Salı

Güçlü, vasıflı, iyi bir siyaset ve stratejide bütün ihtimaller, bütün şıklar gözönüne alınır.

Şu andaki Türkiye’nin durumunu gözönüne alalım. Acaba onun önünde kaç ihtimal, kaç şık, kaç senaryo vardır?

Bunları 360 derecelik bir ufuk genişliğine sahip beyinler tesbit eder. Her ihtimal üzerinde durulur.

Bunların gerçekleşme ihtimali yüzde kaçtır?..

1960 baharında merhum Adnan Menderes,

bakış ve görüş mesafesini kısaltan ve daraltan koyu duman rengi gözlüklerini çıkartıp,

Türkiye’yi ve kendisini bekleyen senaryoları düşünseydi, bu konuda raporlar hazırlatsaydı, belki de o feci âkıbete uğramayacaktı.

Böyle bir şey yapmadı. “Efendim, durum çok karışık, sizi devirmek ve mahv etmek için bir darbe yapılabilir…” diyen bir kişi çıksaydı, bu kehaneti ona çok pahalıya mal olabilirdi.

“Milletin çoğunluğu bizi seçti… Biz meşru iktidarız… Bize kimse bir şey yapamaz… Kuruntuları ve paranoyakça kehanetleri bırakınız… Herkes işine baksın…”

Adnan Menderes’i işte bunlar yakmış ve yıkmıştır. Bizans ve Osmanlı devletlerine mekân olan bu coğrafya bir entrikalar toprağıdır.

Sultan Abdülhamid,

müvesvis

(kuruntulu, şüpheci)

olmakta ne kadar haklı imiş. Bu sayede 33 yıl dayandı.

Olmasaydı üç yıl saltanat süremezdi. Keşke 10 yıl daha tahtta kalabilseydi de, devletimizin çökmesi ve parçalanması önlenebilseydi.

Malaparte

“Hükümet Darbesi Tekniği”

kitabında şu kuralı ortaya koyar:

Usulüne uygun, iyi bir şekilde hazırlanan ve gerçekleştirilen her darbe başarılı olur ve gerekli önlemleri alan her iktidar kendisine karşı yapılan darbeyi önleyebilir…


“Halkın büyük çoğunluğu bizi seçti, binaenaleyh hiçbir güç gayr-i meşru şekilde deviremez…”

Pöh!..

“Vazifemizin başındayız, herkes işine baksın, telâş ve heyecana lüzum yoktur…”

26 Mayıs 1960’ta Adnan Menderes iktidarı da böyle söylüyordu…

1960’ta Menderes iktidarı gafil avlandı diyelim. Aradan yarım asra yakın bir zaman geçmiştir. Bir değil, birkaç acı tecrübe yaşanmıştır. Gafil avlanma mâzereti artık kesinlikle geçerli değildir. Siyaset ve strateji satrancını çok iyi oynamak gerekiyor. Ben ben ben ben diyenler bunu yapamazlar…

Kuyruklarına kabak bağlamış olanlar çevik hareket edemezler… Mal, zenginlik, menfaat ihtirasları… Benlik, şan şöhret, makam mevki hastaları…

Bu ihtiras ve hastalıklarla gözleri perdelenmiş, kulakları tıkanmış, kalpleri mühürlenmiş, vicdanları nasır bağlamış olanlar… Bunlar önlerini göremezler.

Ayda birkaç bin dolara kiralanmış kişiler gerekli uyarıları yapamaz.

Şimdi herkes çok kişi soruyor:

– Önümüzdeki seçimler yapılabilecek midir?

– Bu korkunç kasırga içinde gemi selâmetle yol alabilecek midir?

– Türkiye bu büyük ve derin krizden en az zararla çıkabilecek midir?

Sihirli bir kelime ve kavram var:

Uzlaşma…

Bugünkü aktörler uzlaşma ahlâkına sahip midir? Benliğinden, ikbalinden, çıkarından başka bir şey düşünmeyenler uzlaşmanın gerektirdiği karşılıklı feragat ve fedâkarlığı gösterebilir mi? İliklerine kadar entrika dolu kişiler sosyal barışı, toplumsal uzlaşmayı sağlayabilir mi? Ülkemizdeki korkunç kültür kopukluğu tâmir edilebilir mi? Nereye gidiyoruz?..Ne olacağız?..

haber5.com

sitesi


Yeni bir günlük internet haber/yorum sitesi kurulmuş bulunuyor, haber5.com adlı bu siteyi görmenizi tavsiye ediyorum.

Hiçbir kurum veya kuruluşla ilgisi olmayan haber5.com’u tebrik eder, hayırlı başarılar dilerim.

Haber5, Vakit gazetesinde gerçek solculardan (sahteleri çok!)

Mihri Belli

ile yapılmış röportajı iktibas etmiş. Bu röportajı (28 Mayıs 2007) mutlaka okumanızı rica ederim. Bu zatla inanç ve görüş bakımından paralelliğimiz yok ama onun dürüstlüğünü ve açık sözlülüğünü kabul etmemek mümkün değildir. Bu röportajda Harf/Alfabe devrimini tenkit ediyor, “Ben hâlâ yazılarımı Arap harfli Osmanlıca yazarım. Ben, Arap harflerinin daha zor öğrenildiğine de inanmıyorum…” diyor.

Sağlıklı Yaşamak İslâm Tıbbı

Bir Müslüman sağlıklı yaşamak, hastalıklara yakalanmamak, yakalandı ise kurtulup şifa bulmak istiyorsa İslâm tıbbının prensiplerini, emirlerini, yasaklarını hayatına tatbik etmelidir. Bunların önemlilerini, maddeler halinde sıralıyoruz:

(1) Acıkmadan sofraya oturmamak, doymadan kalkmak, (2) Midesini üçe ayırmak: Birini yemekle, birini su ile doldurmak, birini boş bırakmak. (3) Ağır, pahalı, lüks yemekleri az yemek. Genellikle ucuz, yavan, mütevâzı gıdalar almak. (4) Hiç elenmemiş buğday unundan yapılmış kepekli doğal ekmek tüketmek (Bembeyaz ekmek yiyenler uzun vâdeli intihar etmiş olurlar). (5) Aromalı, boyalı, kimyalı, koruyucu maddeli (sun’î gıdalar) tüketmemek. (6) Beğenilmeyen, tercih edilmeyen sebzelerin ve meyvelerin şifa kaynağı olduğunu bilip onları da tüketmek (Şalgam, börülce, ebe gümeci gibi…) (7) Mümkün olduğu kadar az şeker tüketmek… (8) Soğukta sıkılmış tabiî zeytinyağı kullanmak. (9) Çörekotu, pişmiş sarımsak, çeşit çeşit baharat kullanmak. (10) Kırmızı eti azaltıp balık ve tavuk yemek. (11) Bol bol lahana tüketmek (Her derde devadır). (12) Hassaten biberiye (romaren) adlı kekiğe benzer otu yaş ve kurutulmuş olarak tüketmek. (13) Kaşığı ile yediren sapı ile göz çıkartan, çeşitli yan tesirleri olan, vücudu zehirleyen kimyevî ilaçları zaruret olmadıkça kullanmamak. (14) Bulabilirse saf ve tabiî bal yemek. (15) Ölü su içmemek, şifalı ve canlı su içmek… Şu husus hiç unutulmamalıdır: İnsanın yaratılışına uygun bir yeme içme ile kendimizi birçok hastalıktan koruyabiliriz. Yediğimiz her şey hem gıdadır, hem de ilaç ve şifadır. İslâmî ve doğal tıbbın genel kurallarından biri de “Azı faydalı olan şeyin çoğunun zararlı olduğu” gerçeğidir. Kararınca yenilen bir yemek kişiye gıda, şifa ve sağlık verir. Aynı şey aşırı miktarda tıka basa yenilirse zarar verir, sağlığını bozar, hasta eder, hatta zehirler. 30 Mayıs 2007