Ufuklar Pembe Değil
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Perşembe
Son cumhurbaşkanlığı krizinden önce pembe gözlüklerini takmışlar ve
gibisinden konuşmalar yapmışlardı.
Diyelim ki, kırsal kesimde yaşıyorsunuz. Bir gün baktınız karıncalar yuvalarından çıkmışlar, öbek öbek toplanmışlar… Yılanlar deliklerinden dışarıya fırlamış, kümes hayvanlarında bir telaş ve huzursuzluk var…
Yıllardan beri bu memlekette çok anormal şeyler oluyor. Çivisi çıkmadık hiçbir kurum, kesim, iş kalmamıştır. Bizim halkımız homojen bir yapıya sahip değildir. Bir yığın çeşitlilik vardır. Bu çeşitlilikler toplumsal uzlaşma, sosyal barış şemsiyesi altında birlikte yaşıyorlar, geçinip gidiyorlardı. Lakin
Dehşetli bir kültür kopukluğu oldu.
Her sahada kirlilik ve kokuşma dehşet verici boyutlara ulaştı.
Son otuz kırk yıl içinde akıl almaz bir
yaşandı.
İki büyük dünya imparatorluğuna başkentlik yapmış İstanbul, kırsal kesimden, taşradan gelenlerin kültürüne yenik düştü.
Suçlarda korkunç bir patlama var. Hapishaneler lebalep dolu. Verilen cezalar yetersiz. Herkesi okur-yazar edeceğiz, gençliğin büyük kısmına yüksel tahsil yaptıracağız dediler, eğitimi ve üniversiteleri sulandıra sulandıra bugünkü hale getirdiler.
Dehşetli bir güç olan büyük
Ülke geliri âdil bir şekilde dağıtılmıyor. Mutlu bir azınlık gelirin yüzde 60’ını alıyor. Geri kalan yüzde 40, yetmiş milyon halka yetişmiyor. Siyaset kirli mi kirli… Bizdeki
1999’da büyük bir deprem yaşadık, aradan bunca yıl geçti tedbir alamadık. Türkiye’nin durumunu, manzarasını, halini anlamak için ona şu gözlüklerle bakmak lazım:
(1) Gerçekçi bakışlarla…
(2) Tarihten, tarih felsefesinden nasibi olanların bakışıyla…
(3) Büyük düşünürlerin bakışıyla…
(4) Bilgelik gözlüğüyle…
(5) (Müslüman olanlar için söylüyorum…) Din ve tasavvuf gözlüğüyle…
Bu gözlüklerle bakılmadıkça Türkiye’nin geleceğini kestirmenin imkânı yoktur.
Geçenlerde İstanbul’da bir stadyumda iki büyük takım arasında futbol maçı yapıldı. Akıl almaz rezaletler, kepazelikler, bayağılıklar, çılgınlıklar, beyinsizlikler sergilendi. Bunları yapanlara
diye sorsanız, onlar da cevap mahiyetinde birtakım laflar etseler, bunların ne kıymeti olur?
Şartlanmış beyinler gerçekleri göremezler. Hani ortalık güllük gülistanlıktı… Hani ufuklar pespembeydi… Hani her şey yolundaydı… Peki, bundan sonra ne olacak? Kimseyi üzmek istemem ama geleceğimizi hiç parlak görmüyorum.
Irak’taki Kürt lideri ne dedi:
Ülkemizde kaç devlet var? Bir, bildiğimiz
devleti, sonra bir yığın
Bundan önceki seçimde yüzde 34 nispetinde oy almışlardı, bu sefer ne alırlar acaba?
Kendilerinde akıl, hikmet, tecrübe, birikim, uzak görüşlülük olsa kendi ihtiyarlarıyla (arzu ve seçimleriyle)
düşünürler.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde ne büyük yanlışlar yaptılar. Halkın yüzde 34’ünün oyuna sahipsin ve hiç kimseye danışmadan, herhangi bir uzlaşma ve anlaşma yapmadan, dediğim dediktir zihniyetiyle devlet başkanını seçmek istiyorsun. Bu kadar basiretsizlik olur mu? Halkın yüzde 66’sını hesaba katmadan siyaset yapılır mı?
Diyelim yüzde 19 oy alan CHP ile bir anlaşma ve uzlaşma yapılamadı, onların dışında da yüzde 10’luk çok sert, ödünsüz bir zümre daha var.
Geçenlerde yazdığım bir fıkrada siyasetten fazla anlamadığımı söylemiştim ve ilave etmiştim
Öyle de, olup bitenleri gördünüz.
Cumhurbaşkanı konusunda önceden uzlaşma, anlaşma sağlanmış olsaydı; partilerüstü, liberal demokrat, insan haklarına bağlı bir akademisyen aday yapılmış olsaydı, yeni Cumhurbaşkanı tek celsede gürültüsüz, patırtısız, krizsiz halledilmiş olacaktı.
Halkın tamamının insan haklarından ve hürriyetlerinden kısıntısız olarak yararlanması… Çoğunluğun ikinci sınıf vatandaş olarak görülmemesi… Hukukun üstünlüğü prensibinin hayata geçirilmesi…
Bunları dindar, eşinin başı örtülü, partili, halkın sadece yüzde 34’ünün desteğini almış bir kimse gerçekleştirebilir mi?
25 Mayıs 2007