Arap kavmi tarihte dört kere birleşmiştir: 1) Resûlullah (s.a.s.) Efendimizin Asr-ı Saadetlerinin sonunda Ceziretülarab’ın İslâm hakimiyeti altına girmesiyle. 2) Emevî saltanatı esnasında. 3) Abbasî devletinin sultası altında. 4) Osmanlı Hilâfeti’nin bayrağı altında.

Osmanlı devleti kavmiyet esasına dayanan millî bir devlet değil bir cihan imparatorluğuydu. Çağımızın meşhur tarihçisi ve filozofu A. Toynbee, bu devlet için “Eflâtunun ideal Cumhuriyetine, uygulamada en fazla yaklaşan devlet” demektedir Geçen asrın büyük bir Arap din âlimi ve tarihçisi de: «Hulefâ-i Râşidîn devrinden sonra Kur’an’a ve sünnete en uygun İslâm devleti, Osmanlı devletidir”, satırlarını yazmaktadır.

İslâm’dan uzaklaşmış câhiliyye bataklıklarına batmış, Rahman’ı bırakıp Şeytan’a tapmış bazı Arapların Osmanlı Hilâfeti hakkında “o bir sömürge idaresiydi, Araplara zulm etti” gibi yersiz propagandalar yaptıklarını üzülerek duymaktayız. Bunlar ya gayrimüslim Araplardır yahut da İslâm’ı bırakıp beşerî küfür ideolojilerini din gibi benimseyen sözde Muslümanlardır. İslâm önderlerini bırakıp da Mişel Eflak’ların ve benzerlerinin peşlerine düşenlerden salim ve sıhhatli görüşler beklemek zaten abes olur.

Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlı İslâm devletinin batmasının başlıca sebepleri arasında Arap isyanları da vardır. Hicaz’da Şerif Hüseyin, Necid’de Abdulaziz b. Suud, bin Lavrens’ten, diğeri Sir Jonn Philby’den çil çil İngiliz altınlaarı alarak İslâmiyete. Hilâfete ve Araplara ihanet etmişlerdir. Osmanlı devleti yıkılınca kâfir işgal ordularını sevinç içinde karşılayanlar, Kuds-i Şerif’e giren general Allenby kuvvetlerini 1917’de davul zurna ile istikbal edenler, mezarlarınızdan kalkınız da şu Âlem-i İslâm’ın, Arap Dünyası’nın hâl-i perişanına bakınız. Kudüs’te şimdi siyon bayrağı dalgalanıyor, Filistin elden gitmiş, Arap dünyası paramparça olmuş, küfür prensipleri üzerine müesses câhiliyet ve fücur rejimleri Müslüman Araplara kan kusturuyor. Bir an için farz edelim ki Osmanlı devletinin idaresi fenaydı. Ama bugünkü fenalar ve fenalıklar kadar fena değildi. Bu İslârn devletini yıkanlar, suri de olsa Hılafet-i Muazzama-yı İslâmiye’nin kaldırılmasına sebebiyet verenler. İslâm Âlemine ve Arap kavmine büyük kötülük etmiş oldular.

İslâm şâiri Mehmed Akif “Türk Arapsız, Arap Türksüz olamaz”, diyor. Şimdi haçlı ve siyonist emperyalistler Türklerle Arapları tekrar karşı karşıya getirmek, savaştırmak için iblisâne plânlar hazırlamaktadır. İslâm kavim realitesini kabul eder ama kavmiyet ideoloji ve felsefesini reddeder.

Allah Türkleri ve Arapları İslâm nimeti ile şereflendirmıştir. Bizler bugünkü varlığımızı İslâm’a borçluyuz. İslâm gitti mi varlık da gider şeref de izzet de.

Tağut uşakları yüzünden, bugün sınır komşusu olan ve düne kadar aynı ülkenin birer parçası bulunan Müslüman Türkiye ile Müslüman Suriye birbirlerine Venezuela ile Moğolistan kadar uzak ve yabancı kalmışlardır. Çünkü Hama’da onbinlerce Müslümanı boğazlayanlar öyle istemektedirler.

Artık tağutî gözlükleri atmalı, tarihe, hâdiselere İslâm’ın gözlüğü ile bakmalıyız.

ZELZELE UYARISI

Düşünmek bile istemiyoruz. Fakat yazmaya mecburuz. Ülkemizin büyük kısmı ve bu arada İstanbul dünyanın zelzele mıntıkaları haritasına dahildir. Tarih, takriben her yüz senede bir İstanbul’da büyük bir zelzele olduğunu haber vermektedir.

Son büyük zelzele Sultan Adülhamid devrinde, 9’uncu asrın sonlarında olmuştu. Bir müddetten beri orta şidaette sarsıntılar adeta bizleri uyarmaktadır.

Başta Japonya olmak üzere birçok akıllı milletler zelzeleye karşı mukavim binalar ve şehirler inşâ ederek, kudretleri dâhilinde bütün tedbirleri almışlardır. Tokyo’da bizdekinden çok daha fazla sayıda zelzele olduğu ve çok yüksek gökdelenler bulunduğu halde tahribat ve zayiât olmamaktadır. Çünkü onlar, ilmin, tekniğin, aklın, vicdanın, hukukun, ahlâkın, hikmetin icablarını yerine getirmektedirler.

Bizde ise birtakım sorumsuz, ahlâksız, vicdansız, şerefsiz, namussuz, pespaye kişiler yem binaları yaparken demirinden, çimentosundan, malzemesinden çalmakta, kanun ve nizamlarca öngörülmüş tedbirleri almamakta ve şiddetli bir zelzeleye mukavemet edemeyecek binalarla ortalığı doldurmuş bulunmaktadırlar.

İşin uzmanları zaman zaman insanı dehşete veren uyarılarda bulunarak durumun vahâmetine dikkati çekmektedirler. Birkaç yıl önce büyük bir gazetedeki başlık şöyleydi: «İstanbul’un bir depremlik cam var!»

İlgililer, zelzeleye karşı halkı eğitmemektedirler. Halbuki bu iş Japonya’da çok sık aralıklarda ve millet çapında yapılmaktadır. Bir zelzele başladığında nasıl davranılacaktır? Nerelere sığınılacaktır?.. Ne gibi âcil ihtiyaç maddeleri bulundurulacaktır?.. Sivil savunmaya benzer bir halk teşkilâtı nasıl meydana getirilecektir?. .

Temelleri bozuk, yapıları bozuk, malzemeleri çürük, yüzbinlerce apartman, han, bina bina birbirlerine yaslanarak zar zor ayakta duruyor. Zaman zaman henüz tamamlanmamış inşaatların çöküşüne şahit oluyoruz. Kaçak katlar, izinsiz yapılar yerden mantar gibi bitiyor. Ağaçları ve bitki örtüsü tahrip edilen bölgelerde toprak kaymaları sonucunda evler, insanlar yok oluyor.

Bu yazı sanki ilgilileri harekete mi geçirecek?. . Türkiye zaten zelzeleler ülkesi olmuş. Siyaset, kültür, ahlâk, ticaret, iktisat, eğitim. .. Her şey sarsıntı, sallantı içinde.

MUZ CUMHURİYETLERİ

İki türlü cumhuriyet vardır. Biri, Montesquieu’nün «Kanunların Ruhu» adlı eserinde temel prensibinin fazilet olduğunu söylediği gerçek cumhuriyet diğeri de zamanımızda Orta ve Güney Amerika’da, Afrika’da çok görülen Muz Cumhuriyeti cinsinden rejimlerdir. Hakiki cumhuriyetteki faziletler nelerdir? Birincisi: Rejimin yalan değil gerçek üzerine kurulmuş olması. Orada adalet, hukukun üstünlüğü prensibi, temel insan hak ve hürriyetleri, kanun karşısında eşitlik, güvenlik, sosyal barış vardır. Meselâ İsviçre böyle bir cumhuriyettir.

Muz cumhuriyetlerinin ana faktörleri şunlardır: Yalan, hile, emanete hıyanet, vaadlerini çiğnemek onlarda esastır. Kaba güç ve hilekârlık haktan önce gelir. Devlet, bir mafia çetesi zihniyeti ile idare edilir. Hırsızlık, rüşvet, suiistimal, yağma, talan, millet malını yeme olağan ve tabiî sayılır.

Hakiki cumhuriyette berraklık vardır. Muz Cumhuriyeti ise bulanıktır. Muzcu kurtlar sisli havayı severler.

Muz cumhuriyetlerinde kurtarıcı diktatörler, büyük şefler, ömür boyu seçilmiş başkanlar olur. Onlar, sözde kurtardıkları Asiye’lerin bilahare ırzına geçen büyük şahsiyetlerdir. Hatâsızdırlar, millet onlara minnettar ve mahkûmdur. Kurtarıcılar kendilerini tenkid edenin anasını ağlatırlar.

Muzlu cumhuriyetlerde kurtarıcılar ve etrafı, iktidara geçtikten sonra zenginleşirler. Onlara kimse «nereden buldun?” diyemez.

Muz cumhuriyetleri birer ideoloji rejimiyle idare olunurlar. Sonu …izm’le biten nizamları, sistemleri olur. Okullarda çocukların, iletişim vasıtalarıyla halkın beynini yıkayıp bu ideolojilerin gerçeğin tâ kendisi olduğu yalanını zihinlere kazımağa çalışırlar.

Muz cumhuriyetlerinin sadece adları cumhuriyettir. Aslında onlar bir auto-colonie, bir kendi içinden sömürge durumundadır. Kâğıt üzerinde temel insan hak ve hürriyetlerinden bahseden operet anayasaları bile vardır onların.

Muz cumhuriyetlerinin temel prensipleri kokuşmuşluktur (corruptıon). Bu yönden onlara sadece Muz Cumhuriyeti denileceğine, «Kokuşmuş Muz Cumhuriyeti” denilse daha uygun olur.

26.10.1991