Çarşamba

 

Bundan on yıl kadar önce, aramızın gergin olduğu komşu bir Arap ülkesinin başşehrindeki elçiliğimizde yüksek seviyede, gizli ve önemli bir toplantı yapılıyor. Başta elçi olmak üzere, elçiliğin yüksek rütbeli birkaç mensubu ve Ankara’dan gelmiş iki veya üç önemli şahsiyet bulunuyor toplantıda. Sıcak bir yaz ayı, Ramazan günleri. Elçi ve oradaki zevat oruçlular. Ankara’dan gelenler oruç tutmuyor ve buzlu viskilerini yudumluyor…

Ankara rejimine mensup birtakım yüksek adamların İslâm’a, Müslüman dünyasına, Arap komşularımıza bakışlarını, sıcak bir Ramazan gününde buzlu viski içmelerinden anlayabilirsiniz.

Asırlarca beraber olmamıza rağmen Arap dünyası ile münasebetlerimiz artık hiç iyi ve sıcak değildir. Türklerle Arapları birbirine bağlayan en kuvvetli bağ İslâm ve iman kardeşliği idi. Laikliği din düşmanlığı olarak anlayan ve uygulayan zihniyet, İslâm’a olan nefretinden dolayı Araplara da düşman gözüyle bakmıştır. Madalyonun öbür tarafında aşırı Arap milliyetçileri, ilhamlarını Mişel Eflak gibi Hıristiyan Araplar’dan alan baasçılar, Nuseyrîler ve saire vardır.

Araplar Türkleri sevmiyormuş… Bu söz yanlıştır, hezeyandır. Türkleri sevmeyen Araplar azınlıktadır, yüzde on bile değildir. Müslüman, mütedeyyin, aklı başında Araplar ki -çoğunluk onlardır- Müslüman Türkleri severler. Nisan’da Suriye’ye gitmiştim, bir şehirde alışveriş yapmak için bir dükkanda bulunuyordum. Tâcir, “Nerelisiniz?” diye sormuş, “Türkiyeliyim” dediğimde gözleri parlamış, “Türkler bizim aziz kardeşlerimizdir, elhamdülillah hepimiz Müslümanız” cevabını vermiştir.

Lazkiye’de akşam namazı kılmak için camiye girmiştik. Cami imamı kafilemizde bulunan Talu hocayı mihraba geçirmiş, namazı o kıldırmıştı.

Türkiye halkının büyük çoğunluğu Müslüman Arapları sever. Nasıl sevmesin ki, onlar bizim mü’min kardeşlerimizdir. Allah, Peygamber ve din uluları birbirimizi sevmemizi emretmektedir.

Hariciyemiz maalesef Sabataycıların nüfuzu ve kontrolu altındadır. Bakanlığın en üst seviyedeki yirmi beş büyük bürokratının Sabataycı olduğu iddia ediliyor. Sabataycılar, Yahudi kimlikleri ile Müslümanları ve Arapları sevmezler, onlara yakınlık duymazlar.

Rejimin İslâm ve Arap dünyasına olan nefretini ve ilgisizliğini tâdil için Müslüman kesimin, özel planda bir takım hizmet ve faaliyetler yapması gerekirdi. Kültür, sanat, ticaret, turizm, talebe alışverişi gibi konularda İslâm ve Arap dünyası ile sıkı münasebetler içinde olmalıydık. Lakin bunları yapacak Müslüman kafalar nerede? Fransızların Şam’da, Kahire’de ilmî araştırma enstitüleri var da Türklerin niçin kültür merkezleri yoktur? Diyelim ki, Arap rejimleri böyle bir şeye izin vermezler, peki, biz bu gibi kültür ve ilmî araştırma müesseselerini kendi ülkemizde niçin kurmamışızdır?

Ezher Üniversitesi’ne biraz öğrenci göndermekle iş bitmiyor. Kahire büyük bir üniversite, ilim, kültür merkezidir. Bizim oraya Arap lisan ve edebiyatını, Arap tarihini, eski Mısır medeniyetini, Mısır sanatını tahsil edecek gençler göndermemiz gerekirdi. Aylık da olsa Türkçe-Arapça bir yayın organı neşretmemiz gerekirdi. Onbinlerce Arap genci Türkçe, onbinlerce Türk genci Arapça öğrenmeliydi. Arap ülkelerinden gelecek turistleri misafir etmek için, onlara mahsus tatil köyleri ve siteleri kurmalıydık. Onların ülkemizde dolandırılmamaları, huzur ve rahatlık içinde tatil yapmalarını sağlamalıydık.

Fas’tan Umman’a kadar kaç Arap ülkesi var. Bunlarla ilgili Türkçe bir tek kitap bulamazsınız. Maalesef Türkiye, birçok kültürel konuda aşiret ve kabile seviyesine düşürülmüştür.

Fransızlar’ın Kahire’deki arkeoloji enstitüsü, eski Mısırca (Firavunlar zamanının, hiyeroglif yazısıyla yazılan dili) grameri üzerine büyük bir kitap yayınlamışlardır; biz Türkler ise, henüz Türkçe’nin grameri üzerine ciddî, büyük ve üstün bir kitaba sahib değilizdir. Bu sahadaki birinci eser hâlâ Fransız Jean Deny’nin, Fransızca yazmış olduğu kitaptır (Türkçeye tercüme edilmiştir.)

Herşeyi devletten, rejimden beklemek doğru değildir. Rejim İslâm’ın, Müslümanların, İslâm aleminin lehine ve faydasına hizmetler yapmıyorsa bunları Müslüman sivil kuruluşlar yapmalıdır. Birtakım dinî cemaatler hizmet yapacağız diye Müslümanlardan milyarlarca dolar topluyor. Bu paraların bir kısmı ile benim yukarıda saymış olduğum bazı hizmetler niçin yapılmamıştır?

Ticaret, iktisadî faaliyetler ülkeleri ve milletleri birbirine yaklaştırmada çok önemlidir. Müslüman tacirler mutlaka, sınır komşusu ülkelerden başlayarak Arap dünyası ile ticaret yapmalıdır. Hacmi ve kârı az da olsa böyle bir ticaretin bereketi çok olacaktır. Meselâ iki üç Türk iş adamı Kahire’ye giderler. Orada kendilerine yol gösterecek Türkçe bilen biri ile dolaşırlar; Mısır’a neler satabilirler, Mısır’dan neler alabilirler, bunları araştırırlar. Arada, namaz vakitlerinde camilere girerler. Bir cuma gecesi bir tekkeye, zikrullah dinlemek için giderler. Türkleri seven bazı Mısırlılarla görüşür, tanışır, ahbab olurlar… Neler yapılmaz ki. Ancak böyle şeyler için geniş ufuklu olmak gerekir. Dar kafayla hiçbir şey yapılmaz.

Mısır’da Türkçeyi iyi bilen, Türkiye’yi tanıyan, Türkleri seven bir ilim ve araştırma adamı vardır: Dr. Muhammed Harb. Bu zat Türkçe’den Arapça’ya kitaplar tercüme etmekte, Arapça kursları açarak oraya gelen Türk talebelerine dil öğretmektedir. Onun ve arkadaşlarının sa’yleri meşkûr olsun.

Küçük de olsa Türkçe-Arapça bir bülten çıkartılmalıdır. Bunda siyasetten bahsedilmeyecek; dinden, kültürden, sanattan, ticaretten bahsedilecektir. Bunu kim yapacak? Böyle bir şey İstanbul’da kolaylıkla hazırlanıp basılabilir. Eskiden arap harfleriyle metin dizmek çok zordu. Şimdi bilgisayar çıktı ve iş kolaylaştı. Önemli olan doğru dürüst Türkçe ve Arapça metin hazırlamaktır. Bizde Arap dünyasından gelmiş, burada ilmî çalışma ve araştırma yapan akademisyenler var. Onlardan biri veya birkaçı ile anlaşıp Türkçe metinleri Arapça’ya tercüme ettirmek mümkündür.

İslâm dini çok yüksek, mükemmel, eksiksiz, üstün bir dindir. Bu yüce dini betonarme cami binası, üç şerefeli upuzun ve pek çirkin minare, camilere konulan ışıldaklar, fırıldaklar, zırıldaklar; şadırvanlar, takunyalar, cami avlusuna yapılan helâlar, meşrutalar; hafız kursları, dinî mektepler (binalarını Müslümanların yaptığı ve idaresini laik rejimin üstlendiği), turistik Kudüs gezileri dini haline getirenler büyük zarar vermektedir. İslâm medeniyet, kültür, sanat, araştırma, dinidir. İslâm şehir dinidir. Dinî hizmet ve faaliyetler firasetle, hikmetle, vasıflı ve üstün zekayla yönetilmelidir. Böyle olduğu taktirde yenilmeyecek güçlük, aşılmayacak engel yoktur. 15 Haziran 2000