Türkiye’den Niçin Aydın Çıkmaz?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Cumartesi
TÜRKİYE aydın yetiştiremiyor. Dilimiz alışmış, aydın diyoruz ama o sıfatı verdiklerimizin büyük çoğunluğu aydın değil. Onlar okuryazar (okur-yazar bile değil bence, çünkü İslâm yazısıyla Türkçe okuma yazma bilmez yüzde doksan dokuzu), yüksek tahsilli, diplomalı adamlardır.
Aydın olabilmenin birinci şartı, kendi ana lisanını, edebî-yazılı seviyede iyi bilmektir. Bu, ilk ve ön şarttır. Fuzulî’yi okuyamıyor, okusa da anlayamıyor, biraz anlasa bile haz ve zevk alamıyor. Böyle bir adamın veya kadının Türkiye’de aydın olması mümkün mü?
Bizdeki okuryazarların birçok boyutu yoktur. Meselâ din ve tasavvuf boyutuna sahip değildirler. Renk körü olan adam dünyayı kurşunî görür. Siyah beyaz fotoğraf veya filim gibi. Renkleri görmediği, algılamadığı, tefrik etmediği için de, renk gerçeğini, renk boyutunu inkâr eder. Hatta, Don Kişot’laşır ve renklere savaş ilan eder. Bizdeki solcu, ateist, inkârcı, materyalist okur-yazarların, diplomalıların çoğu böyledir. Nâdiren, ateist-inançsız olduğu halde dine, inanca, inananlara saygılı olanlar vardır ama onlar çok azdır. Yok gibidir.
Aydın kimdir? Bunun tarifini yapmak zordur. Böyle bir tecrübeye girişmek istemem.
Çok zeki, çok kabiliyetli, süper okumuşlar aydın mıdır? Kesinlikle değildir. İnsan parlak diplomalara sahip olmakla, çok lisan bilmekle, geniş bir kültüre sahip olmakla aydın olamaz. Aydında bilgi, aksiyon ve estetik boyutların çok ahenkli bir şekilde içiçe olması gerekir.
Yazık ki, Türkiye son üç çeyrek yüzyılda dünya çapında aydınlar yetiştiremedi. Romancı, mimar, musikişinas, filozof, hümanist, hukukçu da yetiştiremedi. Hukukçu derken, hukuk fakültesi mezunlarını kasdetmiyorm elbette; hukuk mimarlarını kasdediyorum.
Bizim bir Sibolius’umuz var mıdır yirminci asırda. Bizden bir Aalto çıkmış mıdır? Türkiye kendi Nelson Mandela’sını yetiştirebildi mi? Rahibe Tereza’mız oldu mu? Bir Türk Albert Schweitzer’i var mıdır?.. Necip Fazıl boşuna söylememiş: “Gir de bir bak ülkeme / Başsız başsız adamlar.”
Türkiye’nin kültürü her geçen gün biraz daha şifahîleşiyor. Bizim eğitimimiz dünya standartlarına göre, zekâ özürlüler seviyesindedir. Başka nasıl olsun? Lise bitirme imtihanları yok, bakalorya (olgunluk) imtihanları yok. Ders kitapları berbat, tedris kadroları son derece kalitesiz ve yetersiz (istisnalar olabilir), okulların hali yürekler acısı, eğitimin bir felsefesi yok.
Soruyorum: Son elli sene içinde, kitapları yabancı dillere çevrilen ve dünyaca takdir gören bir mütefekkir (düşünür), filozof, büyük kafa yetiştirebildik mi? Bizdeki sözde fikir eserleri İngilizceye, Fransızcaya, Almancaya tercüme edilse, o ülkelerin bibliyografyacıları bunları kara mizah türüne sokar tasnif ederken.
Bol miktarda haşarat yetiştirdik. İt, uğursuz, serseri, hokkabaz, soytarı, şarlatan, hırsız, dolandırıcı, soyguncu, talancı, üçkâğıtçı…
Ben Aziz Nesin gibi Türklere, Türkiyelilere geri zekâlı, ahmak demem. Demem ama bizdeki sistem en akıllı çocukları bile birkaç sene zarfında sersem ve ahmak yapmakta çok başarılıdır.
Makamı, mevkii, parlak diplomaları, yaşı, birikimi, kariyeri olan herifin biri çıkıyor ve “Laiklik olmazsa, demokrasi de olmaz” diyor. Be dangalak, İngiltere laik değil ama demokrasinin beşiğidir. Nasıl oluyor?
Adam yüksek mevkilere çıkmış ama lise tahsili esnasında felsefe, psikoloji, mantık, metafizik, estetik, sosyoloji okumamış. Siyaset, hukuk, medeniyet, kültür, sanat hakkında kendi işkembesinden bir sürü hükümler çıkartan bu adamın söylediklerinin yüzde altmışı yalan, hezeyan, palavra, boş laf. Lakin ona laf anlatmak mümkün değil.
Medyamızda yüzlerce köşe yazarı var. Hergün bir sürü cevher yumurtluyorlar. Demokrasi, birinci cumhuriyet, ikinci cumhuriyet, laiklik, uygarlık, kemalizm, yobazlık, ortaçağ karanlığı, aydınlık… Aman ya Rabbi, bu ne korkunç aşure. Bu yazıları okuyanların bir kısmı çok memnun. Üstad döktürmüş, ne de güzel söylemiş… Bir kısmı ise kızgın ve kırgın. Yahu bu herif neler sayıklıyor… Peki bunca söylenenin ve yazılanın hangisi doğru, ipe sapa gelir, hangisi yanlış ve hezeyan…
Türkiye’de kaliteli düşünce çok az ama düşünce suçu var. Bazı yazarlar, bazı düşünürler aykırı fikirler ortaya koyarsa onlara ceza veriliyor.
He şeyin üstünde bir resmî ideoloji var. Adına Kemalizm diyorlar ama bu ideolojinin Mustafa Kemal ile pek alakası yok. Zaten şimdi herkes Kemalist. Sağcı Kemalist, solcu Kemalist; görüşleri birbirine tamamen zıt kimseler hep Kemalist. Nasıl oluyor bu?
Peki Kemalizm nedir? Altı oktan sağlam kaç ok kaldı?
Masonların hepsi şimdi su katılmadık Kemalist. Nasıl oluyor bu iş? Atatürk 1935’te Mason localarını kapattırmamış mıydı? Bir mason, samimî Atatürkçü olabilir mi? Benim aklım ermiyor, biri çıksa da bu konuda beni aydınlatsa.
Tasavvuf tarikatlarını, tekke ve zaviyeleri kapatmak Atatürk inkılabı oluyor da, Mason localarının kapattırılması niçin olmuyor?
Her neyse konuyu değiştirelim…
Adam Marksist, komünist. Üstelik de çok okumuş, çok zeki bir kişi. Peki bu adam Kuzey Kore ile Güney Kore arasındaki farkları görmüyor mu? Marksist, Stalinist, komünist Kuzey Kore niçin çok ama çok berbat bir durumda? Niçin orada milyonlarca insan açlıktan öldü son birkaç yıl içinde? Marksizm, sosyalizm, komünizm liberalizmden daha iyi olsaydı, Kuzey Kore’nin Güney Kore’den daha ileri, daha müreffeh, daha zengin, daha mutlu olması gerekmez miydi?
Akıllı adamın biri biyoloji sahasında ihtisas yapmış. Pire hakkında bin sayfalık ilmî bir monografi yazmış. O minicik pirenin dolaşım sistemini, beynini, gözlerini, kalbini öyle bir incelemiş ve anlatmış ki… Ama bu adam ateist olduğu için pirenin Yaratacısını inkar ediyor. A basiretsiz! Kitabı sen yazdın, peki pireyi kim yarattı?
Öfff! Türkiye’yi çok seviyorum ama bu memlekette yaşamak çok zor. Geçen gün namazdan çıktıktan sonra cami avlusunda tahsilli ve kültürü olmayan bir Müslüman ayaküstü bana onbeş dakika siyaset dersi verdi. Kendisi küçük bir esnafmış. Be mübarek, sen küçük ticaretinle meşgul olsan, dinî vazifelerini ve ibadetlerini yapsan, aklının ermediği işlere burnunu sokmasan olmaz mı? 16 Eylül 2001 Pazar