Cuma

 

Türkiye’yi sevmek ve korumak kimsenin tekelinde değildir. Bu ülke, bu devlet, bu millet; Türkiye’de yaşayan, Türkiyelilik kimliğine sahip bulunan, Türkiye’yi seven ve benimseyen herkesindir.

Birtakım şahıslar, klikler, zümreler “Ülkemizi ve devletimizi kimseye yıktırtmayız. Onlar bize atamızın mirasıdır.Biz bu ülkeyi ve devleti kimseye kaptırtmayız…” edebiyatı yapıyor ve kendi gibi düşünmeyenleri, karşıtlarını ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, parya, zenci gibi görüyor. Peki onlara bu devlet ve ülke atalarından kalmış da, kendileri gibi düşünmeyenlere atalarından kalmamış mıdır?

Hayır efendiler hayır! Bu ülke ve devlet sadece sizin, sadece birilerinin, sadece bir kısım Türkiyelilerin değil; bütün Türkiyelilerin, hepimizindir.

Bütün Türkiyelilerin bu vatan üzerinde,Türkiye devletinin koruma gölgesi altında korkusuzca, güven içinde hür ve mutlu yaşamaya hakkı vardır.

Lâik bir sistemde din, inanç, ırk, ideoloji, bölge ayırımı yapılamaz. Lâik bir sistemde inananlar ile inanmayanlar eşit haklara sahiptir. Lâik bir sistemde, inanan çoğunluğu gerici, çağdışı, karanlık diye hor görmeye, onların temel insan haklarını ayaklar altına almaya, onları bu ülke ve devlet için bir tehlike ve tehdit olarak görmeye kimsenin hakkı yoktur.

Lâik bir siyasî sistem, ülkedeki Hıristiyan, Musevî, Bahaî, Yahova Şahidi dini mensuplarının dinî cemaat işlerine karışmazken, Müslümanların din işlerini bizzat idare etmeye yeltenemez. Böyle bir şey lâiklik ilkesi ile bağdaşmaz.

Din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyetinin olmadığı bir yerde lâiklik de yoktur. Din ve inanç hürriyeti boş ve kof lâflardan, edebiyattan ibaret bir kavram değildir. Böyle bir hürriyetin olması için:

(1)Lâik sistemin din işlerine, Müslüman cemaate, dinî hizmet ve faaliyetlere karışmaması, baskı yapmaması, onları sıkı bir kontrol altında tutmaması gerekir.

(2) Müslümanlar gerek dinî hizmet ve uzmanlık sahasında, gerekse çocuklarını dindar yetiştirmek için genel eğitim sahasında yüzde yüz hürriyet ve serbestliğe sahip olmalıdır.

(3) Dindarların kılık kıyafet, serpuş, günlük hayat konusunda birtakım sınırlarla, bir takım yasak ve tabularla karşı karşıya bulunduğu bir ortamda ne lâiklik vardır, ne de din ve inanç hürriyeti.

Türkiyeli Müslümanların, dindarların bu ülkeyi, bu devleti sevmediklerini, bu ülke ve devlet için bir tehlike ve tehdit oluşturduklarını iddia etmek son derece yanlış, son derece vahim bir davranıştır.

Vergi öderken iyi, askerlik hizmeti yaparken iyi; dindar olduğu için şüpheli… Çok yanlış, çok yanlış!..

Bu ülkede yaşayan dindarlar en az Farmasonlar, Rotaryenler, Lionsçular kadar hür, güvenli, rahat ve huzurlu olmalıdır. Aksi takdirde eşitlikten bahsedilebilir mi?

Masonlar daha fazla eşit…Şu veya bu klik daha fazla güvenli… Böyle ikili standartlar demokratik ve medenî bir sisteme yakışmaz.

Türkiye halkı karakter itibarıyla hoşgörülü, çeşitliliklere karşı toleranslıdır. Osmanlı imparatorluğu zamanında bu ülkede “milletler” vardı, bir milletler birliği vardı; İslâm milleti, Rum milleti, Yahudi milleti birbirleriyle içiçe yaşıyor ve güzelce geçiniyordu.

19’uncu yüzyılda emperyalistler ve misyonerler Hıristiyanları kışkırttılar, Türklerin ve Müslümanların aleyhine çevirdiler. Sadık tebaa olan Ermenilerin bir kısmını devlete, Müslüman çoğunluğa düşman ettiler, sonunda büyük fâcialar zuhur etti.

Şimdi dış emperyalist güçler ülkemizi bölüp parçalamak, halkımızı birbirine düşman etmek için açıkça veya sinsice çalışıp duruyor. Türk Kürt, Sünnî Alevî, sağcı solcu, dinci lâik, ilerici gerici… diye birtakım kamplar, kutuplaşmalar meydana getirilmiştir.

Köken itibarıyla Alevî olmayan birtakım kişiler ve mihraklar AlevîlerleSünnîleri birbirine düşman etmeye çalışıyor.

Emperyalist, Nasraniyet dâvetçileri Türkiye’yi yeniden bir Hıristiyan ülke, halkımızı tekrar bir Hıristiyan topluluk yapmak ümit ve emellerinden vaz geçmemiştir.

Biz Türkler, 1683’ten bu yana, İkinci Viyana muhasarası bozgunundan beri gerileye gerileye, hezimete uğraya uğraya bugünkü sınırlarımıza kadar çekilmiş bulunuyoruz. Emperyalistler bize Misak-ı Millî sınırlarımızı da çok görüyor. Pontus bölgesini istiyorlar. Doğu’da, güneydoğuda yabancıların gözü vardır. Batı Anadolu (İyonya) bölgesinde panelenist Rumların birtakım istekleri bulunmaktadır. İstanbul’un suriçi bölgesine ilk fırsatta eski İstanbul Rumlarını geri getirip yerleştirmek konusunda bazı gizli protokollar yapılmış olduğuna dair söylentiler vardır. Bunlar doğru mudur?

Ülkemizde, artık hiçbir Hıristiyanın yaşamadığı birtakım şehirlerimizde bazı eski kilise harabeleri tamir ve restore edilmektedir.

Kiliseler tamir edilirken, Eminönü’nde Yemiş İskelesi’nde bulunan tarihî Ahî Çelebi Camii uzun yıllardan beri restore ettirilmemektedir ve yıkılacak hale gelmiştir. Katrilyonluk gelirlere, muazzam bütçelere sahip Vakıflar Genel Müdürlüğü bu tarihî mâbedi niçin restore ettirmiyor?

Yakın tarihimizde bu ülke sathında, on binden fazla ata yâdigârı ve bu vatanın tapu senetleri mahiyetinde olan tarihî eserin yıkıldığı, yok edildiği iddia edilmektedir. İstanbul’un sadece Eminönü İlçesinde yüz ondan fazla cami şu anda yoktur. Bunların listesi kitaplarda yazılıdır. Eminönü camilerinde, halen faaliyette olan, şu anda mevcut olmayan bütün camileri gösteren haritalar asılıdır; isteyen bakabilir. 1960’lı yıllarda Cağaloğlu’nda Servili Mescid sokağındaki Servili Mescid adındaki cami yıktırıldı ve yerine bir han yaptırıldı. O cami yıkılırken Başbakan Süleyman Demirel’e bir telgraf göndermiştim. Tabiî ki, hiçbir faydası olmadı. Karaköy Meydanı’nda Sultan Abdülhamid’in mimarı tarafından yapılmış arnuvo stilinde bir cami vardı. O da, yol açma bahanesiyle 1960’larda yıktırılmıştır.

Mimarlık mirasını teşkil eden tarihî camiler, medreseler, yapılar toplumsal hafızanın, millî varlığımızın, bu topraklar üzerindeki meşruiyetimizin senetleri ve şahitleridir. Bunların titizlikle, hassasiyetle korunmaları gerekir. Çeşitli sebeplerle yıkılmış olanların da ileride ihya, tâmir ve restore edilmelerini temenni ederiz.

Tarihî kabristanlar da bu mirasa dahildir. Yakın tarihimizde eski İslâm kabristanlarının büyük kısmı yok edilmiştir. Sadece bir kabristana, Üsküdar’daki Dönmeler-Selanikliler kabristanına dokunulmamış, oradaki bir tek kabir bile düzlenmemiş, tahrip edilmemiştir. Başta Karacaahmet ve Eyüp Sultan İslam mezarlıkları olmak üzere eski tarihî mezarlıkları sıkı koruma altına almalıyız ve ecdat mezarlarından hiçbirini yıkmamalı, taşını kırmamalıyız.

Tarihimizi, millî kimliğimizi, millî kültürümüzü, dinimizi ve inancımızı koruyamazsak varlığımız tehlikeye girer. 11 Ocak 2003