PazarHaiti, Karaibler denizinde 76 bin kilometrekarelik bir adanın 27 bin kilometre karesinde kurulmuş Fransızca konuşan bir zenci devletidir.

Taiwan, ayrı bir Çin devleti olan 36 bin kilometrekarelik başka bir adadır.

Birinci ada devleti; gerilik, sefalet, yoksulluk, anarşi, çaresizlik içinde bata çıka yaşıyor; ikincisi ise akıl almaz zorluklara rağmen dünyaya parmak ısırtacak bir kalkınma, sanayi, ihracat, finans, ilim, teknik, başarı sergiliyor.

Ülkelerin kalkınmasında veya batmasında en önemli faktör insan unsurudur. İnsan ırkları elbette insan olmak haysiyeti ve hukuk önünde eşitlik bakımından bir tarağın dişleri gibi birdir ama kalite bakımından bir değildir. Dünya üzerinde bazı toplumlar diğerlerinden daha başarılı olmaktadır.

Türkiye, insan yapısı itibariyle çok geniş bir çeşitlilik arzetmektedir. Biz çok büyük bir dünya imparatorluğunun, belki de yüze yakın etnik gruptan oluşan kalıntısını teşkil etmekteyiz. Almanlarla iki yüz yıl savaşmışızdır. Bu savaşlar esnasında onlardan yüz binlerce esir almışız, bunların bir kısmı Müslüman olmuş ve bizim mozayiğimiz içinde yer almışlardır. Bizde Polonyalılar, Slavlar, İtalyanlar da vardır. Asimile olmuşlar, Türkleşmişlerdir ama kendi ırklarının jenetik özelliklerini taşımaya devam ediyorlar. Bize Kafkasya’dan yirmi-otuz kavim gelmiştir. Çerkesler, Gürcüler, Abazalar, Çeçenler, İnguşlar, Karaçaylar, Balkarlar, Avarlar, Dağlılar, Nogaylar, Azeriler ve daha neler neler. Balkanlardan, Güney Avrupa’dan da nice etnik grup vardır içimizde. Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar, Hırvatlar, Makedonlar…

Sakın beni ırkçı sanmayınız. Irkçılık bir ideolojidir, sapıklıktır. Irk realitesi diye bir şey vardır, ben ona dikkat çekmek istiyorum.

“Boğaziçi’ndeki Aşiret” kitabını okudunuz mu? Okumuş olanlar ne demek istediğimi anlayacaklardır.

Ülkemiz sosyal ve kültürel yapı olarak bir Akdeniz-Latin ülkesi haline gelmiştir. Bizim halkımızın bir kısmında Sicilya’ya, güney İtalya’ya benzer bir karakter görülmektedir.

İbn Haldun bazı kavimler için özetle, “Onlar ekmezler, biçmezler, üretmezler, çalışmazlar. Yiyecekleri, zahireleri tükenince atlanırlar, pusatlanırlar ve eken, biçen, üreten, hayvan yetiştiren, malları olan kavimlere akın yaparlar, ihtiyaçlarını onlardan yağmacılık yoluyla temin ederler, biraz da hizmet etmeleri için esir ve köle alırlar, dönerler…” diyor.

Türkiye’de uzun yıllardan beri halk yığınları kütlevî bir şekilde dejenere edilmekte, sinsi ve kasıtlı bir şekilde bozulmakta, hedonist bir felsefenin muzır tesirlerine mâruz bırakılmaktadır.

Bir cihan imparatorluğunun bakiyesi olan, tarihe Roma İmparatorluğu kadar, belki ondan da üstün bir cihan devletinin macerasını yazmış bulunan, Avrupa’nın en geniş yüzölçümlü ülkesine sahip bulunan, üç tarafı denizlerle çevrili, eski dünyanın sanki kilit taşı durumuna sahip; ormanları, gölleri, nehirleri, geniş ovaları, yaylaları; çeşit çeşit madenleri, münbit toprakları ile şu koskoca millet ve ülke bugünkü perişan hale nasıl getirilmiştir?

Bünyesi içindeki bütün olumsuzluklara rağmen Türkiye pekâlâ Ortadoğu’nun Japonyası, Güney Koresi, Taiwan’ı haline gelemez miydi? Biz bir ticaret, sanayi, finans devi olamaz mıydık?

Arazimiz ekilmiyor, biçilmiyor hakkıyla. Buğdayımızın, pirincimizin, yemeklik sıvı yağımızın bile büyük bir kısmı dışarıdan getirtiliyor. Hayvancılığa çok müsait olan şu memlekette, bırakın ihraç etmek, kendimize yetecek kadar bile et üretemiyoruz.

Kalkınmak, müreffeh (refahlı) olmak, üretmek, ticaret yapmak, zenginleşmek, her konuda başka ülkelerle yarışmak ve önde koşmak konularında son derece imkâna, potansiyele, şansa sahip bu ülke niçin buhrandan buhrana koşuyor? Biz niçin Arjantin, Meksika, Endonezya gibiyiz? Niçin Güney Kore, Taiwan, Singapur gibi olamıyoruz? Neyimiz eksiktir?

Benim kanaatimce bizim en büyük eksikliğimiz beyin eksikliğidir. Beyin ne demektir? Vasıflı insan demektir. Yetmiş milyonluk şu ülkede, kendisine yetecek sayıda istidatlı beyin vardır ama bunlar kaliteli bir eğitim ve üniversite ile işe yarar hale getirilmiyor. Yetişenler de yurt dışına kaçırılıyor.

Hâin bir zihniyet, hâin bir zümre Türkiye’yi batırmak, bitirmek, geri bırakmak için sanki seferber olmuştur.

Biz, Güney Koreliler gibi kendi yüzde yüz millî ve yerli otomobil sanayimizi kurup da, ürettiğimiz mükemmel otomobilleri, başta ABD olmak üzere zengin ülkelere şimdiye kadar milyonlarca adet satamaz mıydık? Elbette satardık. Niçin böyle bir sanayi kuramadık, niçin bu üretimi ve satışı yapamadık? Çünkü dış düşmanlarımızla işbirliği yapan hâinler bunu istemediler. Onlar, Türkiye’nin, yabancıların çağdışı, geri, modası geçmiş, rekabet edemeyecek eski modellerini montaj usulüyle üretmesini istediler.

Türkiye’de ne kadar işe yaramaz, moloz, vasıfsız insan unsuru olursa olsun; bu memleketi kalkındıracak, vasıfsızları çalıştıracak çok üstün, çok kabiliyetli, çok vasıflı insan unsuru da bulunmaktadır. Lakin bunların önleri kapalıdır. Onlara büyük güçlükler çıkartılmaktadır. Dış düşmanlarımız, içteki hâinler ülkemizi gizli bir sömürge haline getirmek için çok çalıştılar ve hâlâ çalışıyorlar.

Bir ülke faizle, rantla, repo ile elbette kalkınmaz. Bir ülke üretmeden, ticaret yapmadan elbette ilerlemez ve zengin olmaz. Topraklarını ekip biçmeyen, mer’alarında hayvancılık yapmayan bir ülke elbette iyiye değil, kötüye gider. Halkının, çocuklarının, yığınların ahlâkı bozulan bir ülke nasıl yükselecektir?

İslâm dini, dünya dinleri içinde ilme, irfana, kültüre, çalışmaya, helâl ticarete, ahlâka, fazilete, hikmete, adalete, yardımlaşmaya en fazla önem veren dindir. Birtakım şer güçleri bu dinle, bu dinin bağlıları ile savaşıp dururlarsa, o ülke kalkınır ve ilerler mi, yoksa gerileyip batar mı?

Benim kanaatimce ülkemizde bir milyon kadar çok vasıflı, çok güçlü, çok üstün insan vardır. Bunlar iyi yetiştirilir, iyi ve müsait bir nizam ve sistem içinde çalışmaları sağlanır, kendilerine güçlük çıkartılmazsa ülkemiz on sene içinde Japonya gibi olabilir.

Molozların, geri zekâlıların, ahlâksızların, bozuk karakterlilerin, kendi şahsî menfaatleri için her kötülüğü yapacak, her haltı yiyecek haşaratın, kokuşmuşların ülke idaresinde söz sahibi olmaması gerekiyor. Türkiye bu haşaratı ikinci plana atabilir ve dizginleri vasıflı, kültürlü, ahlâklı, faziletli, hikmetli, gerçekten vatansever insanlara verebilirse kurtulacaktır. 14 Mayıs 2001