Salı

 

Merhum Adnan Menderes, ağzından kaçırdığı iki söz yüzünden iktidardan indirilmiş ve asılmıştır. Bu sözün birincisi, Antalya’da ve İzmir’de olmak üzere iki kere tekrarlamış olduğu “Bu millet Müslümandır, bu memlekette İslâmiyetin bütün icapları yerine getirilecektir” sözüdür. İkincisi de, başında bulunduğu Demokrat Parti’nin bir Meclis grup toplantısında “Arkadaşlar, millet size vekalet vererek Meclis’e göndermiştir. Siz isterseniz Hilafet’i bile ihya edebilirsiniz” cümlesidir.

Militan din düşmanları, iki kimlikli Sabataycılar “İslâmiyet’in bütün icapları yerine getirilecektir” sözünden çok işkillenmişler, çok tedirgin olmuşlardı. Hele, “Arkadaşlar! Siz isterseniz Hilafet’i bile geri getirebilirsiniz…” cümlesi bardağı taşıran son damla olmuş ve Adnan Menderes’in idamına yola açmıştır.

Menderes hakkında, “Anayasayı ihlâl ettiği için idama mahkum edilmiştir” hükmü zevâhiri kurtarmak içindir. Asıl sebep İslâm’a ve Müslümanlara tâviz vermiş olmasıdır

Kuş kadar beyni olan herkes artık iyice bilmeli, anlamalı, idrak etmelidir ki, bu memlekette devletin, hukukun, demokrasinin, millî iradenin, millî kimliğin, temel ve evrensel insan haklarının, aklıselimin; ülke, devlet, millet menfaatlerinin üzerinde gizli, esrarlı, egemen bir güç vardır. O güce karşı çıkanlar, idama kadar varan cezalara çarptırılır.

ABD’de, İngiltere’de, Kanada’da, Almanya’da, diğer ileri, medenî, hukuklu ülkelerde yaşayan Müslümanlar toplansalar ve başlarına bir halife veya İmam-ı Kebir seçseler onlara karışan, karşı çıkan olur mu? Bu Müslümanlar mahkemeye verilir mi, hapse tıkılır mı, işkenceye mâruz kalır mı? Hayır, kendilerine hiç bir şey yapılmaz. Çünkü din ve inanç hürriyeti insanların en temel hürriyetidir. Dinî teşkilat kurmak, bunun başına ruhanî bir reis seçmek medeni ülkelerde tamamen serbesttir.

Türkiye’de Ortodoks Rumların, Gregoryen Ermenilerin, Süryanilerin patrikleri var. Musevilerin hahambaşıları var. Masonların üstad-ı azamları var. Bahaîlerin Yüksek Ruhanî Mahfilleri ve din-başları var. Bu ülkede yaşayan gayr-i müslimlerin, kendi dinlerine, kendi mezheplerine göre bağımsız dinî teşkilat kurmaları, bunun başına dinî-ruhanî bir lider seçmeleri, tam bir serbestlik içinde âyin ve ibadet etmeleri serbesttir ama çoğunluğu teşkil eden Müslümanlara böyle bir hak tanınmamıştır. Onların Diyanet İşleri Başkanını devlet seçer. Diyanet dairesi devlete bağlıdır, bir genel müdürlük seviyesinde hizmet görür. Müslümanlar kıskıvrak bağlıdır, bağımlıdır.

28 Şubat buhranı esnasında Müslüman çoğunluk büyük tehlike atlatmıştır. O esnada kapalı kapıların ardında “Gerekirse yetmiş bin kişiyi bile temizleyebiliriz…” gibisinden korkunç lâflar edildiği söylenmektedir.

Üç buçuk yıldan beri din ve inanç hürriyeti ihlal ediliyor, Müslümanlara ağır baskılar yapılıyor ama bunlara karşı çıkması gereken birtakım adamlarda hiçbir tepki yok.

Son genel seçimlerden önce, bir partinin ileri gelenleri “Bize otuz milletvekili verin, başörtüsü meselesini halledelim” şeklinde konuşuyorlardı. Üç misli milletvekili kazandıkları halde onlardan çıt çıkmıyor. Çıt çıkmak bir tarafa, zulme âlet bile oluyorlar.

Meclis’te başka Müslüman milletvekilleri de var. Onlar da zulme tepki göstermiyor.

Müslüman medya, yapılan zulümlerin binde birini bile yayınlayamıyor. Zulüm, enflasyon gibi müzminleşmiştir. On beş yaşındaki başörtülü bir öğrenci kız tutuklandı ve kırk günden fazla zindanda tutuldu. Bir çocuğa bu kadar merhametsizce, zâlimâne, gaddarâne muamele edilir mi? Müslümanlar bu zulme karşı gereken reaksiyonu gösterdiler mi?Hayır, göstermediler.

Memleketin siyasî, iktisadî, sosyal durumu her geçen gün biraz daha kötüye gidiyor. Önemli bir iktidar adamı ağır hastadır. İşleri, onun iki kimlikli eşi idare ediyor. Bu hanım militan ve fanatik bir Sabataycıdır. Öylesine militan ve fanatik ki, derin devlet bile kendisinden endişe etmekte, çılgınca çıkışlarından rahatsız olmaktadır.

Şimdi Ankara’da post kavgası kulisleri başlamıştır. İpleri, gizli bir teşkilatın elinde olan bir kişiyi başbakan yapmak isteyenler var.

Milliyetçilerin ve Türkçülerin arasına Selanikli Moiz Kohen gibi ajanlar sızmıştır. Hani şu, Tekin Alp gibi buram buram Oğuz Türkü kokan sahte bir isim altında yönlendirici milliyetçilik ve Türkçülük kitapları yazan, bu kitaplardan birine “Kahr olsun Şeriat!” diye bir bölüm koyan Yahudi ajanı.

Türk milliyetçileri, Türkçüler, hepsi dindar olmasalar bile Müslümandırlar ve İslâm’a saygılıdırlar. Şimdi egemen azınlık onları da gemlemek, kontrol altına almak üzere ağlarını örmektedir.

İslâmî kesimde neler oluyor? Ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.

Türkiye bu hale nasıl düştü? Bunda azılı, aşırı, fanatik kuduz din düşmanlarının büyük rolü olduğu kadar; birtakım münafık, beyinsiz, dini imanı para olan, nefs-i emmarelerine put gibi tapan, ahlâksız, karaktersiz, namussuz din sömürücülerinin de çok büyük rolü, bol miktarda tuzu biberi olmuştur.

İslâmiyet, Ümmet, ülke için ihlasla, istikametle, dürüstlükle, yalan söylemeden, emanete hıyanet etmeden, Kitabullah’ın ve Sünnet’in ahlakî ilkelerine uyarak hakkıyla hizmet edenlerin ellerinden öperim ama hizmet yerine hezimet ve rezalet üretenlere de her zaman olduğu gibi teessüf ediyorum.

Ülkede büyük miktarda kara para vardır. Kara para modern bir tâbirdir, bunun Müslümancası haram ve kirli paradır. Birtakım şaki ruhlu adamlar, çeteler, gruplar en kutsal kavramları âlet ederek haydutça metodlarla trilyonlar, katrilyonlar toplamışlardır. Bu paralar ülke, millet ve devlet için büyük uğursuzluk kaynağıdır. Türkiye bu kara para aybından kendini temizlemedikçe iflah olmayacak, selamet bulmayacaktır. Bugün birkaç götürücü aleyhinde yapılan takibat ve tahkikat, hamamın namusunu kurtarmak kabilinden istisnâî hareketlerdir. İçişleri bakanı açık konuşmuştur, “Medyaya aksedenler, pisliğin binde biri bile değildir” demiştir.

İyi bir anayasa yapılacak ve memleket kurtuluverecek… Hayır efendiler hayır! Kurtuluş bu kadar ucuz olamaz. Ülkedeki bütün pislik temizlenmedikçe kurtuluş murtuluş olmaz. İnanan her Müslüman bilir ki, haram para ateştir, cehennem ateşidir. Dünyada da yakar, ahirette de yakar.

Bu memleketin selamet bulmasının ilk şartı Müslümanların adam olması, hakkıyla Müslümanlık yapmasıdır. Müslümanlığın temel şartlarından biri de “emr bi’l-mâruf ve nehy “ani’l-münker” yapmaktır; yani iyiliği emretmek, kötülükten de alıkoymak. Şimdi Müslümanlar bu farzı yerine getiriyor mu? Getirmiyorlar. Öyleyse ilahî gazaba ve azaba hazır olsunlar. 08 Kasım 2000