Pazar

 

SORU: Medyayı takip ederek Türkiye’de olup biten önemli hadiseleri, bunların içyüzlerini, dönen dolapları; ülkenin, halkın ve devletin sıkıntılarını esaslı bir şekilde öğrenmek mümkün müdür?

CEVAP: Değildir. Değildir derken, medyanın bu konularda hiçbir haber ve yorum yayınlamadığını söylemek istemiyorum. Ancak yayınlananlar büyük bir mozayik tablonun az sayıda parçaları hükmündedir ve onları okuyup öğrenerek tablonun tamamını görmek ve anlamak mümkün değildir.

SORU: Gazete okuyarak, televizyon seyrederek Türkiye’nin dününü, bugününü, yarınını anlamak; ülkenin ve devletin nereye gittiğini bilmek mümkün müdür?

CEVAP: Kesinlikle değildir. Olup bitenleri anlamak, geleceğe ait bazı tahminlerde bulunmak için kişinin bilgi ve kültür boyutunun yeterli seviyede olması gerekir. Bugün ülkemizde, uzun yıllardan beri yeni nesillere “Türkiye Kültürü… Türkiyelilik kimliği…” konusunda yeterli eğitim verilmemekte, bunların yerine bir anti-kültür aşılanmaktadır. Anti-kültürlü Türkiyelilerin Türkiye’yi anlamaları mümkün değildir.

SORU: Yüksek tahsil yapmış vatandaşlar, mesela doktorlar, avukatlar, işletmeciler Türkiye’ye yüksekten, kuşbakışı ile bakabilirler ve onun durumunu görebilirler mi?

CEVAP: Göremezler. Türkiye’yi bütünüyle görebilmek, anlayabilmek, durumu hakkında hüküm verebilmek şu yetmiş milyonluk ülkede ancak beş-on kişinin yapabileceği bir iştir. Onlar, ya yokturlar, yahut da yazmamakta ve konuşmamaktadırlar. Bu ülkede, yukarıda bahsettiğim o beş-on adam olsaydı, düşünürlerdi, yazar ve konuşurlardı. Halbuki şu anda Türkiye’nin durumunu yüksek bir kültür ve keskin bir görüş ile tasvir eden, anlatan, ciddî, vasıflı, dört başı mâmur tek kitap mevcut değildir.

SORU: Bizde büyük düşünür, büyük kültür adamı yok mudur?

CEVAP: Varsalar, neredeyseler, çıksınlar ortaya. Memleket batıyor, halk perişan vaziyette, devlet sarsılmış. Hâlâ susacaklar mı?

SORU: Bizde aydın var mıdır?

CEVAP: Okumuş olmak, yüksek tahsil diplomasına sahip bulunmak aydın olmak için yeterli değildir. Aydın olabilmek için muhalefet yapmak, kötülüklerle mücadele etmek, ülkesi halkına ve bütün insanlara faydalı olmak gibi şartlar gerekir. Bizde bazı sahalarda dünya çapında uzmanlar, çok az sayıda da olsa engin kültürlü kişiler, hayırseverler vardır ama aydın, yok denecek kadar azdır.

SORU: Türkiye’deki total-topyekûn krizin ana sebebi nedir?

CEVAP: Yazılı-edebî Türkçe’nin elden gitmiş olmasıdır. Bir toplum yazılı-edebî kültür ve düşünce lisanını kaybederse yozlaşır, dejenere olur ve sonunda çöker. Bugün Türkiye’de okumuşlar, Türk lisan ve edebiyatının en büyük şairi ve edibi Fuzulî’yi anlayarak, zevk ve haz alarak okuyamamaktadır. Türkiye için, Türkiyeliler için bundan daha büyük felaket olamaz. Yazılı-edebî ve kültürel lisanını yitiren bir toplum yabancılaşır. Lisan elden gidince eğitim, üniversiteler, kültür, medeniyet de bozulur ve elden gider.

SORU: Türkiye’yi bu hale kimler getirmiştir?

CEVAP: Bu soruya açık cevap veremeyeceğim. Aklı olan düşünsün, arasın.

SORU: Türkiye’nin içine düştüğü bu kötü durum sadece birtakım komplo teorileriyle, hıyanet ve sabotaj senaryolarıyla izah edilebilir mi?

CEVAP: Edilemez. Elbette komplo, hıyanet ve sabotaj vardır ama biz Türkiyeliler kendi içimizden de bozulmuş vaziyetteyiz. Bizim de birtakım vahim zaaflarımız, çürük taraflarımız bulunmaktadır. Büyük düşünürlerimizin bu konularda çok ciddî, çok seviyeli, çok düşündürücü kitaplar yazmaları gerekir.

SORU: Türkiye’nin önünde bir alternatif var mıdır?

CEVAP: 1970’li, 80’li yıllarda Türkiye’nin önünde iki seçim vardı: Marksizm ve İslâm. Şu anda bu ikisi de alternatif olmaktan çıkmıştır. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Marksizm iflas etmiştir. İslâmcılar da İslâmî hareketi dejenere etmişler, kirletmişlerdir.

SORU: Peki meydan statükoculara mı kalmıştır?

CEVAP: Hayır, bu mülk onlara da kalmaz. Bu gidiş büyük bir yıkıma, çöküşe doğrudur. Enkazın altında onlar da kalırlar.

SORU: Ümitsiz ve karamsar mısınız?

CEVAP: Kesinlikle değilim. Ancak realistim. Durum vahimse, kriz şiddetli ve genelse bunları gizlemek ve saklamak istemem. Ancak Allah’tan ümit kesilmez. Bir anda, hiç beklenmedik bir şekilde bir zuhurat olabilir, iyilik kapıları açılabilir.

SORU: Yeni İslâmcıların durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

CEVAP: Durumları parlak değildir. Bir kere inanç, doktrin ve esasta tâviz vermişler ve vermektedirler. Sünnî İslâm’da taqiyye sınırlıdır. Bu sınırı çok aşmışlardır. İkincisi, para, menfaat ve ikbal konularında İslâm prensiplerine tamamen zıt yollara girmişler ve kirlenmişlerdir. Kuru edebiyatla İslâm’a ve Müslümanlara hizmet edilemez. Hizmet için bilgi, kültür, aksiyon, ahlâk, yüksek karakter, fazilet, estetik, güzellik bulunması gerekir. Emlak komisyoncusu zihniyetiyle politika yapılabilir ama İslâmî hizmet yapılamaz.

SORU: İslâmcılar içinde işbirlikçi var mıdır?

CEVAP: Herkesi ve hepsini suçlamak istemiyorum ama bir kısım İslâmcıların, kendi şahsî ikbal ve menfaatleri uğrunda en militan İslâm düşmanları ile işbirliği yaptığını hepimiz açıkça görmekteyiz.

SORU: Türkiye’de İslâmî hareketin şu anda en belirgin vasfı nedir?

CEVAP: Bir kırsal kesim, köylü, taşra, varoş, bedevî hareketi haline dönüşmüş veya dönüştürülmüş olmasıdır.

SORU: Bu durumdaki bir hareketin başarılı olması, zafer kazanması mümkün müdür?

CEVAP: Değildir. İslâm bir medeniyettir. Müslümanlar bedeviyetle hizmet edemezler, yükselemezler, kurtulamazlar.

SORU: Müslümanların zaaflarının ana sebebi nedir?

CEVAP: İnsan ve Müslüman olarak vasıflı olmayışlarıdır. Bizde kavak kerestesi çoktur ama yeterli miktarda ceviz, meşe, gürgen, abanoz, akaju kerestesi yoktur.

SORU: Sadece kerestenin iyi ve kaliteli olmasıyla iş bitiyor mu?

CEVAP: Bitmez tabiî. Bir keresteyi işleyecek, ondan sanatlı mobilya, kapı, pencere, bina yapacak ustaların olması gerekir. İyi bir eğitim sistemi olmazsa en iyi ve vasıflı gençler ve çocuklar bile vasıflı ve güçlü bir şekilde yetiştirilemez.

SORU: Bizde otodidakt (kendi kendini yetiştirmiş) kimseler yok mudur?

CEVAP: Olabilir ama böyle kişiler on milyonda bir çıkar ve sayıarı asla yeterli olmaz.

SORU: Türkiye kendi aydınlarını, kendi büyük düşünürlerini, kendi kahramanlarını yetiştiremiyor mu?

CEVAP: Maalesef yetiştiremiyor. Ortada büyük bir kısırlık, yetersizlik, kaht-ı rical görülüyor.

SORU: Türkiye toplumunun ülkeyi, halkı ve devleti ayakta tutacak yüksek değerleri yok mudur?

CEVAP: Vardır ama bunlar uzun yıllardan beri sistemli, kasıtlı, planlı bir şekilde yıpratılmakta, erozyona uğratılmaktadır. Şu anda ülkemizde büyük bir değerler kargaşası hüküm sürmektedir. Sağlıklı, yüksek, zinde tutan asıl değerler yitirilmiş; onların yerine birtakım anti-değerler getirilmiştir. Para din iman olmuştur, nefs-i emmare (insan benliğinin en azgın şekli) putlaştırılmış, televizyon kültürü yahut tele-vole kültürü on milyonlarca vatandaşı sersem hale getirmiştir. Ülkede yaygın bir kokuşma hüküm sürmektedir. İyi komşuluk, yardımlaşma, iyilikleri destekleme, kötülüklerle mücadele gibi güzel hasletler kaybolmaya yüz tutmuştur. Toplum tepeden tırnağa kadar hastadır. Ülkede yerinden oynamamış tek çivi kalmamıştır. Güvenlik ve huzur yoktur.Halkı çökertmek isteyen habisler şehvetleri, seksi azdırmışlardır. Uyuşturucu ilkokullara kadar sokulmuştur. Organize suç çeteleri, mafyalar vatanı haraca kesmektedir. Toplumsal hafıza çok zayıflamıştır. Sözde okumuşlar kitap okumamakta, düşünmemektedir. Hedonizmin en âdisi, en bayağısı kütlelere hakim olmuştur. On milyonlarca halk işsizlik, aşsızlık, sefalet, sıkıntı içinde inlerken küçük bir azınlık Neronlar gibi, Nemrudlar gibi, Firavunlar gibi israf yapmakta, gününü gün etmeye bakmaktadır.

SORU: Bu karanlık tablo içinde ne yapmak gerekir?

CEVAP: Müslümanlar için söylüyorum. Din, ilahî vahiy, nebevî düşünce, fıkıh, şeriat, ahlâk, tasavvuf neleri emr ediyorsa onları yapmak, nelerden men’ ediyorsa onlardan kaçınmak gerekir. Müslüman bir toplumun İslâm dinine, İslâm ahlâkına, İslâm fıkhına, Şeriata, tasavvufa sırt çevirerek ilerlemesi, yücelmesi, kurtuluş ve zafere ermesi mümkün ve muhtemel bir iş değildir. Parayı ve maddî menfaati put haline getirenler, şahsî ikbal ve benlikleri için her haltı yiyenler uyanırlar mı acaba? 23 Şubat 2004