Pazartesi

Türkiye’nin bi’l-irs ve’l-istihkak hakikî sahipleri olan biz Müslümanlar büyük zulümler karşısındayız. Lafı uzatmadan, bugünkü yazımda bu zulümleri sıralamak istiyorum.

Birinci Zulüm:

Biz Müslümanların kendimize yaptığımız zulümlerdir. Bunları anlatmak için büyük bir kitap yazılması gerekir. Evet biz kendimize zulm ediyoruz. Hem de feci ve acımasız şekilde. Allah ile ezelde, Elest Bezmi’nde yapılmış bir ahd ü misakımız vardır, ona riayet etmiyoruz. Resûl-i Kibriya Fahr-i Kâinat aleyhi ekmelüttahiyyat efendimize, Kelime-i Şehadet’in ikinci cümlesiyle biat etmişiz. Ona da hakkıyla riayet etmiyoruz.Allah bize, Peygamber’i vasıtasıyla Din ve Şeriat göndermiş, onların kurtarıcı hükümlerine de uymuyoruz. Dinî emir ve yasakları hafife alıyoruz. Allah bize hudut (sınırlar) koymuş, onları çiğniyoruz. Helâl ve mübah olan şeylerle yetinmiyoruz, haram ve münker işlere bulaşıyoruz. Nice Müslüman var ki, yeryüzünde fitne, fesat, isyan ve tuğyana sebebiyet veriyor. Bize çok zulüm ediliyor ama bunların en büyüğünü biz yapıyoruz kendimize.

İkinci Zulüm:

İçimizdeki imansızların, dinsizlerin, münafıkların, iki kimlikli takiyyecilerin zulmüdür. Onlar bazen açıkça, bazen sinsice bize ağır baskılar yapıyor, bizim kimliğimizi yok etmek istiyor, bizim temel hak ve hürriyetlerimizi ihlâl ediyor. İmanımıza, ibadetlerimize, inançlarımıza uygun bir hayat sürmemize, dinimizin emir, yasak, tavsiye ve hükümlerine uymamıza karşı çıkıyorlar. Lisanlarıyla yalancıktan “Biz din hürriyetine karşı değiliz” diyorlar ama realitede ne kadar dindar olabileceğimize onlar karar veriyor. Zaman zaman bazı Müslümanları inanç, fikir, görüş, tenkit ve tekliflerinden dolayı ağır şekilde çarpıyorlar, onların dünyalarını karartıyorlar.

Üçüncü Zulüm:

Haçlılar ve hempaları tarafından yapılıyor. Onlar, uygarlaştırma perdesi ardında bizim kimliğimizi, millî kültürümüzü ve kişiliğimizi erozyona uğratmak, bizi sömürge yerlisi bir halk haline getirmek için yıllardan beri bıkmadan, usanmadan çalışıyor. Dessas şeytanlar, Müslüman Türkiye toplumunun temeli olan aile müessesesini yıkmak için “Zina bir suç ve ayıp değildir” propagandasını yapıyorlar. Bizden görünen bazıları da, onlara yardakçılık ederek zina konusunda “Biz hayvanlar kadar özgür olamayacak mıyız?” diye canhıraş feryatlar kopartarak ortalığı velveleye veriyorlar.

Dördüncü Zulüm:

Kültürel ve lisanî zulümdür. İnsanları ve toplumları medenî yapan “Edebî-Yazılı-Zengin” dildir. Bir fert, bir toplum edebî dilini yitirirse bedevîleşir, vahşîleşir, zavallı bir sürü veya beyinsiz bir yığın haline gelir. Biz Müslüman Türkiyeliler, yakın tarihimizde büyük bir lisan ve kültür zulmüne maruz kalmış bulunuyoruz. Sonunda o hale geldik ki, ülkemizin birinci ve en köklü üniversitesinin nice profesörü, üniversite binasının ana kapısı üzerindeki büyük tarihî kitabeyi, Türkçe olduğu halde okuyamıyor. Ya Rabbi, bu ne büyük bir cehalettir, bu ne korkunç bir yıkımdır!

Beşinci Zulüm:

İktisadî, ticarî, sınaî (endüstriyel), ziraî zulümdür. Dış ve iç düşmanlarımız, yakın tarihlere kadar dünyanın sayılı tahıl ambarlarından biri olan Türkiye’yi, şimdi dışarıdan ekmeklik buğday satın alacak hale getirmişlerdir. Hayvancılığımız çökertilmiştir. Her tarafımız deniz olduğu halde, dışarıdan balık satın alıyoruz.O kadar zavallı, âciz, perişan hale getirildik ki, yemeklik yağımızı, pilavlık pirincimizi, besin maddelerimizin çoğunu dışarıdan satın alıyoruz. Türkiye korkunç bir hıyanet ve sabotajla karşı karşıyadır.

Altıncı Zulüm:

Ülkemiz, dünyanın borca batmış ülkeleri listesinin beşinci sırasında yer almaktadır. Birtakım hainler ve alçaklar bu devleti, bu ülkeyi, bu halkı altından kalkılamayacak derece büyük borca batırmışlardır. Alınan muazzam paralar ne olmuştur? Kapanın elinde kalmıştır. Türkiye bunca borcu ödeyemez, bırakın ana parayı faizini bile ödeyemez. Tarih bu batağın sorumlularını lanetle anacaktır.

Yedinci Zulüm:

Müslüman Türkiye’nin genç nesilleri cehaletle terbiye edilmektedir. Birtakım hainler millî eğitim (aslında millî falan değil!) sistemini çökertmişlerdir. Son yıllarda yığınla yeni üniversite açıldı. Onların da uluslararası standartlara göre bir değeri ve ağırlığı yoktur.En son, dünyanın 500 üniversitesi listesi yapıldı. Buna, bir tek Türk üniversitesi giremedi. İşi gücü, birinci misyonu millî-islâmî kimlikle mücadele etmek olan, başörtüsü avcılığı yapmaktan başını kaşıyamayan birtakım karacüppelilerin ilim, irfan, araştırma, fikir sahasında başarılı olmaları, hizmet vermeleri mümkün müdür?

Sekizinci Zulüm:

Şer kuvvetleri, Türk halkını birbirine düşürmek için, ülkemizdeki çeşitlilikleri, farklılıkları menfi (olumsuz) şekilde kaşımakta, kullanmaktadır. Onlar Türkiye’de bir Türk-Kürt, Sünnî-Alevî, Dinci-Lâik, Sağcı-Solcu, İlerici-Gerici kamplaşması meydana getirmek ve milleti birbirine düşürmek istiyor. Niçin? Çünkü onlar ülkemizi babalarının, atalarının çiftliği olarak görüyor ve “güzelce” idare etmek, soyup soğana çevirmek için “Böl, parçala ve hükm et” siyaset ve stratejisini uyguluyor.

Dokuzuncu Zulüm:

Bazı büyük medya organları tarafından yapılmaktadır. Bir kısım gazete ve televizyonlar Türk halkını, bilhassa gençliği avare, seks manyağı, tembel, asalak, lüpçü, hedonist, zevk u sefasına aşırı şekilde düşkün, kumar mübtelâsı ve serseri yapmak için gece gündüz çalışmaktadır.

Onuncu Zulüm:

Vasıfsız ve bozuk siyasetçiler, yıllardan beri hizmet yerine hezimet üretmektedir. Türkiye’de bir kısım politikacılar mafyalaşmıştır, mafya gibi çalışmaktadır. Namuslu, vatansever, iffetli, şerefli, haysiyetli, haram yemez, emanete hıyanet etmez vasıflı politikacıları (hangi dine, mezhebe, meşrebe mensup olurlarsa olsunlar) tenzih ediyorum, lâkin vasıfsızlar, kötüler, mafyacılar bu ülkenin, bu halkın, bu devletin en büyük düşmanlarıdır. Bugünkü yıkımda, çürüyüş ve dağılışta, çözülüşte onların büyük tuzu biberi bulunmaktadır. Tarih onları lanet ve nefretle anacaktır.

Onbirinci Zulüm:

Türkiye’nin serveti, millî geliri, kazancı yetmiş iki milyonluk halkına yeter de artar ama birtakım şer güçleri adaletli ve insaflı gelir dağılımına mâni olmaktadır. Bu yüzden, toplam gelirin yüzde altmışı iki milyon tarafından paylaşılmakta, geriye kalan yüzde kırk ise yetmiş milyona yetmemektedir.Milyonlarca insanımız işsizlik, aşsızlık, sefalet içindedir. Mutlu ve putlu azınlık, Nemrud ve Firavun’un bile görmediği lüks mekânlarda, adam başına 100-150 dolara lüks yemekler yerken ezilen yığınlar çöplüklerden ekmek toplamaktadır. Zalimler unutmasınlar: Ezilenlerin ah ve eninleri bir gün gelecek onları yakacaktır.

Onikinci Zulüm:

Müslümanların başına belâ kesilen, saf dindarlara musallat ve tebelleş olan birtakım münafıklar, dindar yığınları çıkmaz sokaklara sokmuşlardır. Onlar halkın parasını haksız yere toplamakta, haksız şekilde harcamakta, bir kısmını da zimmetlerine geçirmektedir. Gerçekten din âlimi olan, gerçek şeyh olan, gerçek başkan olan, gerçekten hizmet eden bütün zevatın (hepsinin meşreblerini benimsemesembile) ellerinden öper, onlara selâm ve hürmetler ederim. Ben onları tenkit etmiyorum, onları lânetlemiyorum. Tenkit oklarım zalim din sömürücülerine yöneltilmiştir.

Onüçüncü Zulüm:

Kadını hürleştirmek ve yükseltmek bahanesiyle yapılmaktadır. Milletimize yapılan büyük zulümlerden biri de, kadınların ve kızların öncelikle seks ve şehvet aracı olarak görülmesidir. Bizim dinimiz, bizim millî törelerimiz kadını anne, nine, teyze, bacı, kız evlât, eş olarak görür.Kadınların, hayvanî içgüdüleri gıcıklayan şekilde reklamlarda, sahnelerde, ekranlarda, podyumlarda kendilerini teşhir etmelerinin medeniyetle, özgürlükle hiçbir alâkası yoktur. Böyle uygarlık ve özgürlükler bir aldatmacadan, şeytanî kuruntulardan ibarettir. Kadınlara, üzerinde resmî antet bulunan “vesikalarla” fahişelik yapmak iznini ve hakkını verenlerden, özgürlük dersi almaya mecbur değiliz. Onların anladığı kadın özgürlüğü, aslında en iğrenç bir kölelikten başka bir şey değildir.

Ondördüncü Zulüm:

Haram rant yemenin bir ilke ve temel prensip haline getirilmiş olmasıdır. Birtakım namussuz, şerefsiz, alçak, rezil, vatan hâini adamlar ve organize çeteler (hangi isim ve unvan altında olursa olsun) bu memleketi, bu halkı, bu devleti soymaktadır. Bunlar ihalelere fesat karıştırmakta, yüzde ondan başlayan komisyonlar almakta, Türkiye’yi babalarının çiftliği gibi görmektedir. Son otuz-kırk yıl içinde bu vatan, bu millet, bu devlet bu haydutlar ve haşarat tarafından yüz milyarlarca, belki de bir trilyon dolar dolandırılmıştır. Rüşvet ve kokuşma korkunç boyutlara ulaşmıştır. Haram yiyicilik en büyük sektör haline gelmiştir. İster İslâmcı, ister Türkçü, ister Atatürkçü olarak görünsünler, bu haram yiyiciler bu devletin, bu halkın, bu vatanın en büyük düşmanlarıdır. Onlara lânet ediyoruz. 19 Nisan 2005