Türkiye’de Demokrasiyi Müslümanlar Temsil Ediyor
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Perşembe
Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, protokol dışı bir davranışla AKP Genel Başkanı Erdoğan’ı Elysée sarayının merdivenlerinde karşıladı. Acaba, iktidar partisinin, milletvekili bile olmayan genel başkanına niçin bu kadar önem veriliyor, itibar gösteriliyor? Bunun zâhirdeki sebebi şudur:
AKP yâni ılımlı Müslümanlar şu anda Türkiye’de demokrasiyi, insan haklarını, hukukun üstünlüğü prensiplerini temsil ediyor.
Statükocular yıllardan beri İslâm’ın, Müslümanların, tarihî devamlılığın demokrasi ile uyuşamayacağı iddiasındaydılar. Onlara göre Müslümanın militanı, aşırısı, ılımlısı arasında fark yoktu. Türkiye’de dindarların, İslâmcıların iktidar olması ülkeyi çağdışı karanlıkların içine sokar, devlet için büyük bir tehdit ve tehlike oluştururdu.
Son seçimler büyük bir serbestlik içinde yapıldı ve Meclis’e iki parti girdi. Halk iradesi muhafazakârları, İslâmcıları, ılımlı Müslümanları tek başına iktidar yaptı. Solcu, terakkiperver, resmî ideoloji taraftarı CHP ise muhalefette kaldı. Eski koalisyonun ortağı üç parti Meclis’e giremedi.
AKP, İslâmcı bir parti midir? Bu konuda kesin bir hüküm verilemez. Müslüman olmak başka, İslâmcı olmak başkadır. Her Müslümana İslâmcı demek yanlıştır. Mesela ben, bu devrin şartlarına göre dindar bir Müslümanım, İslâm’ın hükümlerini elden geldiği kadar hayatıma tatbik ediyorum, namaz kılıyorum ama kesinlikle İslâmcı değilim. Çünkü İslâm bir dindir, İslâmcılık ise bir ideolojidir. İslâm bana yetiyor. Sanırım AKP de, tamamı olmasa bile, dindar Müslümanların çoğunlukta olduğu bir siyasî partidir. Dindar olmayanların, dinsizlerin, ateistlerin siyasî faaliyet yapmaları, parti kurmaları ne kadar serbest ve tabiî ise, Müslümanların da böyle faaliyetler yapması tabiîdir. Dindar vatandaşların parti kurmalarından, bu partinin seçimleri kazanıp iktidar olmasından tedirgin olanlar, gocunanlar samimî demokrat değildir. Demokrasinin temel değerlerinden biri eşitliktir. Siyasî faaliyet yapmak hususunda Müslümanların; Masonlar, ateistler, dinsizler, Sabataycılar kadar hür olmadığı bir yerde demokrasi ya yoktur, yahut kör topal vardır.
Bugün Batı dünyasının devlet idaresi, siyaset, dünya işlerinin tanzimi sahasında birtakım genel prensipleri bulunmaktadır. Bunları sayayım:
(1) Evrensel ve temel insan haklarına, hürriyetlerine, haysiyetlerine saygı ve bağlılık. Sadece saygı değil, aynı zamanda bağlılık, onlara uymak, onların gereğini yerine getirmek, bu hususta samimî olmak.
(2) Hukukun üstünlüğü prensibini devlet işlerinde, ülke idaresinde esas kabul etmek. Âdil olması şartıyla hukukun üzerinde başka bir güç ve otorite tanımamak.
(3) İster cumhuriyet, ister krallık olsun bütün rejimlerde siyasî iktidarın demokratik seçimlerle oluşması, yani demokrasi.
(4) Günümüzde hiçbir medenî, demokrat, insan haklarına bağlı, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş ülkede resmî ideoloji diye bir şey yoktur. Batı ülkelerinde ideolojiler özelleştirilmiştir. İsteyen inanır, istemeyen inanmaz; devletin bir ideolojisi olmaz. Çünkü resmî ideoloji ile demokrasi bağdaşmaz, bir arada yürümez.
Batı dünyasında din ve devlet münasebetleri hususunda iki sistem bulunmaktadır.
Medenî ve büyük devletler içinde gerçekten laik olan tek ülke Fransa’dır. Orada, Alsas ve Loren vilayetleri dışında, din ile devlet ayrılmıştır. Devlet din işlerine karışmaz. Dinler, kiliseler; devleti, siyasî iktidarı tenkit etmekte serbesttir. Hiçbir Fransız vatandaşı dinî inanç ve kanaatlerinden, dinî uygulamalarından, dininin hükümlerini hayata tatbik etmekten dolayı rahatsız edilmez, mahkemeye verilmez, zindana atılmaz. En büyüğünden en küçüğüne kadar papazlar, hahamlar siyasî iktidarı kınayabilir, bu kınamalarından dolayı rahatsız edilmezler.
Avrupa ülkelerinde genellikle bu sistem vardır. Mesela:
– İNGİLTERE’de hükümdar hem devletin, hem de millî Anglikan kilisesinin başıdır. Büyük Britanya kolejlerinde, sabahleyin derslerden önce öğrenciler okulun kilisesinde toplanarak ibadet ve dua ederler. Buna katılmamak için velilerin yazılı isteksizliği olması gerekir.
– İTALYA’da Papa’nın öyle bir nüfuzu ve itibarı vardır ki, geçenlerde İkinci Jean Paul İtalyan Millet Meclisi’ne tantana ile gelmiş ve tarihî bir konuşma yapmıştır.
Fransa dışındaki hiçbir Batı Avrupa devletinin anayasasında laiklik ilkesi yazılı değildir. Buna mukabil din, inanç, ibadet, inandığı gibi yaşamak konusunda çok büyük hürriyetler ve haklar tanınmış, bunlar garanti altına alınmıştır.
Laik Fransa’da bile bütün üniversitelerde Müslüman kızların başörtüsü ile okumaları serbesttir. Kolej ve liselerde bazen başörtüsü konusunda birtakım sürtüşmeler ve ihtilaflar olmakta ise de, bunlar hukukun, demokrasinin, insan haklarının ışığında âdil şekilde halledilebilmektedir.
İngiltere, Hollanda gibi son derece demokrat ve medeni ülkelerde Müslüman kız çocukları ilkokula bile başları örtülü olarak gidebilmektedir.
Almanya’da, İtalya’da Hıristiyan Demokrat partileri mevcuttur. Onlar iktidar olduğunda hiç kimse “Gericilik, çağdışılık, teokrasi…” yaygaraları ve feryatları kopartmamaktadır.
Kız çocuklarını Türkiye’de başları örtülü olarak okutamayan bazı dindar aileler Avrupa ülkelerinde kız yurtları açmışlar, çocuklarını bu ülkelerin okul ve fakültelerinde okutmaktadır.
Adnan Menderes’in iktidarını tepetaklak eden 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Türkiye’deki sivil ve demokrat cephenin lideri, Müslüman bir şahsiyet olan Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil olmuştu. Bu zat İstanbul Üniversitesi’nin anayasa hukuku kürsüsünde yıllarca başkanlık yapmış, kültürlü, gerçekten medenî, vatansever bir şahsiyetti. İhtilali desteklemediği için gözden düşmüş, bir ara tutuklanmış, sıkıyönetim hapishanelerinde çile çekmişti ama sonunda millet onu ilk serbest seçimlerde
yapmıştı.
sivil cephe tarafından cumhurbaşkanı seçilecek, devletin başına geçirilecekti, lakin birtakım güçler alnına tabancayı dayadılar,
dediler ve kendisini İsviçre’ye sürgün ettiler. Hoca orada da durmadı ve Fransızca bir kitap yayınlayarak Türkiye’de dönen dolapları dünya kamuoyuna açıkladı.
Ülkemizdeki birtakım anti-demokratik egemen şahısların ve kliklerin artık millet iradesine, demokrasiye, insan haklarına, hukuka, Türkiye’nin tarihî devamlılığına, halkımızın millî kimliğine saygı göstermeleri ve bunların gereğinin yapılmasına engel ve köstek olmaması icap ediyor. 29 Kasım 2002