Tüzük
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Pazartesi
Samimî, vasıflı, olgun, ehliyetli, liyakatli, ihlaslı Müslümanların hizmet ve faaliyet tüzüğü:
(1) İslâmî faaliyet ve hizmetlerde temiz bir niyete sahip olunmalıdır. Şayet bu hizmetler Allah için yapılıyorsa, bunların faturası kullara çıkartılmamalı, mahlûkattan (yaratıklardan) ücret istenmemelidir. Aksi taktirde ihlâs bozulur, hizmet ve faaliyetlerin bereketi kalmaz. “Allah için kurban, küp için kavurma” zihniyetiyle hizmet edenler münâfıktır.
(2) İslâmî hizmet ve faaliyetler DİN, İMAN, KUR’ÂN, PEYGAMBER VE SÜNNETİ, ŞERİAT VE İSLÂM AHLÂKI için yapılmalıdır. Cemaatler, meşrebler, tarikatler, zümreler AMAÇ değil, ancak ARAÇTIR. Bunlar kesinlikle asıl gaye ve maksat haline getirilmemelidir. Nurcuların Nurculuk, Nakşîlerin Nakşîlik, şucuların şuculuk, bucuların buculuk için çalışmaları yanlıştır. Vasıta ve metodları gaye haline getirmemek gerekir. Aksi taktirde hizmet ve faaliyetler saptırılmış olur, Müslümanlar parçalanır.
(3) Bütün İslâmî hizmet ve faaliyetler ÜMMET şuuru (bilinci) içinde yapılmalıdır. Ümmet şuuru yok, cemaat asabiyeti var.Bu bir sapmadır.
(4) Mezhep, tarikat, cereyan, cemaat adına para toplanmamalıdır. Bazı hizmet ve faaliyetleri, erbabı ve uzman olanlar, dini ve mukaddesatı âlet etmeden ifa etmelidir. Açık konuşalım: Nurcuların para toplaması doğru değildir. Bediüzzaman hazretlerinin metoduna muhaliftir. Nakşîlerin para toplaması doğru değildir. Pîran hazeratının yoluna ve metodlarına aykırıdır. İslâm, iman, Kur’ân, Peygamber, mukaddesat, Şeriat, Tarikat, Marifet adına para toplanmaz. Bu gibi para toplamalar (bir nevi enduljanslar) İslâm’ın, Kur’ân’ın, Sünnetin ruhuna aykırıdır. Ulvî ve aziz olan din ve mukaddesat süflî ve denî olan paranın ve maddî menfaatin üzerinde tutulmalı, bunlar birbirine karıştırılmamalıdır. Aksi taktirde din sömürüsü olur, saf ve cahil halk din adına dolandırılır, İslâmî hizmet ve faaliyetler dejenere olur, Müslümanlar zelil duruma düşer. Tabiî arada birtakım din bezirgânları ve simsarları çok zengin olur. Bu konuda Bediüzzaman’dan ibret almamız gerekir.
(5) Dinî hizmet ve faaliyetlerde BÜTÜN ile PARÇA birbirine karıştırılmamalıdır. Herhangi bir parçayı bütün ile özdeşleştirmek son derece yanlıştır. Hangi parçaya mensup olurlarsa olsunlar bütün Müslümanlar BÜTÜN’de, BÜTÜN etrafında birleşmeli ve toplanmalıdır.
(6) Şu düstur bir an bile hatırdan çıkartılmamalıdır: Müslümanlar, çeşitlilik içinde sarsılmaz bir vahdet (birlik) teşkil ederler. Vahdet yoksa çeşitlilikler meşru olmaz, bir işe yaramaz. Önce vahdet…
(7) Hangi tarikata, cemaate, cereyana mensup olurlarsa olsunlar, bütün hür ve erkek Müslümanlar farz namazlarında camilerde cemaat olmalıdır. Cemaatten ayrılmak dinden kopmayı tevlid eder (doğurur). Camideki cemaat safları içinde çeşitli meşreblere, tarikatlara, çeşitliliklere mensup Müslümanlar son derece düzgün sıralar halinde Allah’a ibadet etmelidir.Şu veya bu sebep dolayısıyla imamları beğenmeyen, camilere gelmeyenler mutlaka kendi aralarında cemaat olmalıdır. Farz namazları devamlı şekilde münferiden (tek başına) kılmak, son derece vahim ve büyük bir bid’attir.
(8) Bir Müslümanın Allah katında derece ve rütbesi, şu veya bu cemaate ve tarikata mensup olmasıyla ölçülmez. Bu ölçü, Kur’ân’da açıkça bildirildiği üzere TAKVA’dır. Hangi Müslüman daha takvalı ise, onun derecesi daha yüksektir. Mücerred (sadece) Nurculuk, Nakşîlik, Kadirîlik, şuculuk, buculuk kerem ve rütbe kazandırmaz. Cemaat ve tarikat mensupları bunu iyi bilmelidir.
(9) Kur’ân mü’minleri uyarıyor: Yahudiler ve Hıristiyanlar kendi ruhbanlarını (din ulularını) erbab (rabler) haline getirmişlerdir. Müslümanlar kendi din âlimlerini, tarikat şeyhlerini, üstadlarını, ağabeylerini, hocalarını, hocaefendilerini, hazretlerini, muhteremlerini putlaştırmamalıdır, erbab yani tanrılar haline getirmemelidir.
(10) Vasıflı, olgun, terbiyeli, kerim, muhsin, mürüvvetli Müslümanlar, başka şeyhlere, kendi şeyhlerine hürmet ettikleri gibi hürmet ederler, onlara saygısızlık etmezler, onların aleyhinde konuşmazlar. Başka şeyhlerin aleyhinde konuşan kişi derviş değil, câhil ve kaba saba bir adamdır.
(11) Bütün İslâmî hizmet ve faaliyetlerde şu iki önemli husus gözönünde bulundurulmalıdır: Birincisi: İslâm’ı yakalamak, ona uymak; ikincisi: Çağın gerekleri neyse ona uygun şekilde çalışmak. Yâni hem İslâm’ı, hem çağı yakalamak.
(12) Büyük paralar harcayarak kubbeli, uzun minareli, şatafatlı beton cami binaları yaptırıp da, bunların mihrablarına geçecek imamlar, minberlerine çıkacak hatibler, kürsülerine oturacak vaizler için yatırım yapmayanlar, güçlü din hizmetkârları yetiştirmeyenler gaflet, cehalet, şuursuzluk sergilemektedir. Cami denilince önemli ve esas olan bina değil, o binada hizmet verecek ehliyetli elemanlardır. Bütün gücünü binaya, şekle, kalıba verip de ruhu ihmal edenler başarılı hizmet yapamaz.
(13) Bütün İslâmî hizmet ve faaliyetlerin ana gayesi YETERLİ SAYIDA VASIFLI, GÜÇLÜ, ÜSTÜN, BAŞARILI Müslüman yetiştirmektir.
(14) İslâmî hizmet ve faaliyetlerde kemmiyet (kelle sayısı, rakam çokluğu) değil KEYFİYET ÜSTÜNLÜĞÜ, VASIF ön planda tutulacaktır.
(15) Hâfızlık İslâmî bir ilim değildir. İslâmî ilimler listesinde hâfızlık diye bir madde yoktur. Binaenaleyh sadece hâfız yetiştirmekle bir hizmet yapılmış olmaz. Hâfızlara mutlaka YETERLİ miktarda din ilimleri, dünya kültürü ve sanat kazandırılmalıdır. Aksi taktirde, bu ümmetin maddî imkânları sadece hafız olanları doyurmaya, bakıp beslemeye yetişmez ve bu gibi hâfızlar namaz kıldırmaktan, hatim indirmekten, cenaze kaldırmaktan başka bir işe yaramaz.
(16) Bu çağın Müslümanları iki ateş arasında kalmışlardır. Bir tarafta agresif ve insafsız din düşmanları, öbür tarafta din sömürücüleri. Bu iki zümrenin en tehlikelisi ikinci sınıftır. Müslümanlar behemehal bu haşaratın zarar ve tahribatından kurtarılmalıdır. Aksi taktirde kurtuluş güneşi doğmayacaktır. Ümmet-i Muhammed din sömürücüsü, mukaddesat bezirgânı münafıklara karşı uyarılmalıdır.
(17) İslâm Allah katından gönderilmiş MÜKEMMEL dindir. Allah yanılmaz, hatâ yapmaz. Binaenaleyh dinde reform değişiklik, yenilik yapılamaz. İslâm’ın kesin hükümlerinde en ufak bir değişikliğe gidilemez. Böyle bir şey, en büyük hıyanet olur.
(18) Muhammed aleyhisselatü vesselamın dinî hükümlerle ilgili bütün sözleri, fiilleri, susması veya konuşması, tek kelime ile sünneti ilahî vahy ve ilham iledir. Binaenaleyh onlarda da hiçbir yanlışlık yoktur ve değiştirilmeleri, tâdil edilmeleri istenemez. Peygamberin sünneti İslâm’ın ikinci temel kaynağıdır.Sünneti kaynak olmaktan çıkartmak büyük bir sapıklıktır, İslâm’a ihanettir.
(19) Müslümanların zihinlerine nakş etmeleri ve hayata uygulamaları gereken temel prensiplerden biri şudur: Biz dinimizi kendimize değil, kendimizi dine uydurmakla mükellefiz, böyle çalışmamız gerekir.
(20) Bütün mü’minler birbirlerine Allah tarafından kardeş yapılmıştır. Şu veya bu sebeple mü’minlerle olan kardeşlik bağını kopartanlar zâlimdir, câhildir, yanlış yoldadır. Din kardeşliği, talâkı olmayan bir nikâh gibidir. Arada uyuşmazlık da olsa bu kardeşlik korunacaktır, kardeşliği bozacak davranışlardan kaçınılacaktır.
(21) Muhammed Bahaüddin Nakşibend hazretlerine mensup olduğunu iddia eden, fakat onun yolundan gitmeyen kimseler gerçek Nakşî değildir, surette Nakşîdir. Yine kendilerine Nurcu deyip de Bediüzzaman hazretlerinin yolundan gitmeyen, nasihatlarını ve tâlimatını yerine getirmeyen kimseler de ismen nurcudur, gerçekte değildir. Kadirîlik, Rufaîlik, Halvetîlik, diğer tarikatlar ve cereyanlar hep böyledir. Efendi! Filân efendi hazretlerinin yoluna girmişsen, o yolun gereklerini yerine getireceksin. Hem (……) yim diyorsun, hem de o kâmil mürşidin yolundan gitmiyorsun, böyle bağlılık ve intisab olur mu? Bütün kâmil mürşidler Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin halifeleri, vârisleri, vekilleri durumundadır. Onların hepsi de kutsal şeriata ve mübarek Sünnete uymuşlardır. Onlara mensup olduklarını iddia edip de Şeriata ve Sünnete aykırı işler işleyenler samimî değildir, gerçek bağlı ve mürid değildir. Ne mutlu büyüklerin yollarından giden, onların yüksek ahlaklarını taklid eden gerçek bağlılara. Selâm olsun onlara… 29 Kasım 2005