Türkiye Nasıl Kurtulur?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Ocak 2019
Pazar
Ülkemizde siyasetin yozlaşmasının ve zararlı hale gelmesinin tek sebebi idare edenlerin, politikacıların yetersizliği ve vasıfsızlığı mıdır? Hacettepe Üniversitesi Profesörlerinden Güneri Akalın bu mevzuda şunları söylüyor:
“Temsilî demokraside politikacı seçmenin aynasıdır. Yolsuzlukları ve rant ekonomisini talep eden seçmenin kendisidir. Bedavacı olan köylü, kendisine karşılıksız gelir transferi yapıldığında devletin içindeki yolsuzluklara karşı duyarsız kalıyor.” (Yeni Yüzyıl gazetesinin 3 Kasım 1997 tarihli nüshasında çıkan “Sovyetler gibi çökeceğiz” başlıklı yazıdan)
Adı geçen profesörün yazısından iki cümle:
“(Devlet topladığı vergileri iyi değerlendiriyor mu sizce” sorusuna:) Türkiye’de vergilerin büyük kısmı yasal soyguna gidiyor. Devletin yapısı değiştirilmeden vergilerin arttırılması çare değil.”
“Yolsuzlukları talep eden, seçmenin kendisi. Bedavacı olan köylü, kendisine karşılıksız gelir aktarıldığında devletteki yolsuzluklara karşı duyarsız kalıyor.”
*
Ülkemizin ve devletimizin kurtulması ve yücelmesi konusundaki bazı düşünce, çare, çözüm ve teklifleri kısa cümleler halinde aşağıda sıralıyorum:
Türkiye’de devlet yapısının mutlaka ve radikal şekilde değiştirilmesi, yenilenmesi gerekmektedir.
Örnek alınacak ülkeler:
1. Batı Avrupa ülkeleri,
2. Uzakdoğu kaplanları (Japonya, Güney Kore, Tayvan,Singapur).
Devlet bazı sosyal sınıfları ve bazı kurumları himayeden (korumaktan) vazgeçmelidir.
Vergilerin miktarı azaltılmalı, vergi mükelleflerinin sayısı çoğaltılmalıdır.
İktisat ve maliye işleri, serbest piyasa ekonomisine göre yeniden düzenlenmelidir.
Sendikalardaki derebeylik, tekelcilik, kontrolsüzlük kaldırılmalı, medenî ve ileri ülkelerdeki sendikal sisteme dönülmelidir.
Türkiye’yi batıran, geri bırakan faktör, sistemin yolsuzluğu ve kokuşmayı bir ilke haline getirmiş olmasıdır. Bunun önüne nasıl geçilecekse, mutlaka geçilmelidir. Rüşvet, soygun, devlet ve millet malını çalma eskiden bireyseldi; yine o sisteme dönülmelidir.
Vatandaş, ödediği verginin yerli yerinde; ülke, halk ve devlet için harcandığını görürse seve seve vergi öder.
Verginin miktarı ne kadar az olursa, devlet o nisbette fazla vergi toplar.
Kamu sektöründeki bütün israflara, saçıp savurmaya, suiistimallere son verilmelidir.
Kokuşma ile ilgili suçlarda zamanaşımı, af, indirim, erteleme olmamalıdır.
Bir ülkede iktisat, maliye ve ticaret ile ilgili makamlar, mevkiler, memuriyetler, bu işleri iyi bilen, ehil ve uzman olan dürüst kimselere verilmezse o ülkede krizin ve kokuşmanın önü alınamaz.
Ülkemizde siyaset son derece bozulmuştur ve gayr-i meşru rant kapısı haline gelmiştir. Bunun önüne geçilmedikçe hiçbir şey düzelmez.
Bütün kötülüklerin ve yetersizliklerin başı eğitimin iyi olmamasıdır.Eğitim millî kimliğe, millî kültüre uygun hale getirilmelidir.
Devletin, halkın, vatanın üzerinde bir resmî ideoloji vardır. Dünyanın hangi medenî, ileri, demokrat ülkesinde böyle bir şey görülür? İlk yapılacak işlerden biri resmî ideolojiyi özelleştirmektir.Yani inanan inansın, inanmayan inanmasın; devlet herhangi bir ideolojiye bağlı olmasın. Devleti sadece hukuk bağlasın, o da, adalete ve millî kimliğe ve kültüre uygun bir hukuk olsun.
Üniversitelerin devlet adamlarına, halka, idarecilere rehberlik etmesi, ışık tutması gerekir. Bugünkü YÖK sistemi ile böyle bir hizmet mümkün değildir. Tezelden bizim üniversitelerimiz de Japonya, Fransa, ABD, İsviçre ve diğer ileri ve medenî ülkelerin üniversiteleri gibi topluma rehberlik eden, vasıflı uzmanlar ve okumuşlar yetiştiren seviyeli kurumlar haline getirilmelidir.
Yakın tarihimizdeki birtakım partiler mafya haline gelmiştir. Particilik rant yiyicilikle özdeşleştirilmiştir.
Siyasî partilerin mafya haline dönüşmesi kesinlikle önlenmelidir.
Yine yakın tarihimizde belediyelerde büyük yolsuzluklar olmuştur. Bazı büyük belediyelerde doların milyarları ile götürmeler olduğuna dair halk arasında genel bir kanaat ve o konuda çok enteresan rivayetler bulunmaktadır.
Yakın tarihimizde, eskiden Evkaf-ı İslâmiyye denilen vakıflarımız da yağmalanmış, ecdadın hayır işleri yapılsın diye bıraktığı onbinlerce vakıf eseri yok edilmiş, satılmış, kapanın elinde kalmıştır.
Gazetelerde zaman zaman Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu, Hava Kurumu ve bunlara benzer kurumlarla ilgili birtakım haberler yayınlanmakta, ortaya korkunç iddialar atılmaktadır.
Ülke için hayatî önemi haiz bazı temel kurumların da mafyalaştığı iddia edilmektedir.
Birtakım iri politikacıların, belediyecilerin kısa zamanda Karun gibi zengin olduklarına dair söylentiler vardır.
Kokuşma ve çürüme o hale gelmiştir ki, kapkaççılık işinde bile birtakım bürokratların parmağı olduğu iddia edilmektedir.
Bu ülkede sadece idare edenler, sorumlular bozuk değildir; aynı zamanda idare edilen yığınlar da büyük ölçüde ve nisbette bozulmuştur. Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş.
İslâm Peygamberinin çok hikmetli bir sözü vardır. “Siz ne halde iseniz, öyle idare olunursunuz” buyurmaktadır.
Birtakım adamlar, İkinci Cumhuriyet diyenlere kızıyor ve köpürüyor. Cumhuriyetin birincisi, ikincisi önemli değildir; asıl önemli olan husus fazilet ilkesinin hâkim ve geçerli olmasıdır.
Faziletin hâkim ve geçerli olmadığı bir ortamda ne cumhuriyet olur, ne demokrasi.
Demokrasi sadece oy çokluğu, kelle sayısı fazlalığı rejimi değildir. Keyfiyet üstünlüğünün, faziletin, hikmetin, ahlâkın olmadığı yerde demokrasi de olmaz. Ahlâksız, faziletsiz, hikmetsiz toplumlarda demokrasinin kendisi değil, müsveddesi yahut karikatürü sergilenir.
Türkiye yaşamak, yükselmek, güçlenmek istiyorsa:
-Tarihî devamlılık çizgisine dönmelidir.
-Millî kimliğine ve millî değerlerine sarılmalıdır.
Türkiye’yi bugünkü hale tarihî ârıza ve kaza getirmiştir.
Yozlaşmanın sonucu olarak bütün gerçek değerler yıpranmış veya terk edilmiştir.
Paranın tek ana değer olduğu bir toplum yaşamaz, yücelmez.
Para amaç değil, bir vasıtadır.
Toplumları ve ülkeleri sadece iktisadî, ticarî, malî faaliyet ayakta tutamaz.
Batı kapitalizmi ve sanayii püriten Protestanların ahlâkı ve ciddiyeti ile bugünkü hale gelmiştir.
Biz Hıristiyan ve Protestan olmadığımıza ve olamayacağımıza göre, kendi islâmî değer ve kurumlarımıza dönmek zorundayız.
Ticaret, finans, sanayi, iş sahasında eski fütüvvet ve ahîlik ahlâkına ve disiplinine dönülmelidir.
Ahlâksızlık, kokuşma sadece kanunlarla, cezalarla önlenemez.
İşin başı insanların vicdanlarına bekçiler koymaktır.
Hırsızlığı, soygunu, haram rant yemeyi, hortumlamayı, devlet ve millet malını zimmetine geçirmeyi mârifet sanan, bunu kurumlaştıran hiçbir toplum ayakta duramaz.
Sovyetler Birliği öncelikle ahlâksızlık yüzünden batmıştır.
Hiçbir politikacının milleti aldatmasına izin verilmemelidir.
Seçmenlerine yalan söyleyen, yapamayacağı vaadlerde bulunan politikacılar âmme vicdanında cezalandırılmadıkça işler düzelmez.
Topyekûn bir islâh (iyileştirme) hareketi ve seferberliği başlatılmalıdır.
Bu vazife öncelikle Müslüman kesime düşer.Çünkü o kesim Türkiye’nin dominant unsurudur.
Milliyetçilere de büyük vazifeler ve sorumluluklar düşmektedir.
Bu ülkede İslâmcılar ve Türkçüler bozuksa, ülke halk ve devlet batmış demektir.
Din sömürüsü mutlaka önlenmelidir.
Türkçüler ve milliyetçiler, ahlâk ve fazilette topluma örnek olmalıdır.
“Ben Atatürkçüyüm, çağdaşım, lâikim…” demekle iş bitmiyor. Ahlâklı mısın, ahlâksız mı?
Devleti, milleti, vatanı kurtarmak istiyorsak sistemi, düzeni harcamamız gerekir.
Sistemi devletten, ülkeden, milletten önemli görürsek ve statükoda inatla ısrar edersek, geleceğimiz karadır kapkara… 28 Şubat 2005