Türkoloji
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Mart 2019
Salı
Bu ülkenin adı Türkiye’dir. Etnik kökenleri ne olursa olsun bu ülkede yaşayan halk Türkiyelidir ve Türkleşmiştir. Bu ülkenin, bu milletin, bu devletin dili Türkçedir. Öyleyse, Türkiye Türkoloji ilminde, araştırmalarında dünya birincisi olmaya mecburdur. Olamazsa ayıptır, yazıktır, rezalettir, hiyanettir. Şu anda ülkemizdeki Türkoloji araştırmaları, çalışmaları, faaliyetleri son derece yetersizdir. Başka ülkelerin kendi dilleri için yapmış olduklarına benzer ve o ayarda geniş, zengin, mükemmel bir Türkçe Lügati’miz bile yoktur. Lisan, gramer, edebiyat tarihi, etimoloji sözlüğü gibi kitaplarımız son derece yetersizdir; hattâ bazısı hiç yoktur. Devlet bu işin üzerinde durmuyor. Resmî ideoloji, bozuk düzen dilimizi küçültmüş, zayıflatmış, bozmuştur. Gayret sivil kesime; millete, aydınlara, vatanseverlere, seçkinlere düşmektedir. Neler mi yapılabilir? 1. Bir “Türk Lisan ve Edebiyat Vakfı” kurulabilir. Konu ile ilgisi olan yerli ve yabancı bütün uzmanlara, akademisyenlere başvurulur; ilmî araştırma ve yayın yapılabilir. 2. Büyük ve mükemmel bir Türk Lügati hazırlıklarına başlanır. 3. Türkçenin mükemmel bir gramer kitabı hazırlatılır. 4. On ciltlik, resimli bir Türk Edebiyatı Tarihi çıkartılabilir. 5. Bütün dünyadaki Türkoloji dergilerinin en mükemmeli olacak ilmî bir dergi yayınlanabilir. 6. Bizdeki lisan katliâmına, dilkırıma karşı harekete geçilir. Bu işleri kimler yapacaktır? Müslüman kesimin liderlerinin, aydınlarının, reislerinin, pabucu büyüklerinin bu konuda yapmaları gereken işler vardır. Niçin teşebbüs etmiyorlar?
Otuz kadar zengin ve tesettürlü hanım bir apartıman dairesinde toplanmışlar. Konuşulmuş, sohbet edilmiş, herkesin evinde hazırlayıp getirdiği pastalar, börekler, çörekler, kekler ortaya konulmuş, çay yapılmış, yenilmiş içilmiş. Bu toplantı esnasında sokaktan uzun ve ısrarlı korna sesleri gelmiş. Kadınlardan biri, acep bizim için mi çalınıyor diye pencereyi açmış, aşağıya bakmış ve pencereyi kapattıktan sonra içeridekilere: – Bizimle ilgisi yok, kornası çalan bir Şahin!.. demiş. Bana bunu, o toplantıya bir yakını katılan bir dostum anlattı. Tesettürlü zengin kadınların zihniyetini hiç beğenmedim. Nisbeten ucuz bir arabayı beğenmiyorlar, istihfaf ve istihkar ediyorlardı. Maalesef bir kısım varlıklı Müslümanlar arasında arabasıyla, eviyle, lüks döşemesiyle, bol kazancıyla öğünmek gibi kötü bir huy peydahlanmıştır. Ucuz ve mütevâzı şeyleri hor görmek, fakirleri aşağılamak ve dışlamak, zenginlikleriyle gururlanmak, lüks hayat sürmeyi ve israfı bir üstünlük olarak görmek… Bütün bunlar şeytanî, câhilî, İslâm dışı kuruntulardır. Bizim önderimiz Resûlullah efendimizdir. O kanaat ile yaşamış, israftan kaçınmış, kibir ve gurura asla kapılmamıştır. İslâm dini ile hedonist hayat sistemi asla birbirleriyle uyuşmaz. Lüks daireleri, tripleks villaları, pahalı mercedesleri, gösterişli ev eşyaları, gardrop dolusu elbiseleri, zengin sofraları ile öğünenler beyinsiz kimselerdir. Bizim Kitabımız, bizim Peygamberimiz, bizim büyüklerimiz mü’minleri böyle tuzaklara düşmekten korumak için sıkı öğütler vermişlerdir. Para ve zenginlik sarhoşlarının bir an önce ayılmalarını ümid ederim. Bu kafada giderlerse âkıbetleri hayr olmaz, ileride çok sıkıntı ve azap çekebilirler.
Diyanetçi bazı hocaların idaresindeki bir kitabevinde “Peygamber bir postacı idi, öldükten sonra işi bitmiştir. Sünnete lüzum yoktur. İlmihal Müslümanları sapıtmıştır. Peygamberi bırakın, benim dediklerime bakın” meâlinde hezeyanlar sarfeden zındığın kitapları satılıyordu. Lakin aynı kitabevine farmason Cemaleddin Efganî’yi, farmason Muhammed Abduh’u, reformcu ve telfikçi Reşid Rıza’yı tenkit eden ehl-i sünnet kitaplarını kabul etmemişlerdi. Efganî şiî olduğu halde, asıl mezhebini ve meşrebini gizlemiş ve kendisini sünnî olarak tanıtmıştır. Yani Müslümanlara yalan söylemiştir. Onu şiî olduğu için değil, din kardeşlerine, İslâm Âlemine yalan söylediği, iki yüzlülük yaptığı için kınıyorum. Bazı ilahiyatçı ve Diyanetçi hocalar Türkiye’nin ve İslâm dünyasının Efganî’nin, Abduh’un, Reşid Rıza’nın yolundan giderek kurtulacağını iddia ediyorlar. Bu iddia boş bir kuruntudan, şeytanî bir vesveseden ibarettir. Zındığın kitaplarını satmaya gelince: Zerre kadar iz’anı, vicdanı, feraseti olan kimseler bu adamı ve fikirlerini desteklemez, kitaplarını satmaz. Birtakım hocalar nasıl hesap verecekler?
Strasburg’daki Avrupa Mahkemesi’ne büyük ümitler bağlanmıştır. Türkiye’de başörtüsü konusunda zulme uğrayan, din ve vicdan hürriyetleri çiğnenen öğrenci kızlarımızın velileri bu mahkemeye müracaat ederken bazı hususlara dikkat etmelidir. Müslüman kesimin başını çeken birtakım kalantor, çok zengin, çok iddialı adamlar bu gibi konularda halka önderlik etmeli, yolları aydınlatmalıdır. Türkiye’nin ve dünyanın en güçlü hukukçuları bu konuda yardımcı olarak seçilmeli ve tutulmalıdır. Aksi takdirde çok sarih, çok haklı dâvalar bile kaybedilebilir. Müslümanlar bugünkü kafada giderlerse bu konuda da hayal kırıklıklarına uğrayacaklardır. Uyarıyorum. 17 Şubat 1999