Pazartesi

 

(1) Türkiye devlet, ülke, halk olarak iyiye mi gidiyor, kötüye mi gidiyor?.. Geleceğimiz parlak ve pembe mi, yoksa karanlık mı?.. Bugünkü siyasî, sosyal, kültürel, iktisadî yapımız sağlıklı ve dengeli mi, yoksa sağlıksız ve çürük mü?.. Bu gibi konularda şu anda büyük bir kafakarışıklığı hüküm sürmektedir; bazıları iyi diyor, bazıları kötü diyor… Acaba gerçek durum nasıldır? Bu gibi soruların doğru cevaplarını nasıl öğrenebiliriz?.. Bence, bu büyük sorulara hakkıyla cevap verebilecek yedi kişi çıkmaz şu yetmiş milyonluk yığın içinden.

(2) Herkes kendi inançlarına, kültürüne, ufuk genişliğine veya darlığına, ahlâk ve karakterine göre cevap veriyor. Meselâ, iktidarın üleştirdiği nimetlerden pay alan bir rantçıya göre gidişat fevkalâdedir. Türkiye nurlu ufuklara dört nala koşmaktadır, geleceğimiz parlak değildir, çok parlaktır.

(3) Yakın tarihimiz üzerinde de, birbirleriyle zıt bir sürü tez ve açıklama bulunuyor. Bu konuda da her kafadan bir ses çıkıyor. Bir Gizli Yahudi’nin yakın tarihimize bakışı ile Müslüman bir Türkiyelinin bakışı hiç mi hiç uyuşmuyor. Acaba bu konuda doğrular nelerdir, yanlışlar nelerdir? Bunları nasıl öğreneceğiz? Öncelikle Türkiye’nin yakın tarihinin başlangıcı hangi yıldır, ona cevap arayalım. Bence, İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908 yılıdır. O tarihte siyasî iktidar Müslümanların Halifesi olan Oğuz Türkü kökenli İkinci Abdülhamid’ten, bir kısmı Sabataycı olan Jön Türklere geçmiştir.

(4) Türkiye’nin yakın tarihini anlamak için, birtakım tarihî ârızaları, ihtilâlleri, inkılapları, köklü değişimleri, siyasî ve sosyal kazaları bilmek ve anlamak gerekir. Bunlar bilinmeden, bunların içyüzlerine vukuf kesb edilmeden yakın tarihimizi ve bugünkü halimizi ve geleceğimizi anlamak mümkün ve muhtemel değildir.

(5) Müslüman bir Türkiyeli ile Sabataycı (Gizli Yahudi) bir Türkiyeli yakın tarihimizin bilinmesi, anlaşılması, açıklanması konusunda anlaşabilir mi?.. Onların bu konuda anlaşmaları, bir Türk ile bir Yunanlının İstanbul’un fethi ve Ayasofya’nın cami yapılması konusunda anlaşmaları kadar zor ve imkânsızdır. Onların inançları, dinleri, felsefeleri, dünya görüşleri aynı tezde birleşmeyi mümkün kılmaz. Müslümanın ak dediğine, Sabataycı kara der; onun ak dediğine Müslüman kara diyecektir.

(6) Düşünün bir kere: Adam Müslümanım diyor, Müslüman ismi taşıyor ama değil. Kendi aralarında Müslümanlara ve Türklere “Acı soğan” diyorlar ve onları sevmiyorlar, benimsemiyorlar. İki kimlikleri var. Müslüman ve Türk kimlikleri zâhirî ve iğreti, asıl gerçek kimlikleri Sabataycılık. Bunların Türkiye’ye bakışları elbette, Müslümanların bakışlarına benzemeyecektir, paralel olmayacaktır.

(7) Bazı çokbilmişler bizimle alay ediyor, Sabataycılık meselesini abarttığımızı söylüyor. Yanılıyorlar. Türkiye’nin yakın tarihini, bugünkü halini Sabataycılık faktörünü gözardı ederek anlamak mümkün olamaz. Meşhur Fransız oryantalisti Louis Massignon bile İkinci Meşrutiyet’te Sabataycıların büyük rolü olduklarını anlamış ve Annuaire du Monde Musulman’da bunu açıkça yazmıştır. Sabataycılar herhangi bir azınlık veya lobi değildir. Onlar yakın tarihimize damgalarını basmıştır.

(8) Bazıları büyük din âlimleri ve tarikat şeyhleri içinde de Sabataycı bulunduğunu iddia ediyor ki, bu iddia yanlıştır. Yakın tarihte, Resulullah Efendimizi rüyasında gören bir Avdetî hidayete gelmiş ve zamanla şeyh olmuştur. Hidayet yolu Sabataycılara karşı kapalı değildir. Yunanistan’da İngilizce yayınlanan “The Jews and Derwishes” adlı kitapta, Mevlevî şeyhi kılığında bir Sabataycının fotoğrafı basılmıştır. Bu adam gerçek şeyh değildir. Bazı kişiler Sabataycılık konusunda Aziz Mahmud Hüdaî hazretlerine leke sürmek istiyor. Bunlar yanılıyor. Niyazi-i Mısrî hazretleri Sabatay Sevi ile görüştü diye onun hakkında şüphe beslemek hatâdır. İslâm ulemâsı ve meşayihi içinde Sabataycı yoktur.

(9) Kürtler, Kafkasyalılar, Rumelililer, Bektaşîler, Alevîler içinde Sabataycı var mıdır? Bu soruya tereddütsüz vardır deriz. Onlar nasıl ki, Sünnî Müslüman kisve ve kimliğine bürünmüşlerse; Kürt, Alevî, Kafkasyalı, Rumelili boyasıyla da boyanmışlardır. Peki, bunları ayırt etmek, anlamak mümkün müdür? Elbette mümkündür. Meselâ Bektaşiler ikiye ayrılır: Bir kısmı, İslâm dini ve Şeriatı dairesi içinde kalmışlardır. Bunlar dergâhlarında namaz kılarlar, Kur’ân okurlar, evrad ve ezkar ile meşgul olurlar. Bunlar Sünnî Bektaşilerdir. Bir de, dinden kopmuş, Kur’ân’a ve Sünnete aykırı bir yol tutmuş, gulüvve sapmış Bektaşîler vardır. Sabataycılar bunların arasına girmiş, bu tür Bektaşîlik kimliğine bürünmüş olabilirler.

(10) Vaktiyle Kürt Yahudileri, Kürt Sabataycıları varmış. Şu anda bunların hiçbirinin sesi çıkmıyor. Ne oldular acaba? Eridiler mi, hidayete mi erdiler, yoksa büsbütün gizlendiler mi? Şu anda Ortadoğu’da İsrail’in ve ABD’nin en fazla kullandığı, onların işine en fazla yarayan unsur Kürt unsurudur. Bunlar hakikî, mü’min, müslim, gerçek Kürtler midir acaba?

(11) Önemli bir soru da şudur: Türkiye’de işbirlikçi var mıdır? Maalesef bir kısım İslâmcılar (Müslümanlar demedim) işbirliği yapıyor. Buna mecbur ve mahkûmdurlar. Meşruiyetlerini Yahudilerden almışlardır.

(12) Sabataycılar homojen (mütecânis) bir cemaat midir sorusuna şu cevabın verilmesi gerekir:
Kesinlikle homojen bir yapıya sahip değillerdir. Aralarında kabileler, aşiretler, büyük aileler, lobiler vardır; büyük ihtilâflar, rekabetler vardır. Bir kısmı, Sabataycılık kimliği konusunda çok mutaassıp (fanatik), çok sertir, bir kısmı ise oldukça yumuşamıştır. Lakin sertine de, yumuşağına da güvenilmez. Onların bir kısmına mülâyemetle (ılımlı bir şekilde) yaklaşıp hitap ederek insafa gelmelerini, ülkemiz üzerindeki tekele son vermelerini istemeliyiz.

(13) Sabataycılar bu memleketin çocukları değil midir? Elbette onlar da Türkiyelidir. Lakin, evrensel insan haklarına aykırı işler yapmışlardır ve yapagelmektedirler. Türkiye’yi bir tecrübe tahtasına çevirdiler. Millî kimlik ve kültürü değiştireceğiz diye tahrip ettiler. Lisana ve tarihe karşı affedilmez sabotajlar yaptılar. Çoğunluğun din, inanç, kültür haklarını ihlâl ettiler.

Türkiye son altmış yıl içinde Japonya, Güney Kore, Tayvan gibi çok kalkınmış, çok başarılı, çok zengin, çok sağlıklı ve dengeli bir ülke olabilirdi. Yanlış ideolojileri, yanlış politikaları, yanlış metodları ile ülkemizi ve halkımızı geri bıraktılar. Son yarım asırda Türkiye’nin trilyonlarca dolarlık sermayesi ve serveti çarçur edilmiş, kapanın elinde kalmış, küçük bir azınlığın rant çarkları arasında yok edilmiştir.

Bugün ülkemizde, Güney Kore’de olduğu gibi yüzde yüz millî ve yerli bir otomotiv sanayii yoksa ve ülkemiz dünyanın en ileri ve zengin ülkelerine Türk otomobilleri ihraç edemiyorsa bunun sorumluluğu herhalde Müslümanlara ait değildir; hâkim ve dominant azınlık olan Sabataycılara aittir. Bugün yeni Türk nesilleri dedelerinin ve ninelerinin mezar taşlarını okuyamayacak kadar câhillerse bunun sorumlusu da onlardır. 08 Ağustos 2006