Cuma

“Laiklik elden gidiyor… Çağdaşlıktan vaz geçmeyiz… Gericilik tehlikesi…” gibi yaygaraları bırakın da şu soruya cevap verin: Türkiye’yi bu hale nasıl getirdiniz?

Hani kısa zamanda çağdaş uygarlık düzeyine çıkacaktık. Yükselmekten geçtik, battıkça batıyoruz.

Cumhuriyetin kuruluş tarihinde bir dolar, 80 kuruş (0,8 TL) ediyordu, şimdi Amerikan parasının değeri 500 bin liraya yaklaştı. Türk parasını nasıl bu hale getirdiniz, pul ettiniz?

Japonya, Güney Kore, Taiwan, Singapur gibi doğu ve Asya ülkeleri akıl almaz başarılar, ilerlemeler, kalkınmalar sergilediler; ilimde, kültürde, sanayide, ticarette Batının en büyük devletleriyle boy ölçüşecek hale geldiler de biz bugün içinde bulunduğumuz bataklığa nasıl düştük?

Birtakım alçak, rezil, seviyesiz, arivist, demagog politikacılar devleti babalarının çiftliği sandılar ve oy almak, partizanlarını memnun etmek için kadroları şişirdikçe şişirdiler ve sonunda devletin tam iki milyondan fazla memuru oldu. Şimdi bütçe bunların maaşlarını ödeyemez hale geldi. Dünyanın hangi medenî, akıllıca idare edilen, kalkınmış ülkesinde bu kadar fazla memur vardır?

Ülkemiz çetelere, mafyalara, kara para babalarına, eşkıyaya kurban edilmiştir.

Halk sağcı solcu, Sünnî Alevî, Türk Kürt, dinci laik diye kutuplara ayrılmış, hiçbir kesimin diğer kesimlere güveni kalmamış, uzlaşma ve güven içinde birlikte yaşama yerine düşmanlık, korku, endişe ikame edilmiştir. Türkiye’yi bu hale hangi kaltabanlar getirmiştir?

Kokuşma, talan, soygun, bütçe hortumlaması, suistimal, emanete hıyanet, partizanlık, ehliyetsizlik almış yürümüştür. Şu güzelim Türkiye’yi bu pisliklere kimler bulaştırmıştır.

Birtakım kocaman ve kodaman adamların kardeşleri, yeğenleri, oğulları, bacanakları, yakınları bin türlü kanunsuzluk, soygun, yağma, talan, hortumlama, banka boşaltma, büyük hırsızlık suçları işledikleri halde izzet ü ikbal ile serbestçe, caka satarak, fütursuzca, dayıca gezip tozuyorlar. Bu pisliğin sebebi Şeriat mıdır, gericilik midir, üniversite kapılarında ağlaşan başörtülü kız öğrenciler midir, söyleyin bana.

Medeniyet, çağdaşlık, ilericilik, pozitivizm diye diye memleketin, milletin, devletin canına okudunuz, hâlâ utanıp arlanmıyorsunuz.

Siz Türkiye’yi ilim, irfan, kültür, eğitim, güvenlik, sanat, hukuk, mimarlık, şehircilik, iktisat, sanayi, finans, ithalat ve ihracat sahalarında yükseltmek istediniz de hangi dindar, hangi Şeriatçı, hangi Müslüman buna engel olmaya teşebbüs etti?

Müslümanlar hiçbir iyi, faydalı, hayırlı, meşru şeye karşı olmazlar. Onlar sadece ve sadece yamukluğa, ahlaksızlığa, rezilliğe, hıyanete, sömürüye, adaletsizliğe, hırsızlığa, soyguna, talana, rüşvete, kadınların resmî devlet vesikalarıyla satılmasına, lise ve üniversite gençliğinin uyuşturucuya alıştırılmasına, çetelere, mafyalara, haydutluğa, haramiliğe, tefeciliğe, haram yiyiciliğe karşıdırlar.

Bu ülke, bu halk, bu devlet için en büyük tehlikenin dindarlar olduğu iddiası iğrenç bir hezeyandan başka bir şey değildir.

Türkiye için en büyük tehlike, en büyük belâ, ülkeyi bugünkü hale getiren zihniyettir. İşte manzara meydandadır. Batırdılar, hâlâ arlanıp utanmıyorlar.

Yukarıdan Gelen Emir

Son büyük zelzelede ağır hasar gören, binalarının yüzde doksanına yakını oturulmaz hale gelen, yüzbinlerce insanın çadırlarda yaşadığı bir vilayet merkezimizde dindar kimselerin idare ettiği bir vakıf günde on bin tabak yemek pişirip dağıtıyormuş. Halk memnunmuş, yapılan hayırlı iş güzelmiş. Bunda yasalara, ahlaka, düzene aykırı hiçbir taraf yokmuş. Lakin emir gelmiş, “Siz böyle yardım yapamazsınız” denilmiş. Vakıf idarecileri mecburen tesislerini, kazanlarını kepçelerini toplamışlar ve felaket bölgesinden ayrılmışlar.

İdarenin niçin böyle bir karar verdiğini öğrenmek için vali beye gitmişler. Vali boynunu bükmüş, iki elini havaya kaldırmış ve “Bu bizi aşan bir iştir, emir yukarıdan geldi” demiş.

Kendi vatanımızda ne hallere düşmüş bulunuyoruz. Hayırlı işler yapmak için kurulmuş bir vakıf, zelzele bölgesinde günde on bin tabak yemek pişirip muhtaçlara dağıtıyor ve devlet buna mâni oluyor. Neymiş, bu işi yapanlar dindar kişilermiş…

Aynı hizmeti İsrail Yahudileri yapsaydı engel olurlar mıydı? Aksine, “İsraillilerin örnek davranışı” diye övgüler düzerlerdi.

Valinin “Emir yukarıdan geliyor” dediği yukarısı nedir? Bu üst katta kimler vardır? İçişleri bakanı Saadettin Tantan beye kalsa bu gibi aykırı işler yapmaz, yersiz emirler vermez. Bu yukarısı, onun da üzerinde olan bir makam, güç, emir kaynağıdır. Derin devlet mi? Onun da neyin nesi olduğunu bilmiyoruz.

Ülkemizde astıkları astık, kestikleri kestik olan bu “Yukarıdakiler” iyi bilsinler ki, kendilerinden yukarıda da bir güç vardır. Son sözü o söyler. Hani şu 17 Ağustos gecesinde saatler 3’ü iki geçerken yeri sarsan güç. Bizim “yukarıdakiler” şu anda belki Müslüman halka, hayır vakıflarına diş geçirebiliyorlar ama asıl Yüksek Güç karşısında hiçbir kuvvetleri yoktur. O Büyük Güç ihmal etmez, imhal eder (mühlet verir) ancak. Mühlet bitince sille gelir, darbe iner. O silleyi, o darbeyi kimse durduramaz. Kazâ-yı mübremi tedbir ile tağyir mümkün değildir.

“Biz Kur’an, Sünnet, ahkâm-ı şer’iyye tanımayız, onların hükmü kalkmıştır” demesin kimse.

Ne olduk diye böbürlenmesinler, ne olacağız diye titresinler. Hak sillesinin sadâsı yoktur / Bir vurdu mu hiç devâsı yoktur. 13 Kasım 1999