri kasdediyorum. Bunların bazısı Sabatay Sevi’nin dinine mensuptur, bazısı ise zahirde Müslüman gibi görünen, asıl kimlikleri ve inançları ise Yahudilik olan vatandaşlardır. Türkiye’nin manzarasına bakınız. 2003 Türkiyesi onların eseridir. Eserleriyle öğünebilirler. Bizde çeşit çeşit crypto Yahudi vardır: Kuzeyden gelen Hazar Yahudilerinin torunları. Bunların çok azı Karay (Çoğulu Karaim) kimliği ile arz-ı endam eder. Onlara bir şey dediğimiz yoktur. Lakin, bir kısmı Müslüman kökenli görünerek Yahudilik yapar ki, onların iki kimlikli oluşlarından tedirgin olmamak, korkmamak mümkün değildir. Bilhassa medyada, politikada, önemli köşebaşlarında böyle Karayların sayısı az değlidir.

Bir de, Kürt Yahudileri bulunmaktadır. Bu konu tam bir bilinmeyendir. BunlarMüslüman (Sünnî veya Alevî) gibi görünürler. Kimisi militan Türk milliyetçiliği yapar. Kimliğini tam olarak bilmiyorum ama Ziya Gökalp tekin bir adam değildir. Türkçülük ve milliyetçilik yapmadan önce Kürtçülük yapmıştır. Musa Anter; hatıralarında Ziya Gökalp’in Kürt lisanı hakkındaki kitabının aslının kendisinde bulunduğunu, evinin basılarak evrak ve kitaplarının götürüldüğünü ve bir daha iade edilmediğini yazar. Sinop’ta Dr. Rıza Nur Kütüphanesi’nde de Gökalp’in Kürtçülükle ilgili bir kitabı varmış, o da ortadan kaybolmuş.. Asıl ismi Moiz Kohen olan, lakin bunu gizleyerek Tekin Alp ismiyle buram buram Türkçülük ve milliyetçilik kokan kitaplar yazan ve bunların birine “Kahrolsun Şeriat;” diye bir bölüm koyan Yahudi’ye ne demeli… Kürt milliyetçiliğinde, Kürtçülükte, Kürt terör hareketinde Yahudilerin büyük tuzu biberi olduğunu kimse inkâr edemez.

Yedinci önemli konu, Türkiye’nin kasıtlı olarak, planlı ve programlı bir şekilde kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra, marjinal, çağdışı bir kültüre itilmesidir. Egemen ve güçlü lobiler, birinci sınıf vatandaşlar çocuklarını dünyanın en pahalı, en kaliteli okul ve üniversitelerinde okutuyorlar, ülke çoğunluğunu teşkil eden geniş kitleler ise kalitesiz bir eğitimle ehlîleştiriliyor, uysal ve ılımlı hale getiriliyor.

Sekizincisi: Türkiye halkı büyük medyanın topyekûn seferberliği ile hedonist, materyalist, aşırı tüketimci, zevk ü sefa için her yola başvuran, tembel yığınlar haline getirilmeye çalışılmaktadır. Seks azgınlıkları alabildiğine teşvik ediliyor, içki tüketimini arttırmak için her şey yapılıyor, kütleler az iş ve az zahmete mukabil çok gelir ve avanta zihniyetiyle yetiştiriliyor, lüks ve konfor tutkusu kafalara ve gönüllere yerleştiriliyor. Cep telefonunda belki de dünya birincisiyiz. Bizde Almanya’dakinden fazla lüks Mercedes varmış; bütün paramızı lüks meskenlere, lüks eşyaya, lüks binitlere, lüks yemeye içmeye harcıyoruz; böylece iktisadî ve ticarî kapitalimizi verimsiz ölü sahalara yatırıp sonunda iflas etmiş bulunuyoruz.

Ben Atatürkçüyüm… Ben Müslümanım… Ben Milliyetçi ve Türkçüyüm… Ben laik ve çağdaşım… Ben sağcıyım veya solcuyum… Ben şucuyum veya bucuyum… demekle iş bitmiyor. Efendiler: Her şeyden önce iyi insan, iyi vatandaş olmamız gerekiyor. Yamuk, ahlâksız, vatan haini, moloz, yiyici, kokuşmuş Atatürkçülerin, İslâmcıların, Türkçülerin, çağdaşların, laiklerin ve başka ne gibi taifelere mensup olanlar varsa Allah hepsinin belasını versin!

İyi, doğru, güzel, güzel vasıflı, ahlâklı, karakterli, namuslu, şerefli, haysiyetli, temiz Türkiyeliler istiyoruz. Bu memleketi, bu halkı, bu devleti ancak onlar yüceltebilir.

Yiyici, yüzde on komisyon alıcı, ihalelere fesat karıştırıcı, rüşvetçi, haram ve kara servet edinen, Türkiye’ye ihanet eden, yalancı, sahtekar, soytarı, şarlatan, demagog, ikiyüzlü, düzenbaz, hokkabaz, -affedersiniz- orospu tıynetli alçaklardanTürkiye’ye yarar gelmez. Bayramınız mübarek olsun. 11 Şubat 2003