Pazartesi

 

Ucuz, kolay, işporta işi reçetelerin hiç bir faydası yoktur. Bunlar birer afyondur. Bütün hastalıkların çaresi vardır. Yeter ki, çaresi ve ilacı bilinsin ve gereği gibi ciddiyetle tedavi edilsin.

Okuma-yazma bilmese de, ilkokul mezunu olsa da benim bütün Müslümanlara sevgim, saygım vardır. Lakin ehliyetsiz ve yetersiz kişilerin akıllarının ermediği meselelerde ve konularda kesin hükümler vermelerini, asıp kesmelerini, tozup savurmalarını doğru bulmuyorum. Şimdi zamanımızda doktor, mühendis, işletmeci, turizm uzmanı… velhasıl yüksek tahsil yapmış her kişi, ihtisası (uzmanlığı) dahilinde olmayan iki önemli şeye burnunu sokmaktadır: Din ve siyaset.

Fazla tahsil görmemiş halk da aynı durumdadır. Balıkçı, kayıkçı, seyyar satıcı, bakkal, yoğurtçu, yorgancı, yumurtacı… onlar da din ve siyaset konusunda, işin ordinaryüs profesörüymüş gibi konuşuyor, ahkâm kesiyor.

Şimdi sözüm dindar olanlaradır. Hazret-i Peygamber’in, “Siz ne haldeyseniz, öyle idare olunursunuz” hadîsini biliyorsunuz. Bu hikmetli sözün ışığında düşünürsek bugünkü idare bizim layık olduğumuz bir idaredir. Aksini iddia etmek, Peygamber’e karşı çıkmak olur.

İyi bir idare mi istiyorsunuz? Öyle bir idareye layık olmak için ne gibi şartlar gerekiyorsa onları yerine getirmeniz lazımdır. Hem bugünkü tefrika, isyan, tuğyan, günah, bid’at, tembellik, nefsaniyet, nifak, şikak, fitne, fesat içinde bulunacağız, hem de kurtulacağız. Selim bir aklın böyle bir şeyi ümit etmesi mümkün müdür?

Peygamber, içinde bulunduğumuz âhir zamana dair nice hadîsler buyurmuş, haberler vermiştir. Onlar bir bir tahakkuk ediyor.

Birtakım ucuzcu, kolaycı, bedavacı adamlar “Biz İslâm sistemi kuracağız, Asr-ı Saâdet’i geri getireceğiz” şeklinde propagandalar yapıyor. Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz.

Şu anda devletin başında Süleyman bey bulunuyor. Onun bir takım fikirlerini, beyanlarını, icraatını, siyasetini kabul etmemiz elbette mümkün değildir. Lakin, bunca olumsuzluğa rağmen yine de az buçuk hürriyet ve demokrasi mevcuttur. Basın hürriyeti vardır, yazabiliyoruz. Ülkede sivil bir rejim hüküm sürmektedir.

Süleyman bey gitse, yerine Çevik Bir Paşa gelse daha mı iyi olur? Yoksa büsbütün kötüleşir mi siyasî durum?

Müslümanlar, yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak için tedbirli hareket etmeye, teennili olmaya mecburdur. Delidana gibi siyaset yapılmaz.

Siyaset büyük kültür, birikim, tecrübe isteyen bir sahadır. Firasetli, fetanetli, basiretli, hikmetli olmayanların siyasetlerinde, siyasî görüşlerinde hayır yoktur.

Bazı İslâm büyükleri siyaseti şu şekilde tasnif etmişlerdir:

1. Nebevî siyaset. 2. Sıddıkların siyaseti. 3. Âdil İslâm sultanlarının siyaseti. 4. Zâlim İslâm sultanlarının siyaseti. 5. Şeytanların siyaseti.

Futbol kulübü tutar gibi hooliganca siyaset yapılmaz.

İkinci dünya savaşında Alman orduları Kırım’ı istila edince, bir takım Kırımlılar bu orduyu bir kurtarıcı gibi karşıladılar ve Almanlarla işbirliği yaptılar. Bu çok yanlış bir siyasetti. Almanlar geri çekildikten sonra Stalin canavarı bütün Kırımlıları hayvan vagonlarına doldurttu, vatanlarından feci şartlar altında sürdü. Halkın yarısı yollarda can verdi. Zalim diktatör, Kırım özerk cumhuriyetini de haritadan sildi, o ülkeyi Ukrayna’ya bağladı.

Kırımlılar Almanları desteklememiş, Sovyetler Birliği’ne bağlı görünmüş olsalardı, Nazi kuvvetleri çekildikten sonra itibarlarını ve cumhuriyetlerini muhafaza etmiş ve Sovyetler Birliği yıkılınca bağımsız bir Kırım Cumhuriyeti olmuş olacaktı.

Para, şöhret, riyaset, itibar, alkış kazanmak için yapılan ucuz siyasetler, ucuz muhalefetler İslâm dâvasına ve Müslümanlara uğur getirmez.

Gerek yüksek tahsil yapmış, gerekse okumamış halk tabakasına mensup olan Müslümanları uyarıyorum:

Kendi kafanıza göre aptalca siyasî teoriler üretmekten, faydasız reçetelerin çığırtkanlığını yapmaktan vaz geçiniz.

Ucuz, kolay, işporta işi çare ve çözümlere iltifat etmeyiniz.

Rabbanî ve Nebevî siyaset reçeteleri arayınız.

Para ve Mülk Çılgınlığı

17 Ağustos 1999 zelzelesinden sonra gerek Trakya, gerekse Anadolu yakasındaki İstanbul köylerinde çok tarla, bahçe, arazi tek katlı evler, villalar yapılmak üzere satın alındı. Arazi fiyatları başdöndürücü şekilde yükseldi. Nice köylerde birkaç emlakçı dükkanı açıldı. En küçük bir tezgahın, atölyenin bulunmadığı yerlerde açılan emlak büroları Türkiye’yi kemirip çürüten hastalığın göstergeleridir. Yola yakın, suyu ve elektriği olan, etrafında birkaç güzel ev yapılmış olan mevkide bir dönüm arsaya veya bahçeye yirmibeş otuz milyar lira istiyorlar.

Tarla satarak zengin olan köylüler bu paraları nasıl kullanıyor?

Ziraat, çiçekçilik, arıcılık, hayvancılık, süt ve peynircilik, sebzecilik konusunda yatırım yapıyorlar mı? Maalesef hayır. Çalışkan, akıllı, karakterli, ahlâklı, faziletli olanları tenzih ederim ama tarla ve bahçe satarak büyük para kazananların bazısı eski evlerini bırakıp betonarme çok katlı binalar yaptırıyor, otomobiller alıyor, evlerine lüks eşyalar koyuyor. Velhasıl ellerine geçen paraları, sermayeyi israf edip bitiriyor. Hem onlara yazık, hem memlekete. Bir ülke, bir millet bu ahlâkla kalkınmaz, mâmur ve güçlü olmaz.

Geçenlerde yazdım. Saksı içindeki salon çiçeklerimiz, fidanlarımız bile Hollanda ve İtalya’dan geliyor. Lüks eşya satan firmalar İtalya’dan saksı ve çömlek getirtiyor. Sanayimiz, üretimimiz her geçen gün gerilerken, tüketim çılgınlığı, israf, beyinsizlik ilerliyor. Tatil günleri, lüks restoranların geniş otoparklarında bir arabalık yer bulamazsınız. Parası, imkanı olanlar, fırsat bulanlar yiyor da yiyor.

Türkiye’ye uçak, yüzde yüz yerli ve millî otomobil, elektronik eşya fabrikaları kurması gereken dev zenginlerimiz Avrupalılarla şirket kurarak ayran ve reçelli yoğurt fabrikası kuruyor. Biz bu kafayla gidersek yakın zamanda sütümüzü yoğurdumuzu da Batı’dan ithal ederiz.

Şimdi üç seneden beri şiddetli bir kriz var, mülk alım satımı ve yapımı biraz geriledi. Eskiden eline büyük para geçen yeni zenginlerimiz, türedilerimiz çılgınlar gibi lüks evler, lüks yazlıklar yaptırıyor veya satın alıyorlardı. Sultanahmet’te küçük bir halıcı dükkanı olan genç bir vatandaş turistlere fahiş fiyatlarla halı ve kilim satarak büylük paralar kazanınca aklî dengesini yitirmişcesine iki lüks otomobil birden almıştı. Lüks, pahalı, gösterişli lokantalara gidiyorlar, garson “İskender kebanız bir mi, bir buçuk porsiyon mu olsun?” diye sorduğunda baba hindi gibi kabararak, kasılarak “İki olsun, iki!..” diyorlardı. Lüks, israf, beyinsizlik, görmemişlik, türedilik, sonradan görmüşlük toplumumuzun bir kesimini kanser gibi kemiriyor.

Üç ay kadar önce Vakko’nun Merter’deki fabrikasına ve satış yerine gitmiştim. Müzelerden, özel kolleksiyonlardan model çıkartarak yüzlerce çeşit Osmanlı-Türk-İslâm kumaşı üretmiş olan bu müssesenin sahibi Bay Vitali Hakko, seksen yedi yaşında olmasına rağmen, sırtında beyaz bir iş gömleği olduğu halde genç bir insan gibi müessesesinde, işinin başında çalışıyordu. 04 Nisan 2000