Salı

 

Mesele Türkiye’nin idare edilmesi değildir. Asıl mesele Türkiye’nin kurtarılmasıdır. Memleket, millet ve devlet büyük buhranlar içindedir. Ortada bir çözülme, dağılma, çöküş tablosu bulunmaktadır. Ne kadar temel müessese varsa sarsılmış, baltalanmış, darbelenmiştir. Eğitim, üniversite, lisan, sanat, kültür, edebiyat, ilmî araştırma; ziraat, hayvancılık, ticaret, üretim… velhasıl her sahada sanki bir zelzele vardır. Bütün çiviler yerinden çıkmıştır. Bu duruma düşen bir ülkenin sıradan adam ve kadrolarla, sıradan reçete ve metodlarla, günübirlik tedbirlerle idaresi mümkün müdür?

İyi bir idare için ne gibi şartlar gerekmektedir?

Bir kere güçlü ve yüksek seviyede bilgi gerekir. Yâni ilim, irfan, kültür, uzmanlık, tecrübe, birikim. Yarı aydın, yarı câhil, derme çatma kültürlü adamlar ne kadar iyi niyetli ve inançlı olsalar bile iyi idare edemezler. Bilginin yanında doğru inançlar, sezişler, ilhamlara mazhariyetler de gerekir.

İkinci olarak, yüksek ahlâk ve fazilet sahibi olmak icab eder. Bugün ülkede her şey paraya endekslenmiş, para tek değer haline gelmiş, para sanki din iman olmuştur. Faizcilik, rantçılık, talancılık, hırsızlık, soygunculuk, haramilik, eşkiyalık almış yürümüştür. Ahlâklı ve faziletli sanılan nice adam ve kadro bile haram yiyicilik yarışına katılmıştır. Aslında çok normal bir şey olan çalmamak, götürmemek, irtikâb etmemek zamanımızda büyük bir fazilet haline gelmiştir. Türkiye’yi kurtaracak, selamete çıkartacak, iyi idare edecek şahısların ve kadroların kesinlikle çalmaması gerekir. Devlet idaresinde fütüvvet esasları hâkim olmalıdır.

Üçüncü olarak, idarecilerin millî kimliğe taraftar ve hizmetkâr olmaları icab eder. Bu ülkenin, bu halkın kimliğine düşman olanlardan iyi ve hayırlı idareci olur mu? Kurtarıcılık taslayan bazı kişilerin ısrarlı ve aşırı şekilde Latincilik ve Ladincilik yaptıkları görülmektedir. Bizim kültürümüz ve kimliğimiz Latin kültürü ve kimliği değildir. Latincilik yapılarak Türkiye’ye, Türkiyelilere hizmet edilemez. Her aydın, her idareci dindar olamaz. Ancak aklı başında, milliyetçi, namuslu, vicdanlı hiçbir idareci mensubu bulunduğu milletin ve ülkenin hâkim dinine karşı savaş ilan etmez. Böyle savaşçılar Don Kişot ruhlu sapıklardır. Ülkemizdeki bugünkü çarpıklıkların ve çöküntünün ana sebebi uzun yıllardan beri İslâm ile, Müslümanlarla savaşılmış olmasıdır. Tarihte hiçbir despot ve zalim rejim din ile yaptığı hiçbir savaşı kazanamamıştır. Sonunda galip gelen daima din olmuştur.

Dördüncü olarak, iyi idareciler ve rehberler kesinlikle din sömürüsü ve istismarı yapmaz. Din düşmanlığı nasıl büyük bir sapıklık ve namussuzluk ise, din sömürüsü de onun kadar, hattâ ondan daha büyük bir alçaklık ve şerefsizliktir. Yakın tarihimizde maalesef birtakım seviyesiz, bayağı, demagog, şarlatan, soytarı, arivist, faziletsiz, aşağılık, dengesiz, münafık adamlar yüce İslâm dinini kendi şahsî menfaat ve nüfuzlarına âlet etmişler, peşlerine takılan saf kitleleri kötü emellerine âlet etmişlerdir. Bunların yaptığı din sömürüsü, kâfirlerin ve zalimlerin yaptığı din düşmanlığından daha tahripkâr olmuştur.

Beşinci olarak, ülke idaresi ile ilgili bütün işler, makamlar, emanetler kesin olarak ehil, layık, hakkeden kimselere ve kadrolara verilmelidir. “Bizden”lere, partizanlara, müridlere, kardeşlere, yoldaşlara, bizimkilere üleştirilen makamlar, mevkiler, emanetler, işler ülkenin batmasına, bugünkü hale gelmesine sebebiyet verir.

Altıncı olarak, ülke idaresinde en büyük söz ve rey hikmete, yâni bilgeliğe verilmelidir. Bilgece, bilgelikle idare edilmeyen ülkeler batmaya mahkumdur. İdarenin temeli bilgeliktir. Bugün ülkemizde en az kullanılan kelime ve kavram bilgeliktir. Bilgelik gibi mürüvvet, fütüvvet de bilinmemekte, kullanılmamaktadır.

Yedinci olarak, herkes iyi bilmelidir ki, ülkemizdeki resmî ideoloji artık miadını doldurmuştur ve yürürlükten kaldırılmalıdır. Resmî ideoloji ve onu ayakta tutmakla vazifeli derin devlet felsefesi hükümran olduğu müddetçe işler düzelmeyecektir. Bazıları biraz din, biraz milliyetçilik, biraz resmî ideoloji, biraz namusluluk, biraz namussuzluk, biraz doğu, biraz batı karışımı bir zihniyet ile bu memleketi selamete çıkartabileceklerini sanıyor. Aldanıyorlar. Böyle yalap şalaplıklarla, gülünç eklektik reçetelerle hiç bir yere varılmaz. Japonya Japon kimliğine ve geleneklerine, Güney Kore Koreliliğe bağlı kaldıkları için böylesine yükselmişler, ilerlemişler, milletler ve ülkeler yarışında öne geçmişlerdir. Yabancılaşan milletlerin âkıbeti kötüdür. Türkiye, varoluşunun temel maddesi olan islâmî kimliğe ve geleneğe cephe alanlar yüzünden gerilemiş, bugünkü perişan hale düşmüştür. Latincilikle, ladincilikle, taklitçilikle selamet olmaz.

Muasır Medeniyet Seviyesi

Muasır medeniyet seviyesine (Çağdaş uygarlık düzeyine) nasıl çıkılır? Tabiî ki, lafla çıkılmaz. Nitekim Türkiye muasır medeniyet seviyesine çıkamamıştır. Bunu başarabilmek için ilim, irfan, irade, ahlâk, fazilet, disiplin, azim, ciddiyet gerekir.

Japonlar muasır medeniyet seviyesine nasıl çıktılar? Bir kere kendi benliklerini ve kimliklerini inkâr etmediler; tarihlerine ve atalarına söğüp saymadılar. Dinleri, gelenekleri, çetrefil yazıları, kimonoları, Japon ruhu ve zihniyeti aynen eskisi gibi kaldı. Onlar var güçleriyle ilimde, teknikte, Batı’ya yetişmeye sonra da onu geçmeye çalıştılar. Sonunda başarılı oldular.

Kendini inkâr ederek, kendi kimliğini değiştirmeye kalkarak, kendi dinine ve mukaddesatına cephe alarak, kendi geleneklerini küçümseyerek ilerleme değil, ancak gerileme olur.

Japonya’yı Japonya yapan onların zor, karışık, öğrenilmesi güç yazısıdır. Japon çocukları ve gençleri bu yazıyı öğrenirken azim, sabır, irade, disiplin nedir öğreniyor ve güçleniyor. Japon yazısını öğrenen bir gencin önünde yılacağı, pes edeceği hiçbir zorluk yoktur.

Kimonolarıyla, ikebanalarıyla, cüce ağaçlarıyla, çay seremonileriyle, kendi bahçeleriyle, yemek yeme usulleriyle, ev döşemeleriyle, millî okçuluk sporlarıyla, bin türlü gelenekleriyle yükselmiş, yücelmiş, güçlenmiştir Japonlar.

Japonların ülkeleri bizimki kadar büyük değil. Onların bizim kadar madenleri, imkanları yok. Binbir zorluk, darlık, sıkıntı içinde bir Japon mucizesi meydana getirmişlerdir.

Biz ise şu güzelim ülkede, bin türlü imkan ve nimet içinde sürünüp duruyoruz. Kokuşma, talan, hırsızlık, rüşvet, götürme, hortumlama, namussuzluk, şerefsizlik, haksızlık almış yürümüş. Topraklarımızı bile koruyamıyoruz. Her yıl, Kıbrıs büyüklüğünde verimli topraklarımız sellerle, erozyonla denize akıp ziyan oluyor. Bizim Japonlardan neyimiz eksik ki, böyle geri kalmışız? İdarecilerimiz, aklımız, irademiz, prensiplerimiz, ahlâkımız, reçetemiz mi eksik ve yetersizdir? 28 Nisan 1999