Türkiye’nin Önünü Açacak Çareler, Çözümler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 31 Aralık 2018
Cuma
Salı akşamı Ebüzziyafe Şevket beyin dergâhına gittim. Değerli misafirler vardı. Profesör Korkut Özal da geldi, bermutad yemek yenildi, çaylar içildi ve gayet faydalı bir sohbet yapıldı. Korkut bey, Türkiye’nin bugünkü vesayet demokrasisinden gerçek demokrasiye geçmesi için birtakım önemli çareler, çözümler, teklifler sahibidir. Bunları konuştuk.
BİRİNCİSİ: Milletvekili seçimlerinde dar bölge sistemine geçilmesi. Her bölgeden bir milletvekili seçilecek, adaylar seçimden önce seçmenleriyle görüşecek, evleri ziyaret edecek. Böylece, halk körü körüne parti listesine oy vermeyecek. Bugünkü sistemde, seçmenler yani halk, parti genel başkanının merkezde hazırladığı listelere oy veriyor. Milletvekilleri, bugün genellikle halkın değil, parti liderinin vekilleri oluyor. Bu durum, kuvvetler ayrılığı prensibini de zedeliyor. Yürütme, yasama (Meclis) erkini kontrolü altına alıyor.
İKİNCİSİ: Başkanlık sistemine geçmek. ABD’de, Fransa’da olduğu gibi. Devlet başkanını doğrudan doğruya halk seçecek…
ÜÇÜNCÜSÜ: Devletin küçülmesi. Savunma, dışişleri, maliye ve daha birkaç konu dışında hizmetlerin sivil topluma devr edilmesi. Sayısı iki buçuk milyon olan devlet memur ve işçilerinin 10’da bire indirilmesi,
DÖRDÜNCÜSÜ: Eğitim ve üniversiteler üzerindeki devlet/rejim baskısının kaldırılıp, bu hizmetlerin tamamının sivil topluma bırakılması, özelleştirilmesi.
BEŞİNCİSİ: Savcıların halk tarafından seçilmesi. Eskiden savcıya müddeiumumî deniliyordu, yani âmmenin/toplumun/halkın adına iddiada bulunan kişi, toplumun menfaatlerinin savunucusu. ABD’de savcılar, şerifler (polis müdürleri) halk tarafından seçiliyor, denetleniyor.
O gece daha çok konular konuşuldu, gerçekten önemli çarelerin, çözümlerin üzerine parmak basıldı. Keşke, bunlar derlenip toparlanıp, yazıya geçirilip bir broşür halinde yayınlansa. Aydınlarımız, okur yazarlarımız, halkımız, bilhassa gençliğimiz bunları bilmeli ve tartışmalıdır.
Bizde iktidarlar, mevkilerini ve güçlerini kaybetmek istemezler. Tûl-i emel meselesi. Başa geçti ya, hep başta kalmak ister. Eskiden padişahlara sunulan arızalarda “Tanrı sultanımızın saltanatını âhir zamana kadar sürdürsün…” şeklinde dualar edilirdi. İnsanoğlu fâniliğini düşünmez, yükseklere çıkınca başı döner ve saltanat ve hâkimiyet tahtında devamlı kalmak ister.
Merhum Adnan Menderes, “Ben kendime sabık (eski) başbakan dedirtmem…” şeklinde bir söz sarf etmişti. Onu birkaç söz yakmıştır. Biri işte bu sözdür. Diğer ikisi, Demokrat Parti Meclis grubundaki bir konuşmada mebuslara (milletvekillerine hitaben) “Arkadaşlar!.. Millet size vekâlet vermiştir, isterseniz Hilâfet’i bile geri getirebilirsiniz…” demiş olmasıydı… Antalya’da ve İzmir’de “Bu memleket Müslümandır, Müslümanlığın bütün icapları yerine getirilecektir…” demişti. Bazı dinsiz gazeteciler ve politikacılar o zaman,
diye yaygara kopartmışlardı,
Yakın tarihimize bakalım: Güçlü iktidarlar, ellerine fırsat geçmişken, mutlaka yapmaları gereken ve yapabilecekleri birtakım köklü reformları yapmamışlardır.
Bugünkü iktidar, her fırsatı ve imkânı değerlendirerek, köklü reformlar yapmalıdır. Bunları yapmazsa, idare-i maslahat siyaseti ile vakit kayb ederse hem devlete, hem ülkeye ve halka, hem de kendisine yazık olacaktır.
Türkiye’nin düze çıkması için Tevhid-i Tedrisattan vaz geçmek gerekir. Birçok medenî ülkede olduğu gibi eğitim hizmetleri halka, sivil topluma bırakılmalıdır. Halkın gücünün yetmediği yerlerde devlet bu işi yapabilir ama eğitim üzerinde devlet tekeli kurmak ülkeyi vasıfsızlığa ve (insan açısından) verimsizliğe götürür.
Eğitim üzerindeki resmî ideoloji baskısı mutlaka kaldırılmalıdır. Fransa gibi laik bir ülkede bile Katolik okulları var, bunlarda papazlar ders veriyor ve devlet bu okullara kendi bütçesinden yardım yapıyor. Böyle Katolik okulları bizde de mevcut. Meselâ İstanbul Karaköy’de Saint Benoît lisesi. Mektep binasına bitişik kocaman kilisesi bile var. Harbiye’deki Nötre Dame de Sion Katolik kız okulunun avlusunda kocaman bir kilise heykeli bulunmaktadır. Katoliklere tanınan hürriyet niçin Müslümanlara tanınmıyor? Müslümanlar da, mesela bir “Mevlânâ Celaleddin Rumî” özel okulu açsınlar ve orada bu ülkeye, bu millete, bu devlete, bütün insanlığa hizmet edecek vasıflı, güçlü, bilgili, kültürlü, yüksek ahlâk ve karakterli nesiller yetiştirsinler.
Türkiye bütün olumsuzluklara, kösteklemelere, çelmelere, sabotajlara rağmen bazı sahalarda çağ atladı. Mesela 2007’de 100 milyar dolardan fazla ihracat yapıldı. Turist sayısı 20 milyonu buldu. Tabiî, bu rakamlar yeterli değildir. En az 250 milyar dolar ihracat yapılması gerekir. Sadece turist sayısı fazla bir şey ifade etmez. Ülkeye ne kadar döviz bırakıyorlar, onu da hesaplamak gerekir. Yirmi milyon “ucuz” turist geleceğine, on milyon “zengin ve paralı” turist gelsin daha iyi…
Köstekli, bukağılı, lâleli vesayet demokrasisi ile geleceğimiz parlak değildir. Türkiye’nin önünün açılması gerekir. Hazırlanan yeni anayasa taslağı bir idare-i maslahat metni olursa ümitler boşa gidecektir. Bugünkü iktidar, ülkemizin muhtaç olduğu liberal ve millî bir anayasayı hazırlayacak niyete, güce, cesarete, azme sahip midir? Göreceğiz?
İktidarlar için en büyük tuzak ve zehir, “İktidarda hep biz olalım. Önümüzdeki seçimi de biz kazanalım. Ondan sonrakini de, daha sonrakini de… Hep biz, hep biz, hep biz… Biz biz biz…” Böylece hem kendilerini, hem devleti, hem ülkeyi yakarlar, geri bırakırlar.
İngiltere, İkinci Dünya Savaşı’ndan galip çıktıktan sonra, halk başbakan Churchill’e seçimlerde oy vermedi, onu iktidardan düşürdü. Böyle şeyler demokrasinin cilvelerindendir. Binaenaleyh hiçbir başbakan
gibi büyük lâflar etmemelidir.
Şu anda Türkiye’nin en büyük meselesi şu veya bu şahsın en yüksekte olması değil, birinin ve birilerinin mutlaka yapılması gerekli reformları yapmasıdır.
Cumhuriyetimize gölge düşüren; devletimize, ülkemize, halkımıza zarar veren bütün yüklerden ve kösteklerden kurtulmalıyız.
Kanun devletinden, hukuk devletine geçmeliyiz. Resmî ideoloji yerine insan haklarını ikame etmeliyiz. Vesayet demokrasisinden gerçek demokrasiye geçmeliyiz. Devleti küçültüp hizmetlerin çoğunu sivil topluma vermeliyiz. Birtakım gizli, güçlü, iki kimlikli lobilerin ve azınlıkların Türkiye’yi bir sömürge gibi görmelerine son vermeliyiz. Rejim ile Din arasındaki bitmez tükenmez müzmin gerginliği bitirmeli, bu iki gücü (Fransa’da olduğu gibi) işbirliği yapan, birbirleriyle barışık iki güç haline getirmeliyiz.
Aydınlarımız, yazarlarımız, düşünürlerimiz fikirlerinden dolayı baskıya ve zulme uğramamalıdır. Şiddet ve hakaret içermeyen düşünce ve yazılar yüzünden kimse mahkemeye verilmemeli, hapse atılmamalıdır. Mason locaları ne kadar serbeste, İslâmî müesseseler de o derecede serbest ve hür olmalıdır.
G. Y.’ler Müslüman çoğunluk üzerinde baskı yapamamalı, onları korkutmamalıdır. Birileri,
diye yaygara kopartıyor. Bıraksınlar bu yaygaraları, gelsinler hep birlikte Türkiye’mizi İngiltere’ye, Norveç’e, İsviçre’ye veya Finlandiya’ya benzetmek için çalışalım. 05 Ocak 2008