Türkiye ve Yunanistan
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
CumaSANAT tarihçisi bir hanımefendi anlattı: Okumuş ve kültürlü bir Türk, Selanik’in eski mahallelerinden birinin dar bir sokağında dolaşırken bir evden kulağına Türk musikisi ulaşmış. Susamışmış, kapıyı çalmış, açanlara “Türk musikisi çaldığınıza göre Türkçe biliyorsunuzdur, bana bir bardak su verirseniz müteşekkir olurum” demiş. İçeriye buyur etmişler, kendisine yemek yedirmişler, sohbet esnasında “Bizim mahallede çok yaşlı bir kadıncağız var. Anadolu’dan göç etmiş Rumlardan. Bir Türk gelse de Türkçe konuşsam deyip duruyor, ne olur birlikte onun yanına gidelim, kadıncağızla Türkçe konuşun da âhir ömründe onu mutlu edin” demişler. Beraberce ihtiyar kadının evine gitmişler. Kadın Türkçe konuşan misafiri görünce heyecanlanmış, çok ağlamış, onunla uzun uzun bizim lisanımızla konuşmuş. Kayseriliymiş, yâni Karaman Rumlarındanmış.
Son Yunanistan seyahatimde konuştuğum Yunanlılardan hiçbir düşmanlık görmedim. Herkes güler yüz gösterdi. Bir ara Selanik’ten İşkeçe’ye giderken yolu şaşırmıştık. Aynı istikamete giden bir otomobili durdurduk, meğerse kullanan zatın annesi Samsun Rumlarındanmış, güzel Türkçe biliyormuş, bize yolu tarif etti, yakınlık gösterdi.
Yunanistan’da Türk ve Türkiye düşmanı yok mudur? Vardır, olabilir, ancak halkın çoğunluğu böyle değildir. Onlar da insandır, onlar da misafirperverdir, onların da vicdanı ve ahlâkı vardır. Hele, 1924 mübadelesi ile Türkiye’den Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan Rumlar hiçbir vakit Türkiye’ye düşman olmamışlardır. Hâlâ Türkçe konuşanları vardır.
Peki Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginliğin kaynağı nedir? Bu gerginlik, bu kriz Atina ile Ankara’daki birtakım adamların işidir. İki ülkenin halkı birbirine düşman değildir. Yunanlı elbette Yunanlıdır. Türkiyeli elbette Türkiyelidir; arada tabiî ki farklar vardır ama düşmanlık, nefret yoktur.
Peki Batı Trakya Türklerine birtakım haksızlıklar yapılmamış mıdır? Yapılmıştır, bunlar inkâr edilemez. Ancak, madalyonun bir yüzünde Batı Trakya, öbür yüzünde İstanbul Rumları vardır. Batı Trakya’da Türk ve Müslüman varlığı devam ediyor, lâkin İstanbul’da Rum kalmadı gibi. Yüz yirmi bin İstanbul Rumu ne oldu acaba?
Yılını tam hatırlamıyorum, sanırım 1955 veya 56’da, altı Eylül’ü yedi Eylül’e bağlayan gece İstanbul’da korkunç bir facia yaşandı. Çoğu İstanbul Rumlarına, bir kısmı Ermenilere ait binlerce ev, dükkan, işyeri, kilise tahrip edildi. O gece korkunç bir terör esti İstanbul’da. Dükkanların vitrinleri tahrip edildi, içlerindeki mallar yağmalandı, evlerin kapıları kırıldı. Milletvekili olan bir Rum vatandaşın yaşlı annesinin yerde sürüklendiğini duymuştum. Tahripçilik ve vandallık o dereceye varmıştı ki, o zaman lüks ve çok kıymetli eşya olan yeni buzdolapları mağazalardan çıkartılıyor, otomobillerin dingillerine bağlanıyor ve yerlerde sürüklenerek parçalanıyormuş. Nice kiliselerin kıymetli ikonaları yağmalanıp satılmış.
Bu terörü, bu vandallığı, bu vahşeti kim tertiplemişti? Devletimiz mi? Hayır devlet böyle bir şey yapmaz. Peki, adına derin devlet denilen ve ne olduğu doğru dürüst bilinmeyen heyûlânın işi miydi bu kötülükler?
6-7 Eylül hadiselerinden sonra İstanbul Rumlarının güvenleri ve huzurları kalmadı ve Yunanistan’a göçtüler. Şu anda şehrimizdeki Rum vatandaş sayısı iki binin altına düşmüş.
Çok zengin bir Rum firması vardı: Arşimidis. Onun sahibi de, canını emniyette görmediği için Yunanistan’a gitti. Burada üç vekil bıraktı. Arada bir geliyor, vekilleriyle görüşüyordu. Sonra, Arşimidis’in sahibi o Rum, İstanbul’a yaptığı seyahatlerden birinde sırra kadem bastı. Boğularak öldürüldüğüne ve cesedinin Ambarlı tarafında bir yerde yakıldığına dair, “2000