Pazartesi

 

Ülke, Devlet, Halk olarak Türkiye nereye gidiyor? Türkiye’de neler oluyor? Türkiye iyiye mi gidiyor, yoksa kötüye mi? Bu gidişin sonu ne olacak?..

Şimdi her aklı başında vatandaş bu soruların doğru cevaplarını aramalıdır.

Üzerinde yolculuk ettiğimiz büyük geminin sağlamlığı, güven içinde oluşu, iyi idare edilmesi, rotasının doğru olması, içindeki personel ve yolcuların üzerlerine düşen vazifeleri yapmaları, yoldaki tehlikelere karşı emniyet tedbirlerinin alınması, herhangi bir kazada ve ârızada gemiyi kurtarmak için neler yapılacağının bilinmesi hepimizi çok yakından ilgilendiren konulardır.

Evet, Türkiye nereye gidiyor? Bu soruya cevap vermeden önce manzaraya bir göz atalım:

1. Ortadoğu ısınıyor. ABD yahut İsrail İran’a saldırırsa büyük bir yangın çıkacak ve bölgedeki devlet ve ülkeleri de yakacaktır. ABD ve İsrail, iki büyük Ortadoğu ülkesini savaştırmaya çalışacaklardır. Milyonlarca Müslüman ölecek, büyük fâcialar cereyan edecektir.

2. Irak’ta Kürt devleti kurulmuştur. Bu devlet henüz Birleşmiş Milletlere üye olmamış, diğer ülkelerde elçilik açmamıştır ama böyle giderse onlar da olacaktır. Böyle bir gelişme karşısında Türkiye’nin bütünlüğü nasıl korunacaktır?

3. ABD, Ermeni soykırımı iddiasını resmen kabul ederse ne gibi gelişmeler olacaktır?

4. Ülkenin, halkın, devletin iç durumuna bakalım: Başdöndürücü ve dehşet verici bir hızla artan suçlar, toplumun hasta olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin millî eğitimi, üniversiteleri “iyi ve vasıflı Türkiyeli” yetiştiremiyor. Yolsuzluk, rüşvet, emanete hıyanet, haram yeme almış yürümüştür. Binlerce örnekten sadece birini hatırlatalım: Devlet arıcılığı ve bal üretimini teşvik için 30 milyon YTL destek sağlamış, bundan bine yakın kooperatif faydalanmış; ancak bu kooperatiflerin önemli bir kısmının sahte olduğu anlaşılmış. Yani arıcılığı teşvik kredi ve fonlarının büyük kısmı yağmalanmış…

5. Devleti, ülkeyi, halkı kurtarmak için resmî ideolojinin feda edilmesi gerekirken, bu sahadaki tabular daha da koyulaşmakta, baskılar daha da şiddetli hale gelmektedir. Güçlü, fakat basiretsiz birtakım adamlar ve lobiler belli bir ideolojiyi devletle, cumhuriyetle, milletle, vatanla özdeş hale getirmişlerdir. Hattâ bazı ultraların gözünde ideoloji her şeyin üzerindedir. Devlet, millet ve ülke batarsa batsın ama ideolojiye toz kondurulmasın, gölge düşürülmesin.

6. Adalet mülkün temelidir… Yargıya yapılan baskılar…

7. Temel insan hakları ihlalleri. Okul, üniversite ve kamu alanındaki başörtüsü baskısı gevşeyeceğine, her gün daha şiddetlenerek sürdürülüyor. Gazeteciler, aydınlar şiddete yönelik olmayan düşüncelerinden, görüşlerinden, tenkitlerinden dolayı tehdide maruz kalıyor, çeşitli şekilde cezalandırılıyor.

8. Haçlılara şirin görünmek için misyonerlere tâvizler veriliyor, ülkenin her yerinde eski kiliseler tamir ediliyor, yenileri yaptırılıyor.

9. Temel insan haklarından olan eşitlik prensibine riayet edilmiyor. Dişlilere, zenginlere, güçlülere dokunulamıyor.

10. Halk Türk Kürt, Sünnî Alevî, Dinci Çağdaş diye birbirine düşman kamplara ayrılıyor ve bunların arasında kin, nefret husumet tohumları ekiliyor, iç savaş şartları oluşturulmaya çalışılıyor.

Hiç konuşulmaması gereken birtakım vahim konular medyada sık sık dile getirilmeye başlanmıştır: Türkiye parçalanmak isteniyor… Sevr’e mi dönüyoruz?.. Bunlar vatan hainidir… Memleketi sattılar… İmdat batıyoruz!.. Norveç, Finlandiya, İsviçre gibi sağlıklı, dengeli, iç barışa sahip ülkelerde böyle feryatlar duyuluyor mu?

Ülkemizde birkaç meclis vardır.Birincisi, millî iradeyi temsil eden Büyük Millet Meclisi’dir. Oranın kürsüsünde yukarıda yazdığım vahim meseleler hakkında konuşmalar yapılıyor, çare ve çözümler teklif ediliyor mu? Bir ülkenin, bir halkın ikinci Meclis’i millî medyadır. Bizim medyamız bu konuları inceliyor mu? Üçüncü Meclis, ülkenin beyni durumunda olan üniversitelerdir. Üniversiteler bu konuda bir şey yapıyor mu?

Bu memlekette öyle adamlar ve lobiler vardır ki, “Başörtüsünün serbest bırakıldığını görmektense, ülkenin batmasını tercih ederim” zihniyetine sahiptir.

Ülkemizde toplumsal barış ve mutabakat temelleri her geçen gün daha fazla dinamitlenip tahrip ediliyor.

Birilerinin ak dediklerine ötekileri kara diyor.

Bir ülkeyi, bir devleti, bir halkı ayakta tutan millî kimlik, millî kültür kasıtlı olarak yozlaştırılıyor, insanlarımız yabancılaştırılıyor.

Birtakım güçlü mutaassıplar (Fanatik, bağnaz) tarihî ârızaların tâmir edilmesine, ârıza devrinin kapatılıp tarihî devamlılık çizgisine geçilmesine bütün güçleriyle engel oluyorlar.

Ve korkunç bir rivayet: Birtakım kişiler ve lobiler, Türkiye’nin geri kalmış bazı bölgelerini bırakıp, nisbeten gelişmiş olan Batı kısmını elde tutarak AB’ye katılmayı düşünüyorlar.

Türkiye nereye götürülüyor?

İnanç ve Düşünce Hürriyetinin Önündeki En Büyük Engel: TCK 216’ncı Madde

İlericiler, çağdaşlar, Armenofiller, kozmopolitler, Dönmeler, Gizli Yahudiler, Kriptolar, Ceza Kanununun 301’inci maddesinin kaldırılması için canla başla, feryatla figanla, gece gündüz çalışıyorlar ama aynı kanundaki 216’ncı (eski kanunun 312’nci) maddesinin kaldırılması, yahut insan haklarına uygun hale getirilmesi konusunda hiç ses çıkartmıyorlar.

Bu 216’ncı madde düşünce, din ve inanç, tenkit etme, görüşlerini açıklama hürriyetlerine gölge düşürecek bir şekilde işletilmektedir.

Bu madde ile ilgili olarak, bir kısım vatandaşların âdil yargılanma hakları da ihlâl ediliyor.

“Yazdığı yazının bütününden de anlaşılacağı üzere TCK 216’ncı maddesini ihlal etmiş olup hapis cezasıyla cezalandırılması…”

Hukukta, hele ceza hukukunda böyle kuru bir iddia olabilir mi?

Vatandaşın hapis cezasına çarptırılması isteniyor ama hukukî gerekçe yok.

Hukukî gerekçesi olmayan bir iddia geçersizdir.

Dünyanın medenî, ileri, hukuklu, insan haklarına saygılı ve bağlı, demokrat ülkelerinde düşünce, görüş, tenkit suçu diye bir suç yoktur. Oralarda insanlar dinî inançlarından, düşüncelerinden, görüşlerinden, tenkitlerinden dolayı muhakeme edilmezler, cezaya çarptırılmazlar, hele hapse hiç atılmazlar.

İstisnâlar şunlardır:

(1) Düşüncesini, görüşünü, tenkidini açıklarken başkalarına hakaret etmek. Bu hakaret âdil mahkemeler tarafından sâbit görülürse, düşünce sahibi düşüncesinden dolayı değil, hakaret ettiği için cezalandırılır ve tazminat ödemeye mahkum edilir.

(2) Düşünce, görüş ve tenkitlerin şiddet doğurmaması gerekir. Düşüncesini açıklarken toplumda kanun dışı şiddet hareketleri meydana gelmesini istemesi ve bu şiddetin gerçekten meydana gelmesi durumunda kişi elbette cezalandırılır. Bir Alevînin Sünnîleri, bir Sünnînin Alevîleri tenkit etmesi, şayet şiddete yol açmıyorsa fikir ve görüş hürriyeti dahilinde mütalaa edilir ve o tenkit ceza konusu olamaz.

En son, Mason locasında bir konferans verdiği için masoniça olduğu anlaşılan bir kadın profesör derme çatma, saçma sapan bir kitap yazdı, bunda “Eski Sümerliler zamanında, bundan binlerce yıl evvel tapınaklarda başları örtülü kutsal fahişeler vardı, tapınağa gelenlerle cinsel münasebet yaparlardı. Günümüzde de başörtülü Müslüman kadınlar camilerde imamların nezaretinde böyle yapsınlar…” mealinde bir cümle sarf etti. Bundan dolayı 216’ncı maddeyi ihlalden mahkemeye verildi ve ilk celsede beraat etti.

Yaşasın adalet, yaşasın düşünce özgürlüğü!..

Yaşasın da, aynı özgürlüğün başörtüsü yasağı terör ve tabusunu tenkit eden Müslümanlar için de geçerli olması gerekmez mi? 13 Şubat 2007