Ülke Mafya Pençesinde
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
SalıTürkiye siyaseti ve iktisadiyatı konusunda uzman olan ehliyetli bir zatın kanaati şudur: Siyaset, iktisat, finans büyük ölçüde mafyanın kontrolü altına girmiştir. Mafya devleti büsbütün ele geçirmek için çalışmaktadır.
Bu iddiaya ben de katılıyorum. Siyaset ve iktisat son derece kirlenmiştir. Büyük medya da temiz değildir. Halk yığınları, okumuş sınıflar gerçekleri, durumu öğrenemiyor.
Ülke dehşetli ve merhametsiz tekellerin pençesi altında inliyor.
Son kriz milleti, ülkeyi, devleti sarstı ama sayıca çok küçük bir zümre krizin rantını yedi, bir iki günde milyarlarca dolar kâr etti.
Çankaya’da Cumhurbaşkanı ile iki başbakan (biri gölge başbakan, ötekisi gerçek başbakan) arasında şiddetli bir kavga olmuş. Kriz bu yüzden çıkmış… Sakın inanmayın bu aptalca yalana. Krizin patlak vermesi kaçınılmazdı. Çankaya’daki kavga bir sebep değil, bir kıvılcım olmuştur.
Bazı mafyatik güçler ülkeyi, siyaseti, iktisadı, maliyeyi, üretimi, ticareti, ziraati nasıl bitirdiler?
Düzen partileri vazifelerini yapamıyor. Milletvekilleri oy verme robotları haline getirilmiştir. Parti liderleri ortaçağ derebeyleri gibi dehşetli bir disiplin kurmuşlardır. İtiraz eden, tenkit eden, hizayı bozan partiden ihraç ediliyor.
Bu şartlar altında Meclis vazifesini yapamıyor. Devletin, milletin, ülkenin menfaatleri değil parti başkanının ve partinin menfaatleri yönünde siyasî faaliyet yapılıyor.
İçinde bulunduğumuz durum feryat etmeyi, ülkeyi ve milleti bu duruma düşürenleri lânetlemeyi, gerçekleri haykırmayı gerektiriyor. Bu işi yapan var mı? Türkiye batıyor, pek aldıran yok.
Başbakan kendi partisinin Meclis grubunda kavgayı anlatırken ağlamış, onu dinleyen bazı yufka yürekli milletvekilleri de ağlamışlar. Bunlar gülünç traji-komedilerdir. Asıl, milletin anası ağlıyor.
Kalite meselesi bizim için bir ölüm-kalım meselesidir. Kaliteli aydınlara, kaliteli okumuşlara, kaliteli büyük bürokratlara, kaliteli siyasetçilere, kaliteli medyacılara şiddetle ihtiyacımız var. Bunların sağcı solcu, dindar laik, şucu bucu olmaları önemli değildir; önemli olan kalitedir.
Kaliteli seçkin çalmaz ve çalana da göz yummaz.
Kaliteli idareciler yalan söylemez, halkı aldatmaz.
Kaliteli siyasetçiler, ehil olmadıkları işleri kabul etmezler, matlup olsalar (yâni kendilerine talip olunsa) ehil değilseler yine kabul etmezler.
Kaliteli devlet adamları emanetleri (makam, mevki, vazife) ancak ehil ve layık olanlara verirler; olmayanlara asla vermezler, emanete hiyanetin vatan hainliği olduğunu bilirler.
Bir siyasetçi, idareci, aydın, seçkin nasıl kaliteli olur?
Kalitenin birinci şartı bilgidir. Bilgili, kültürlü, ilimli, irfanlı, hikmetli adam kalitenin üçte birini yakalamış demektir.
Kalitenin ikinci faktörü ahlâk, yüksek karakter ve fazilettir. Hangi ahlâklı, karakterli, faziletli, namuslu adam bankanın dibini delip boşaltır? Hangi kaliteli, şerefli, namuslu adam işlerden, ihalelerden yüzde on komisyon alır?
Üçüncü şart estetiktir.
Bir siyasetçi, aydın, idareci, büyük bürokrat bu üç şarta sahip değilse o bir canavardır. Kalitelileri tenzih ederim ama Türkiye şimdi kalitesiz canavarların istilâsına uğramıştır.
Her sahada kalitesizlik, ehliyetsizlik, liyakatsizlik, ahlâksızlık, şerefsizlik, namussuzluk, hiyanet kol geziyor.
Bu memleketin laikleri ile dindarları kaliteli olsaydı mutlaka anlaşırlar, uzlaşırlar, bir çözüm bulurlardı.
Bizim bugünkü eğitimimiz, üniversitelerimiz, rejimimiz, medyamız, büyük güçlerimiz sanki kaliteli insan yetiştirmemek hususunda yemin etmiş gibidir.
Kaliteli Müslüman nasıl olur? Mevlânâ Celâlüddin Rumî, Abdülkadir Geylanî, Muhyiddin Arabî, İmamı Rabbanî ve benzerleri gibi olur.
Kaliteli laik nasıl olur? Sokrates, Eflatun, Aristo ve diğer büyük bilgeler gibi olur. Mevlânâ benzeri bir kişi ile Aristo benzeri bir kişinin ülkenin, milletin, devletin selameti ve huzuru konusunda anlaşmamaları, uzlaşmamaları mümkün müdür?
Dünyanın ve tarihin kaydettiği en kötü İslâmcılar Türkiye’dedir. Yine dünyanın en kötü ve berbat Marksistleri Türkiye’dedir. Dünyanın ve tarihin en kötü laikleri Türkiye’dedir. En kötü pozitivistler, en kötü rasyonalistler, en kötü münkirler hep Türkiye’dedir. Elbette bunlarla köy olmaz, kasaba olmaz.
Bu kadar vasıfsız insanlarla ülkenin büsbütün batmadığına şükr etmek gerekir. Allah bizi koruyor.
Şu vasıfsız yani ilimsiz, irfansız, vicdansız, ahlâksız, karaktersiz, namussuz, şerefsiz, alçak, nâmert, muhannes heriflere bakınız. Bunların dini imanı paradır. Bunlar nefs-i emmarelerine put gibi taparlar. Vasıflı olabilmesi için bir aydının, bir okumuşun nefsini dizginlemesi, terbiye etmiş olması gerekmez mi?
Emanetlere nasıl hiyanet ediyorlar görüyorsunuz. Bankaları kimler soyuyor? Küçük hırsızlar mı? Onlar evlere girer, mücevher, kıymetli eşya alır götürür, yahut tramvayda birinin cüzdanını aşırır. Bankaları, devleti, milleti, ülkeyi ünlü, anlı şanlı, kocaman, kodaman, önemli haydutlar soymaktadır. Bankaya silâhlı baskın yapıp da soymak zamanı mâzide kaldı. Şimdikiler dibini delip içini boşaltıyor. Tenkit edene, karşı gelene de demediklerini bırakmıyor.
Bir babanın çocuklarına bırakacağı en kötü miras haram parayla, rüşvetle, yamuklukla elde edilmiş bir servettir. Bunu ancak vasıfsız, ama son derece vasıfsız kimseler yapar. Namuslu, şerefli, vasıflı kişi geberse hırsızlık yapmaz, rüşvet almaz.
Zavallı Müslümanlar yıllardan beri tokatlanıp duruyor. Ver kardeşim ver… Allah için ver, din için ver, yüce dâvamız için ver… Ne oluyor, ne oldu bunca para? Kaç yıldır az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de başımızı arkaya çevirdik ki, bir arpa boyu yol gitmişiz… Halk tekerlemesi bir arpa boyu yol gittik diyor ama biz onu da gidemedik, geriye, çok geriye gittik. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk.
Evet beyler, kalite ille de kalite. Yoksa Türkiye kurtulmaz. 28 Şubat 2001 Çarşamba