ÇarşambaHaftalık “Tempo”da (Sayı: 23/704-Haziran 7-13-2001 )

“Entelektüellik Sorgulaması”

başlığıyla,

Enis Batur

ile yapılmış bir röportaj yayınlandı. Batur, aydın olmanın iki temel şartı bulunduğunu, bunların birincisinin

muhalefet

, ikincisinin de

devletten ve başka yerlerden para almamak

olduğunu söylemiş. “

Sağcı aydınlar var mı bu ülkede?”

sorusunu da şöyle cevaplamış: “Bu kavram yeni aslında. Çünkü, aydınlar muhalif olmaları gereği genelde solda bulunuyor. Sağdakiler ise değişime ayak direyen insanlar ama bu terminolojiyi gözden geçirmek gerekiyor. Sağcılar da değişim istiyor. Bir kısmının doğrudan İslâmcı hareketin içinde yer almasa bile, önemli radikal değişimler talep ettiklerini gördük. Ama önemli olan, temsil ettikleri görüşe muhalif kalabilme oranları.

Ayrıştırmak kolay değil ama bakınca Mehmet Şevket Eygi bir sağ aydın.

Bütün düşünce insanları aydın olmaz ama aydın yanları vardır.

Yaşar Nuri’nin aydın yanları da var ama bununla çelişen yanları da var.”

Batur beyin iltifatına teşekkür ederim. Ben kendime aydın demem, okur-yazar derim. Okur yazar olduğum hususunda yemin etsem başım ağrımaz. Aydın’lık büyük pâyedir, tevazuum bunu kabule manidir.

1945’ten bu yana Türkiye’de birkaç kesimde muhalefet yapılmıştır.

Muhalifler sadece solcular değildir.

Müslüman bir fikir adamı, şair, yazar, aksiyoncu olan

Necip Fazıl’ın düzene ve sisteme muhalefeti solcularınkinden hiç aşağıda kalmaz

, hattâ onlarınkinden daha radikaldir.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden

Prof. Dr. Ali Fuad Başgil

de, islâmî kesime mensup kaliteli bir muhalifti.

27 Mayıs’tan sonra zindana atılmıştır.

Gerçek aydınların devletten veya başka güç kaynaklarından para almamaları hususu gerçekten çok önemli bir maddedir.

Devlet veya başka güçler parayı, menfaati adamın kara gözü için vermez.

Karşılığında çok şeyler ister ve alır.

Aydın; kalemini, vicdanını, beynini kiralamaz, satmaz.

Benim islâmî kesimin özeleştirisini yapma meselesine gelince:

Bir İslâm var, bir de İslâm’ın karikatürleri.

Birtakım adamlar İslâm adına ortaya çıkıyor, fakat öyle lâflar ediyor, öyle işler yapıyorlar ki,

ortaya koydukları şeyin hakikî İslâm ile ilgisi yok. Sadece “ismen ve resmen”…

Biz Türkler bugün bu topraklar üzerinde varsak, bu varoluşumuzu İslâm’a, islâmî kimliğimize borçluyuz.

Türkiye’de İslâm-aksiyon, İslâm’a karşı oluş reaksiyondur.

Batıcılık, Nasyonalizm, Marksizm

,

başka ideoloji ve cereyanlar hep reaksiyondur.

Lâkin hayat sahnesinde Müslümanlar reaksiyoner duruma düşmüşler. Çünkü bilgi, aksiyon, estetik boyutları yetersizdir.

İslâm’ı temsil edecek seviyede ve güçte olmayan kişi ve zümrelerin böyle bir temsilciliğe soyunmaları ülke için büyük bir talihsizliktir.

Bazı reformist ilâhiyatçıların aydın olmaları, aydın sayılmaları mümkün değildir. Çünkü onlar,

“Temsil ettikleri görüşe muhalif olmalarının”

sebebi fikir, görüş, ideal değildir; maddî çıkarlar ve teşviklerdir. İsim vermiyorum, reformcu ve muhalif bir ilâhiyatçı doların milyonlarıyla zengin olmuştur. Bulunduğu mevkie derin devletin, rejimin destek ve teşviki ile gelmiştir. Bu sayede Karun gibi zengin olmuştur.

Bırakınız aydın olmak, öyle bir kişi samimî bir reformcu bile olamaz.

Bir bezirgan, bir arivisttir.

Memleketimizde, eskilerin

kaht-ı rical

(adam kıtlığı)

dedikleri vahim bir eksiklik var. Bizde gerçek aydınlar, büyük fikir adamları yetişmiyor.

Çetin Altan’ın dediği gibi Türkiye’nin beşerî yapısı bir şifahî toplumdur.

Üç yüz kelimelik günlük sokak ve iletişim Türkçesiyle kaleme alınmış birtakım zayıf gazete yazıları, gevezelikler. Kitap çapında fikir, kültür eseri ortaya konulmuyor. Mustafa Kemal hakkında bile bizde doğru dürüst kitap yazılmamıştır.

Türkiye hasta. Bu hastalığı inceleyen bir kitap var mı?

Amerikalılar, Kanadalılar, Avrupalılar, Japonlar bir kitap medeniyeti kurmuşlardır. Bizim medeniyetimiz ve kültürümüz lâf medeniyeti ve kültürüdür.

Geçen sene onbeş yaşındaki başörtülü bir kız öğrenci, bir bakanı pankartla protesto ettiği için tutuklandı,

kırk gün hapiste tutuldu

. Muhakemesi sonunda da

26 ay hapse mahkûm edildi.

Devletimiz

“Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi”

ne imza koymuştur. Bu sözleşmenin kendi hukukumuz, kendi kanunlarımız gibi tatbik edileceğini taahhüt etmişizdir.

Bakan protesto eden onbeş yaşındaki kız

bu sözleşmeden yararlandırılmamış, bir çocuk mahkemesinde muhakeme edilmemiştir. Türkiye’de

Emile Zola

gibi aydın ve entelektüel kişiler olsaydı neler yapmazlardı. Gülay Göktürk hanımefendinin bu konu üzerine eğileceğini ümid ediyorum.

Kendisi sağcı, bir solcuya zulmedilince hiç ses çıkartmıyor. Kendisi solcu ve ateist, bir sağcıya, bir dindara zulmedilince hiç tepki göstermiyor, aksine def çalıp oynuyor;

böyle aydın olmaz. Mazluma

(Zulme uğrayana)

din ve ideoloji farkı gözetilmeksizin yardım edilmelidir. Peygamber

“Mazlumun duasıyla Allah arasında engel yoktur”

buyuruyor.

Yirmi sekiz yıl Güney Afrika zindanlarında çile çeken

Mandela

kültür ve bilgi bakımından aydın mıydı bilmem ama onun

idealist, ahlâklı, yüksek karakterli bir dâvâ adamı olduğundan hiç şüphe etmem.

Bugün ülkemizde hem solcu, hem sağcı, hem İslâmcı cephede

tenkit ettikleri bozuk düzenin rantlarını oburca yiyen

, vicdan ve kalemlerini bozuk sisteme kiralayan veya satan bir sürü aydın müsveddesi, soytarı, entelektüel bulunmaktadır.

Herif İslâm adına ortaya çıkıyor ve sonra din rantı yiyerek, düzenin önüne attığı kemiklerden istifade ederek kısa zamanda Karun gibi zengin oluyor, yüz milyonlarca dolarla oynuyor. Bu herif ne iyi bir Müslümandır, ne de aydın veya vatanseverdir.

Bu memlekette ilmi, irfanı, bilgiyi, kültürü, ahlâkı, fazileti, sanatı, estetiği yıkanlar, kendilerini aydın gibi gösteren aydın karikatürleridir. Onların içinde vatan, millet, ideal, haksızlıklarla mücadele yüzünden hapse giren kaç kişi vardır? Ucuz bir edebiyat yaparlar ve keyflerine bakarlar. Yalçın Küçük’ün inanç, görüş ve fikirleri benimkilerle uyuşmaz ama idealleri uğrunda çile çeken bir kişi olduğunu inkâr etmek mümkün müdür? Aydın kaliteli bir insandır. Bilgi, ahlâk, aksiyon, sanat, estetik… her sahada kaliteli.

Fahişelik sadece bazı bedbaht kadınların vücutlarını satarak para kazanmaları, geçinmeleri değildir. Her mesleğin, her sahanın fahişeleri vardır. Politikanın, medyanın, kültürün, sanatın….

İsterse Harvard’tan birincilikle diploma almış olsun; on parmağında on mârifet ve hüner bulunsun,

bir arivist asla aydın olamaz.

Türkiye gerçek aydınlara muhtaç. 14 Haziran 2001