Türkiye Niçin Geri Kaldı?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 04 Şubat 2019
Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan ayrılan
devir teslim töreninde şöyle demiş:
demiş.
Evet nice millet ve ülke başarılar peşinde koşarken biz nal toplamakla meşgulüz.
Nüfusu bir milyar olan bu ülke büyük bir çeşitlilik arz etmekte olup, kendi kimliğine, kültürüne, medeniyetine, kişiliğine bağlıdır. Orada erkekler ve kadınlar millî Hindistan kıyafetine bürünmekte; Sanskritçeyi, Urducayı, diğer dilleri (Hindistan çok-dilli bir ülkedir) lâtin alfabesinden başka yazılarla yazıp okumaktadır. Bir kısım erkeklerinin sarık sardığı, istanbulin giydiği, kadınların sariye büründüğü Hindistan nükleer silâhlar bile üretmiştir. Hindistan’ın öyle vasıflı, güçlü, üstün üniversiteleri vardır ki, onlara Amerika’dan, Avrupa’dan öğrenciler gelip okumaktadır.
Japonları ayakta tutan on kadar haslet ve özellik vardır ki, bunlardan biri o halktaki
Japonlar, öğrenilmesi, okutulması son derece zor olan
Ülkelerinde petrol, demir, kömür ve başka madenler ve hammaddeler bulunmadığı halde akıllara hayret veren büyük bir sanayi kurmuşlardır. Nüfusları fazla, yüzölçümleri yetersizdir, yiyeceklerini bile kendi vatanlarında yeteri kadar üretemiyorlar. Lakin devamlılık şuuruyla, millî yazılarıyla, kimliklerine bağlılıklarıyla, kimonolarıyla çağdaş uygarlık seviyesine çıkmışlardır.
Dünyada hangi ülke, halk ilerlemiş, yükselmişse kendi millî kimliğine bağlılık, devamlılık şuuruna sahip olarak ilerleyip yükselmiştir.
Tarihî ârızalara ve kazalara duçar olan ülkeler ve milletler ise gerilemişler, çözülüp dağılmışlardır.
fert başına düşen gelir
Avrupa Birliği üyesi olan bu ülkede din, devlet, millî şuur içiçedir, adeta özdeşleşmiştir. Yunan devletinin dine cephe alması, din ile savaşması, dini ve dindarlığı bir tehlike olarak görmesi hayal bile edilemez.
Dünyanın bütün medenî ülkelerinde en geniş kelimeyle din, inanç, düşünce hürriyeti vardır. Oralarda vatandaşlar ve yabancılar, inançlarına uygun bir hayat sürmekte serbesttir.
Medenî, demokrat, hukukun üstünlüğünü tanımış, ileri, büyük, güçlü, dengeli devletler içinde anayasasında lâiklik yazan tek devlet Fransa’dır. Fransa dahil bütün medenî ülkelerde üniversitelerde başörtüsü ve tesettür diye bir problem ve kriz yoktur.
Fransa’da sadece bazı liselerde başlarını örten Müslüman kız öğrencilerle ilgili birtakım sürtüşmeler, krizler ortaya çıkmışsa da bunlar yüksek yargı kurumlarının, Devlet Şurası’nın (Danıştay) kararlarıyla temel insan haklarına uygun şekilde halledilmiştir.
Türkiye’den demokrasi, hukuk, insan hakları, kültür, sanayi, zenginlik bakımından on kat, yirmi kat üstün olan İngiltere’de 1944’ten bu yana kolejlerde sabahleyin derslere başlanmadan önce, okulun kilisesinde ayin yapılmakta, dua edilmektedir. Bu ayin ve dualara katılmamak için çocukların velilerinden yazılı kağıt getirmeleri gerekmektedir. Yine İngiltere’de, Müslüman kız çocukları, anne-babaları öyle istediği takdirde okullara başörtüsü ile gitmekte ve onların bu islâmî kıyafetine kimse karışmamaktadır.
İngiltere lâik değildir. Orada din-devlet birliği vardır; hükümdar aynı zamanda millî Anglikan kilisesinin başıdır.
11 Eylül’de İkiz Kuleler’in yıkılmasından, terör hareketlerinden sonra bir kısım Müslümanlara kötü gözle bakılmaya başlanmış, onlara bazı güçlükler çıkartılmışsa da o ülkede din hürriyeti, vicdan hürriyeti, dinine ve inançlarına göre bir hayat sürebilmek hürriyeti vardır.
Marksist-Leninist ideolojinin bukağısından kurtulan Rusya’da en son, Müslüman kadınların tesettür kıyafetli vesikalık resimlerle pasaport almalarına izin verilmiştir.
Din, inanç, fikir, tenkit, inançlarına uygun bir hayat sürebilme hürriyeti en temel insan hakkıdır. Bu hürriyetin olmadığı yerde güvenlik olmaz, hukukun üstünlüğü olmaz, huzur ve selamet olmaz, kalkınma olmaz.
Türkiye’nin ilimde, irfanda, eğitimde, edebiyatta, sanatta, ilmî araştırmalarda, mimarlıkta ve şehircilikte, sanayide, ticarette ilerleyememesinin sebepleri İmam-Hatip Okulları, tesettürlü kızlar değildir. Pakistanlı bir fizik alimi vaktiyle Nobel ödülü kazanmıştı. Bu zat başına islâmî serpuş geçiriyor, islâmî elbiselerle geziyordu. Vasıf, güç, üstünlük şu veya bu serpuşta, elbisede, şu veya bu alfabeyle yazmakta değildir.
1. Millî kimlik, kişilik ve kültür önündeki bütün engeller kaldırılmalıdır.
2. Türkiye tarihî devamlılık çizgisine oturmalıdır. Bunun için de tarihî ârızalar ve kazalar tâmir edilmelidir.
3. Din ve devlet arasındaki sun’î (yapay) zıtlık, sürtüşme, çekişme kaldırılmalı; din ve devlet uzlaşmalı, barışmalı, işbirliği yapmalıdır. Nitekim lâik Fransa’da Katolik kilisesinin liseleri vardır ve devlet bütçesinden onlara yardım yapılmaktadır. Türkiye Müslümanlarına, Fransa’da olduğu gibi İslâm liseleri kurmak izni verilmeli; eğitim konusunda ülke, halk ve devlet yararına bir yarışma başlatılmalıdır.
4. Türkiye’deki resmî ideoloji özelleştirilmelidir. Dünyanın hiçbir ileri, medenî, demokrat, hukukun üstünlüğüne bağlı, insan haklarını tanımış ve onlara riayetkâr ülkesinde resmî ideoloji yoktur. Böyle sistemler tarihe karışmıştır.
5. Yazılı ve edebî Türkçe, millî tarih, millî kültür, millî sanatlar üzerindeki bütün yasaklar, tabular kaldırılmalıdır.
6. İslâm dinini ve dindar Müslümanları devlet ve Cumhuriyet için bir tehlike ve tehdit olarak görmekten vaz geçilmelidir.
Sayın Orgeneral Cumhur Asparuk Mavi Akım derken ülkemizdeki korkunç boyutlara varmış olan yolsuzluğu ve kokuşmayı dile getirmiş bulunuyor. Maalesef ülkemiz bir rantlar, repolar, hortumlamalar, soygunlar, talanlar, vurgunlar, eşkıyalıklar, mafyalar ülkesi haline gelmiştir. Bizim devletimiz için en büyük tehlike dindarlık, başörtüsü, İmam-Hatip okulları değil; işte bu korkunç kokuşmadır. Türkiye’deki kokuşma genel, total bir kokuşmadır. Sağcısı solcusu, dincisi lâiği, milliyetçisi Türkçüsü velhasıl her kesimden nice insan pisliğe bulaşmıştır. Derin devletin derin dondurucularında binlerce yolsuzluk dosyası bekletilmektedir. Sistem maalesef bir rantlar, repolar, avantalar, tek kelimeyle kokuşma düzenine dönüşmüştür.
Türkiye’yi geri bırakan, bazı dindar kız öğrencilerin başörtüsü takmak istekleri değil, onların bu isteklerine karşı çıkılması, onların temel hak ve hürriyetlerinin çiğnenmesidir.
Türkiye’yi İmam-Hatip okulları geri bırakmamıştır. Onları devlet, Cumhuriyet, ülke için tehlike ve tehdit olarak gören zihniyet geri bırakmıştır.
Bırakınız çeşitli kesimlere mensup halk ve gençlik ülkeyi kalkındırmak konusunda barışçı bir şekilde yarışsınlar. Başıörtülü kızlar, İmam-Hatipliler, dindarlar yarışı kazanırlarsa onlara hoşgörü ile bakılmalıdır.
Mısırlı romancı Necib Mahfuz 1988’de Nobel kazanmıştı. Mahfuz eserlerini Arap alfabesi ile yazıyordu. Demek ki, Arap alfabesi ile yazmak bir gerilik, medeniyetsizlik değilmiş. Önemli olan alfabe, yazı şekli değil, zihniyet ve kültürdür.
Türkiye’yi bugünkü acınacak hale, yürekler parçalayan duruma başörtülü kızlar, İmam-Hatipliler, dindarlar getirmemiştir. İslâmcı kesimde birtakım din sömürücüleri vardır ama facianın asıl aktörleri onlar değildir. Onlar sebep değil neticedir; herşey bozulunca, bütün çiviler yerinden oynayınca İslâmcıların bir kısmı da bozulmuş, yamulmuştur.
Türkiye’yi asıl geri bırakan zihniyeti cesaretle araştırmalı, sorgulamalıyız. Bu araştırma ve sorgulamayı güçleştiren yasak ve tabuları ortadan kaldırmalıyız. Son yüz yıllık tarihimizi tenkidî (eleştirisel) bir gözle incelemeliyiz. Japonya nasıl ve niçin çağdaş medeniyet seviyesine kısa zamanda ulaştı ve her bakımdan birinci sınıf bir dev oldu da biz niçin geri kaldık, bataklıklarda boğulduk? Bu konuyu tartışmalı, müzakere etmeliyiz. Tabuları, ideolojik doğmaları bir kenara bırakmalı ve aklın, mantığın, bilgeliğin, firasetin ışığında konuya yaklaşmalıyız. 30 Ağustos 2003