Uğursuz Bezgirgânlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Mart 2019
Ortalıkta bir sürü adam dolaşıyor. Dilleriyle Allah, Peygamber, İslâm, Kur’an… diyorlar. Bâtınlarında ne var? Onu Hak Teâlâ bilir. Lakin bu adamlar hep menfaat, para, şan, şöhret peşinde koşuyor. Nerede bir çıkar var, onlar oradalar. Hizmet falan demelerine bakmayın, onlar çileli, külfetli, eziyetli hizmetlere hiç tâlip olmazlar. Hazret-i Peygamber’in (Salat ve selâm olsun ona) “Belânın en şiddetlisi Peygamberlere gelir. Sonra derece derece hayırlı insanlara…” demiştir. Onlar belâlı hizmetlerden hiç hoşlanmazlar. Parası, ücreti, avantası bol sahte hizmetlerin meftunudurlar.
Bunlar öyle bezirgânlardır ki, makinalarının üstünden hizmet mizmet, din iman, mukaddesat, vatan millet koyarlar, altından şıkır şıkır altınlar, dolarlar, marklar, tapu senetleri akar.
Halk bunları bilmez. Komedi sürer de durur. Bu din ü iman tâcirleri kırk yıl şekersiz muhallebi satsalar bir gün müşterisiz kalmaz.
Köftehorların içleri cayır cayır yanar hizmet aşkıyla. Bu ne aşktır ki, bitmez tükenmez. Ah bu yanasıcalar! Çilesizdirler. Şeytanî şerareler uçuşan gözlerinin pınarlarında yaş görünmez.
Hizmet hususunda pek kıskanç, pek tekelcidirler. Biz edeceğiz, başkası etmesin derler. Dolarlarına, marklarına, tapu senetlerine, şanlarına, şereflerine, alkışlarına başka bezirgânların ortak olmasını istemezler.
Bir dolaptır döner durur. Devşirdikleri pis paralar, şâibeli servetler onları daha bu dünya hayatında yakmaya başlar. Allah âfiyetle yedirmez haram paraları. Bazen bir hastalık, ilahî sille olarak tepelerine iner. Bazen, ehl-i dünyadan başka bir tâife onları rezil ü rüsvay eder. Haramla beslenen oğulları kızları baştan çıkar. Âile içinde huzur, saâdet, selamet olmaz. İçlerini sinsi bir azap kemirir. Yüzleri güleçtir, içlerinde korku ve endişe fırtınaları eser. Kara paralarını, gayr-i meşru servetlerini nasıl saklayacaklarını kara kara düşünürler. Geceleyin bir ses böler uykularını: Ne olacak, ne olacak?.. der durur.
Mal ve cah hırsı bütün benliklerini sarmıştır. Eski Mısırlıların kutsal mayıs böcekleri gibi yuvarlanıp yuvarlanıp kenz ederler yüz milyarları, trilyonları. Büyükleri vardır, onların katrilyonlar devşirdiği söylenir. Bu yaptıkları kenz ne kötü kenzdir.
Sonra bir gün kıyametlerinin sûru üfürülür. Ölüm kişiye bir küçük kıyamettir buyurulmamış mıdır? Gözleri camlaşır, elleri yanlarına sarkar kalır. Bunca mal, bunca para varislere kalır. Onlar da hayrını görmez bu haram servetlerin. Belâ, musibet, hastalık, uğursuzluk, şeâmet, azap çisil çisil başlarına iner. Bu çok eski bir hikâyedir, Mahşer’e kadar sürer.
Her şey menzil-i maksuduna doğru gider. Mübrem kazayı kimse durduramaz. Sadaka ile belâlar def olur, ömür uzar, fakat eceli hiçbir güç ne bir an öne alabilir, ne de bir an geriye kaydırabilir. Doğan ölmek için doğar, yükselen her bina bir gün yıkılmak üzere inşa edilir.
Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovalar durur. Sonunda yol biter.
İnsanoğlu gafletle ziyan eder aziz ömrünü. Hesapsız kitapsız yaşar nice beşer. İmtihan edilmekte olduğunu hatırından çıkartır. Dünyaya öyle sarılır ki, hiç ölmeyeceğine iman etmiş sanırsınız.
Ne boş işlerle uğraşır bu insanlar. Mal cah, makam mevki, hesap nesep, şan şöhret, alkış tantana. Fâni tesellilerdir bunlar.
Şu adama bakın. Öyle bir servet yığmış ki, Hazret-i Nuh gibi bin yıl yaşasa yemekle bitmez. Arkadan yedi kuşak torunları yese yine bitecek değildir bunca mal ü menal. O hâlâ biriktirir. Kuduz bir ibtilâdır ondaki. Toplamak, yığmak, edinmek. A gafil nereye götüreceksin bunları?
Şu budalaya bakın. Ben ben ben… deyip duruyor. Yahu biraz da sen, o, biz, siz, onlar desene. Gramer bilmez misin hiç?
Nereye gidiyoruz? Bu ülke nereye gidiyor? Tarih bizim dışımızda mı cereyan ediyor sanıyoruz. Gemi batıyor mu, batacak mı, batmış mı, henüz dibe vurmamış mı, yoksa vurmuş ve iş bitmiş mi? Bu gemi öteki gemilere benzemez, her keştinin ayrı bir batış üslubu ve revişi vardır.
Zengin hazımsızlıktan şikâyet ediyor, fakir açlık ve sefalet içinde kıvranıyor. Herkes çileli de, çileler farklı.
Şu herif üç gün öğülmese, alkışlanmasa komaya girer geberir gider. Alkış sağanaklarında banyo yapmayı ne kadar çok sever. Beşerin ne garip ihtirasları ve şehvetleri var.
Tarihin teferruatı anlatan sayfalarında mâceraları yazılı olan beylerin, baronların, prenslerin, raca ve mihracelerin, derebeylerinin ne karışık, ne ıvır zıvır hikâyeleri var. Entrika, dolap, bir koşuşturma, bir tantana, bando davul zurna ve sonunda büyük ansiklopedilerde üç satırlık malumat. Bir de soluk bir suret.
Eskiden başka sloganlar tedâvüldeymiş. Şimdi demokrasi memokrasi, vatan millet.
Bunca hay ü huy içinde doğruya inananlar, yararlı işler işleyip dosdoğru hareket edenler var. Sayıları galiba az ama işte onlar kurtuluş ve necat yolunda ilerliyorlar. Gerisi lâf u güzaf. 11 Ocak 1999