Perşembe

 

Özal’la ilgili bir menkabe: Doğu taraflarında büyük bir bürokratı telefonla aramış. Bürokrat o esnada voleybol oynuyormuş. “Sizi Başbakan arıyor” demişler, umursamaz bir ifade ile, “Ben sonra kendisini ararım…” demiş. Sonra etrafına gururla bakınmış, “İşte ben ülkenin Başbakanına bile böyle yaparım…” dercesine.

Büyük bürokrat o günün akşamı emekli edilmiş…

Başbakanın, bakanların, hukukun sınırları içinde otoriteleri olmalıdır. “Davul bizde ama tokmak başkalarında” edebiyatı ile iktidar ve hükümet olunamaz.

Başörtüsü nedir?.. Bütün medenî, ileri, demokrat, hukukun üstünlüğünü ve temel insan haklarını tanımış ülkelerin kabul ettiği bir kıyafettir.

Eğer Müslüman bir ülkenin başbakanı, bakanları, Meclis başkanı başları örtülü hanımlarını birtakım resmî toplantılara getiremiyorlarsa…

Yine Başbakan ve bazı bakanlar başları örtülü kız çocuklarını kendi ülkelerinde okutamıyor, yabancı ülkelere göndermek zorunda kalıyorlarsa…

– Gülelim mi ağlayalım mı? Müslüman bir ülkenin Başbakanı başı örtülü kız çocuğunu kendi ülkesinde okutamadığı için Hıristiyan bir ülkeye göndermek zorunda kalmıştır. Müslüman bir çoğunluğun oylarıyla seçilip iktidar olmuş bir hükümet dindar Müslümanların kız çocuklarının okullara ve üniversitelere tesettür kıyafetiyle gitmesini sağlayamıyorsa…

O memlekette iki iktidar var demektir: Biri seçimlerle iş başına gelen ve davulu teslim alan iktidar; diğeri onun üzerinde olan, davulun tokmağını elinde bulunduran derin veya üst iktidar.

Bu memleketin, halkın, devletin acilen bir “Din-Devlet Barışına” ihtiyacı vardır. Din sosyal ve kültürel büyük bir güçtür; bir ülkede bu güç ile devlet kavgalı, çekişmeli olursa orada işler rast gider mi?

Din ile devletin barışık, uzlaşmış olması, ülke ve halk yararına iş birliği yapması sakıncalı mıdır? Demokrasiye aykırı mıdır?.. Tam aksine demokrasiye uygun olan; devlete, millete, vatana yararlı olan bu uzlaşma ve işbirliğidir. Peki siyasi iktidar böyle bir uzlaşmayı, böyle bir barışmayı, böyle bir işbirliğini niçin sağlayamıyor?

Ona bu konuda niçin izin verilmiyor?

Niçin bu ülkede bazı güçler çare ve çözüm yerine çaresizlik ve çözümsüzlük arıyor?

Niçin bütün medeni dünyada din ile devlet barışık ve uzlaşmış iken bizde birtakım güçler gerginlikten, kopukluktan yanadır?

Bütün medeni ülkelerin bir tek tarihi vardır da bizim niçin iki tarihimiz; bir ideolojik resmi tarih, bir de gerçek tarihimiz vardır ve gerçek tarih niçin üvey evlat muamelesi görmektedir?

Her ülke edebi-yazılı zengin lisanını geliştirmek için çalıştığı halde bizde niçin yazılı Türkçe yozlaştırılmış, horlanmış, kuşa çevrilmiştir?

Her ülke, her millet, her devlet kendi milli geleneksel sanatlarını koruduğu, geliştirdiği halde bizde bu sanatlar unutturulmaya çalışılmakta; bale gibi yabancı sanatların revaç bulması için çırpınılırken kendi öz millî sanatlarımız dışlanmaktadır?

Demokrasinin ve hukukun üstünlüğü prensibinin vatanı olan İngiltere’de ilkokuldan üniversiteye kadar bütün Müslüman kızlar başörtülü olarak okuyabildikleri halde bizde niçin İmam-Hatip okulları ve ilahiyat fakültelerinde bile başörtüsü yasağı terörü uygulanmaktadır?

Hıristiyan bir ülke olan Hollanda’da Türkiyeli Müslümanların bir “İslâm Üniversitesi” açmalarına izin verilmiş olduğu halde, böyle özel bir üniversitenin İslâm ülkesi Türkiye’de açılmasına niçin izin verilmemektedir?

Bırakınız Türkiyeli Müslümanlara böyle bir izin verilmesini; bizim derin ve ideolojik üst-devletimiz, elinden gelse, gücü yetse Rotterdam’daki üniversiteyi kapattırır.

Dünyanın hiçbir medeni ülkesinde din, inanç, düşünce, görüş, tenkit suçu diye bir şey kalmamıştır. Ancak Türkiye’de hâlâ vatandaşlar, gazeteciler, yazarlar, fikir adamları düşünce ve yazılarından dolayı olağanüstü mahkemelerde muhakeme edilmektedir. (Fransa’da Garaudy, İsrail ve Siyonizm ile ilgili bir kitabından dolayı mahkemeye verilmiştir. Batı’daki bu istisnayı kaydetmek gerekir. Fransa’da her şeyi tenkit etmek, kötülemek serbesttir ama Yahudileri tenkit etmek suçtur; antisemitizmi yasaklayan anti-demokratik kanun vardır orada.)

Türkiye’deki sosyal, siyasî, kültürel müzmin krizin sorumlusu Türkiye devleti, Türkiye Cumhuriyeti değildir. Bazıları orduya dil uzatıyor, ordumuzun da suçu ve kabahati yoktur. Bütün bunları devlet ve Cumhuriyet yapmıyor; kendilerini devletle, Cumhuriyetle özdeşleştirmiş gizli ve güçlü görünmez bir iktidar yapıyor.

Ülkemizin bu sıkıntılardan kurtulması için öncelikle yapılması gereken değişiklikler şunlardır:

1. Kesinlikle, yüzde yüz hukukun üstünlüğü prensibi siyasete, hayata, iktisadiyata uygulanacak,

2. Kanunlar ve hukuk âdil olacak, halkımızın kimliğine, tarihî devamlılığımıza uygun olacak,

3. Devletin ve Cumhuriyetin resmî ideolojisi olmayacak,

4. Tarihî ârızalar ve kazalar tâmir edilecek; tarihî ârıza çizgisinden tarihî devamlılık çizgisine geçilecek,

5. Yazılı-edebî-zengin Türk lisanı üzerindeki ideolojik ve maksatlı baskılar kaldırılacak; medeniyetin, ilerlemenin birinci âlet ve vasıtası olan bir dile sahip olunacak. Bunun için de, vaktiyle 1950’de Demokrat Parti iktidarının yaptığı gibi 1920’lerin Türkçesine dönülecek; okullarda, üniversitelerde bu zengin ve gelişmiş lisan öğretilecek,

6. Okulların ve üniversitelerin eğitim seviyesi uluslararası standartlara uydurulacak, ideolojik eğitime ve ideoloji fideliği üniversitelere son verilecek,

7.Millî kimlik, millî kültür, millî kişilik korunacak, yaşatılacak, geliştirilecek,

8. Sabataycılıktan ve Sabataycılardan kaynaklanan baskılar, tabular, yasaklar kaldırılacak; devlet, Cumhuriyet, siyaset, hukuk, kültür Sabataycıların hegemonyasından arındırılacak,

9. Şu anda ülkemizde kokuşma, soygun, talan, devleti ve belediyeleri hortumlama; planlı, sistemli, örgütlü hale gelmiştir ve birinci “iş” sektörü haline gelmiştir. Bu pisliğin mutlaka temizlenmesi gerekir.Binlerce büyük yolsuzluk dosyası derin devletin soğuk hava depolarında büyük bir gizlilik içinde bekletilmektedir. Hukuk, adalet, sağduyu, vatanseverlik, millî menfaatlerimiz bunların hepsinin işleme konulmasını ve suçluların cezalandırılmasını gerektirdiği halde bu niçin yapılmamaktadır? Son onbeş yıllık tarihimizde bütün büyük pisliklerin ucu iki büyük, kodaman, kocaman adama ulaşmaktadır. Bu iki adam halen serbesttir, şan u şeref içinde beyanlarda bulunmaktadır. Bunların ve öteki önemli soyguncuların, soygunu teşvik ve himaye edenlerin mutlaka adalete verilmesi ve cezalandırılması gerekmez mi? Başörtülü kızlara karşı bu kadar sert olan derin devletimiz bu hırsızlara niçin bu kadar tolerans gösteriyor?

10. Büyük medya ülkemizin bir numaralı gücü olmuştur. Medyadaki tekelleşme, kartelleşme kırılmalıdır. Bugünkü medya hürriyetinden sadece on kadar çok büyük para-babası yararlanabiliyor.Geri kalan vatandaşlar onların yayınladıkları gazeteleri okumaya mahkum ve mâruzdur. Böyle basın hürriyeti olmaz. Büyük medya mafyalaşmıştır, bankalaşmıştır, holdingleşmiştir. Arada bir babalar arasında çıkan kavgalarda ortaya bir sürü pislik dökülmektedir.Böyle bir basın Türkiye’yi batırır. Ülkenin, devletin ve halkın yararına basında temel değişikliklere gidilmeli, medya demokrat hale getirilmelidir. 05 Eylül 2003