Daha önce de yazmıştım, bendeniz Müslümanım ama İslâmcı değilim, Türküm ama Türkçü değilim. Türkiye’nin, Türklerin iyi olmalarını, yükselmelerini isterim ama bunun için herhangi bir

“…çülüğe”

ihtiyacım yoktur. Bir ülkede yaşayıp, bir toplumun içinden çıkıp, onların iyiliğini istememek, onların iyiliği için çalışmamak çok kötü bir şeydir. Hele vatanının, halkının aleyhinde çalışanlar ve konuşanlar çok alçak ve çok soysuz kişilerdir.

Bütün İslâmcıları kasd etmiyorum, bir kısım İslâmcıların malı götürdüklerini, haram servetler edindiklerini tevâtür beyyinesi ile duyuyoruz.Onlara lânet ediyorum. İslâm’a zarar veriyorlar, Müslümanlara leke sürüyorlar.

Birtakım milliyetçilerin ve Türkçülerin, geçen koalisyon zamanında neler yaptıklarını çok iyi biliyoruz. Bilmemek mümkün müdür? Gazeteler yazdı, televizyonlar verdi, bazı konular mahkemelere intikal etti.

Doğru, dürüst, ahlâklı, faziletli, vatansever, haram yemez, kara para sahibi olmak için dolap çevirmez temiz İslâmcılar ve Türkçüler başımın tacı olsunlar. Ben İslâmcı ve Türkçü değilim ama böylelerini severim, onlara hürmet ederim.

Neyse bu girizgâhtan sonra asıl konuya geçeyim. Ortada bir rivayet var:

– Bazı önemli makam ve mevkilere Türkler getirilmeyecek…

– Yine böyle makamlara dindar ve samimî Müslümanlar getirilmeyecek…

Ülkemizde böyle gizli bir protokol olduğu iddia ediliyor. Bu ülke ve bu halk, büyük bir cihan imparatorluğunun enkazı üzerine kurulu olduğu için bizde hayli ırk ve köken bulunmaktadır. Bunlar Türkçe konuşmakta, büyük ölçüde Türkleşmiş bulunmaktadır. Türkiye’nin bütün makamları ve mevkileri elbette, kökeni ve etnik grubu ne olursa olsun bütün ehil vatandaşlara açıktır.

O halde Türklere de açık olmalıdır. O halde Müslümanlara da açık olmalıdır.

Birtakım önemli ve hayatî makam ve mevkiler, sadece bir gruba kapalı olmalıdır. Çünkü onlar iki kimliklidir, iki renklidir, kendilerini gizlemekte ve taqiyye yapmaktadır.

Zahiren Türk ve Müslüman görünüyorlar, gerçekte ise başka bir ırka ve başka bir dine mensupturlar.

Türkiye, adından da anlaşılacağı üzere Türklerin, Türkçenin hâkim olduğu bir ülkedir. Bu ülkede Türkleri dışlamak çok yanlış bir şeydir ve memleketin yüksek menfaatlerine aykırıdır. Önemli olan, bir takım makam ve mevkilerin şu veya bu ırka mensup olanlara verilmesi değil,

ehil

olan kimselere verilmesidir. Yine bazı rivayetler var: Birtakım makam ve mevkilere

Oğuz Türklerinin

gelmesi doğru olmazmış… Allah Allah! Kim çıkartmış bunu?

Oğuz Türkleri, Osmanlı devletini kurmuş olduklarından dolayı cezalandırılmak mı isteniyor? Eğer layık ve ehil iseler, birtakım önemli makam ve mevkilere Türklerin, Oğuz Türklerinin geçmesinden ve memlekete, millete, devlete hizmet etmesinden daha normal, daha tabiî ne olabilir?

Türklere tatbik edilen gizli ve sinsi boykot ve dışlama dindar Müslümanlara da tatbik ediliyor. Şu yüksek makama şu zat çıkamazmış çünkü o dindarmış, namaz kılıyormuş, hanımı başını örtüyormuş… Bu gibi düşünceler, protokollar ne büyük saçmalıktır.

Gelelim Yahudilere:

İngiltere’de Disraeli, Fransa’da Mendes France, Avusturya’da Kreisky gibi Yahudiler

başbakan olmuşlar ve ülkelerini idare etmişlerdir. Avusturya ile İsrail arasında, Sovyetler Birliği’nden gelen kaçak göçmenler konusunda bir ihtilâf çıkmıştı, o zaman Yahudi Kreisky şöyle demişti:

– Ben Avusturya başbakanıyım, Avusturya’nın menfaatlerini korumakla vazifeliyim!

Osmanlı İmparatorluğunda,

Sultan İkinci Abdülhamid

devrinde Yahudi kökenli bir Paşa Sadrazamlık yapmıştır. Devlete, millete, Padişaha, Halifeye hizmet etmiştir. Vatandaş açık Yahudi, nüfus kartının din hanesinde Musevidir yazılı; bu zat şu veya bu vazifeyi hakkıyla yapmaya ehliyetli ve liyakatli ise geçsin o makama, yapsın hizmetini, biz de yararlanalım.

Buna kim itiraz eder? Bizim itirazımız, iki kimlikli, iki dinli, iki ırklı bir azınlığın ülkemizde tekel, hakimiyet, saltanat kurmak istemesidir. Çoğunluğu teşkil eden Türkleri ve Müslümanları sevseler, yine fazla itiraz etmeyeceğim. Sevmiyorlar, Türklere ve Müslümanlara

“Acı Soğan”

diyorlar.

Bir makama, bir mevkie geçtikleri zaman vatanseverce hizmet ediyorlar mı? Orası da şüpheli.

Profesör Yalçın Küçük,
onların üç temel prensibinden birinin
“rant yemek”
olduğunu söylüyor.

İçinde yaşadığımız şu 2006